Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '09

 
Kategori
Deneme
 

Sensiz ölemem

Sensiz ölemem
 

sensiz asla


Sevgiliye Mektuplar / Sensiz ölemem

.............Sensizliğin, sessizliğinin kaçıncı gününde olduğumu hatırlamaya çalışırken göğsüme düşen ağır şiddeti ölçülmez sancıların bedenimde volkanik patlamalar yarattığı anların içindeyim ve alkol komasında uyuşturmak, sancılarımı kadehlere gömmek istiyorum… Ki geçici çözümler üretkenliğinden sabah ki öksürük nöbetlerine taşımaya çalışıyorum sancılarımın çözümsüzlüğünü…

…………… En çok ilk sigarayı yakınca başlayan ve o an yıllarca sürecek gibi ve sürmekte olan öksürüklerimde çevrenin bakışları sessizleştiriyor boğulmalarımı, utansam da içime akıtıyorum aksatmadan kızılcık şerbeti içmiş gibi kıvranmalarımı… Geçmiyor kör olası nöbetler, içten içe ve içime akıyor, yakıyor boğazımdan, gırtlağımdan bağırsaklarıma doğru yol alırken şeridini değiştirmeyen, eğitimli ülkelerin sürücüleri gibi seyahatlerinde ve sanki her gün aynı saatte aynı ritimde devam eden… Ve çocukluğumun radyolarında her gün aynı saat ve dakikada başlayan radyo tiyatrosu gibi… Sabahın o anlarında kaç insanın nefretini kazanıyorum bu şekilde bilmiyorum ama onlarda yıllardır suskunluklarından, gasp edilen haklarına dirençsizliklerinden, çarşıda esnaftan, pazarda pazarcıdan, otobüslerde muavinlerden, ellerini tükürükleyerek aldıkları kâğıtlara gıda maddelerine salgılarını bulaştıran, paketleyen esnafa tepkisizliklerinden benim nefretimi kazandıklarını bilmiyor ve hiçbir zaman asla bilemeyecekler…

…………… Vitamin yüklü yiyecek ve içecekler eksilmiyor günümden ama nafile biliyorum yetmeyecek direncime, adım adım ve gün be gün yaklaşıyorum insanoğlunun soğuk nefes, benimse yaklaşmak istediğim sonsuzluğa ve sessiz, sesinsiz geçen günlerde ulaşmak istediğim ebediyete… Ne ki ölüm, ne ki çekip gitmek, bir mikrop daha eksilecekse evrenden, gitmek onurla ve yalın mantıklı benim için, mantığına ters düşse de senin, benden önce ölmeye hakkın yok söylemine rağmen senin… Çocukluğumda garipser, sorgulardım komşu kadın ve erkeklerin ölmek istiyorum söylemlerine, şimdi hak veriyorum kendime yakıştırdığım sonsuzluğa… Olmadığın evrenin farklı meridyenlerinde, farklı iklimlerde soluklandığımız aynı renk sevdamız solmadı, soldurmadım, besledim yine…

……………Tanklar geçiyor paletlerinin ağırlığını üzerimde bırakarak toprak bir zemin oluyor, kalkamıyorum onca ağırlığı def edip… ''Benden önce ölemezsin, hakkın yok buna'' söylemin düşünce ağırlıklar altındaki usuma çırpınıyor, doğruluyorum toprağa akıtarak gözyaşlarımı, susuz kalmasın diye bereketli topraklar… Kalkıyor sendeliyorum durmaya çalıştığım anlarda öksürük dalgası titretiyor, savuruyor tankların iz yaptığı toprak yol üzerinde… Bir çeşme arıyorum öksürmekten çağlayanlar akıtan gözlerimi yıkamak, yanaklarımdan boynuma yol alan izleri silmek için, çeşmesiz gelişen kentlerin yoksulluğu düşüyor yüreğime… Nehir kenarında, eriyen kar sularının yeşilden, maviden kahverengi renge dönüştürdüğü mikroplu suyla serinletiyorum yüzümü ve mora dönüşen gözlerimin altındaki halkaları…

…………… Az ilerde ağacın altında birbirlerine sarılmış, dünyadan kopmuş sevgilileri görüyor, gıpta ediyorum sevdalarına, bir taş kaydırıyorum suyun yüzeyinde çocukluğumdan bugüne uzanan… Kaybediyorum taşın izini, siluetini, gidişini, kaç metre ileriye fırlattığımı… Oysa yazdığım bir mektubu koyup, mantarla tıkayıp sana yollamak isterdim taş yerine bir şişede ve en kısa sürede deniz olmayan kentine nehir coşkusunda… Şişeyi kırmadan açar, yıllarca saklardın sevdamızın gizeminde, o kimsede olmayan ve olmayacak olan güçlü hafızana gelen tarihi not ederek… Titrek yazılmış satırlardan anlardın olişkonun öksürük nöbetlerinde yazdığı satırları ve bilirim iki damla yaş düşer okurken, tuttuğun mektubun ucunu bırakmadan, sarılarak, nedenini benim bildiğim… Direniyorum, direneceğim, sigaradan, alkolden, hava kirliliğinin yarattığı karbon monoksitli havaların bedenimde yaratacağı tahribatlara… Yakışmaz bana, sevdama, yarınımıza aşksız, yurtsuz ölümler…

…………… Put kesiliyorum, sus oluyorum… Sana susuyorum… Senin susuyor olman sessizlik, benim susuyor olmam sevdana acıkmışlığım susuzluğum… Yine susuyorum sana damlaya hasret susuz toprakların kıvranmışlığı ve acıkmışlığının nöbet sancılarında… Öksürük ne ki geçiyor öğle saatlerinde, sana susamışlığımda, geçiyor gibi oluyor kıvranırken yaşanmayan yaşamışlığım geliyor aklıma, portre çizmek istiyorum geçmişe dair kalem kırılıyor, tablo yırtılıyor, canlandırmak istediğim yaşam flu oluyor, kısa süren rüzgâr gibi esiyor geçiyor… Gece çizmek istiyorum gözlerim görmüyor, bir türlü çizilemiyor yaşanmayan yaşanmışlıklar ve sesler duyuyorum gaipten soluduğum her anının içinde; ''Onsuz ölemezsin… Onsuz ölemezsin''… Ölemem… Sensiz Ölemem… Sana doymadan, bize verdiğim sözlerin her birini tek tek yerine getirmeden ölmem…

Ölemem… Sensiz ölemem…

Sensiz ölmem…
Sen olmadan asla…


- Adana

 
Toplam blog
: 111
: 726
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

Adana doğumluyum halen bu kentteyim.. Marmara Üniversitesi İşletme mezunuyum. Deneme ve şiir yazıy..