- Kategori
- Aşk - Evlilik
Sevgi Matematik gibi Mühendislik gibi öğrenilebilir

Aşkın Ufku
SEVGİYİ ÖĞRENME MATEMATİĞİ, MÜHENDİSLİĞİ ÖĞRENMEK GİBİDİR
Ülkemizdeki kadın erkek ilişkilerinin düzeyi hakkında bize fikir verecek, bu konudaki genel anlayışı yansıtan her gün güncele yerleşen olaylar ve olgular tablosuna kısaca göz atarsak gazetelerde şuna benzer haber başlıklarına rastlarsınız.
“Severek kaçıp evlenen iki genç aile meclisinin kararıyla, öldürüldü. “
“Pantolon giyen kız kardeşini önce öldürdü, sonra intihar süsü vermek için, balkondan aşağı attı”
“Kocasından boşanan kadını, kendi ailesi ölümle cezalandırdı” gibi haber başlıkları yaygın bir infaz anlayışının gelenekselleşmiş olduğunu işaret ediyor.
Adli kayıtlara göre elli bin nüfuslu bir ilde 3400 davadan 655’i kız kaçırma olayı olduğunu öğreniyoruz. Kaçırmayla kirletilen kız namusu, kaçıranla evlendirilerek, namusu temize çıkarma, erkeğe de kaçırdığı kızla evlenme koşuluyla ceza verilmemekte. Toplum bu tür davaları kendi içinde bu şekilde sonuçlandırdığı gibi mahkemelerde de bu tür anlayışlarla kaçırılma olayı ödüllendirilmektedir.
Başlık ya da berdelle kız alıp verme ise birlikteliğin en ilkeli ve en vahşi olanıdır.
Diğer taraftan koşullu sevgilerin, insan ilişkilerini önemli ölçüde belirlediği bir toplumsal yapı içindeyiz. Birlikte olacağı insanın karayerine, ekonomik, yapısına, eğitimine bakılarak seçilir. Ya da ailelerin çocuklarına koyduğu koşullu sevgileri vardır. “Eğer, şunu şunu yaparsan evladımsın, yoksa evladım değilsin” diye devam eden dayatmalardır, bunlar.
Görünen odur ki kadın anaerkil dönemden bu yana uğruna ölünse de şiirler de yazılsa ezilen ve sömürülen kadın olmuş.
Sevginin bir yeti sorunu olduğu değil, bir nesne sorunu olduğu anlayışı yaygın. İnsanlar sevmenin basit olduğunu ama doğru sevgi nesnesini bulmanın ya da sevilmenin zor olduğunu düşünürler. Oysa davranış bilimcilere göre sevgiyi öğrenmek, matematik, resim, müzik, mühendislik öğrenme yoluyla aynı olduğunu söylüyorlar.
Aşk, içsel bir enerjidir. Doğayı aşmış ama doğanın bir parçası olarak, içgüdüsellikten sıyrılmaya çalışsa da işleyişte öyle davranan bir varlıktır. Sevgi: farkında olma, bilme anlama mantığında temellenen insani bir ahenktir. İnsan ayrılığın, yalnızlığın, ölümün, ayrıca doğal ve toplusal güçlerin karşısındaki çaresizliğinden ve yalnızlığından kurtulma çabasıdır, sevmek.
“ İnsanın en derin gereksinimi, ayrılığın üstesinden gelme, yalnızlığından kurtulma gereksinimidir.
Bu amaca ulaşma konusundaki başarısızlık, panik, intihar ya da içine kapanmaktır,” diyor, pedagoglar.
Her çağın ve kültürün insanı, ayrılık ve yalnızlık sorunuyla karşı karşıyadır. Ayrılıktan kurtulmak için varoluş koşullarından, farklılık gösteriyor. Bu hayvan besleme, tapınma, insan kurban etme veya fetihler düzenleme, lüks düşkünlüğü, çileci bir yaşam seçme, sanatsal yaratım, tanrı ve insan sevgisi.
“Bebeklikte olay çok farklı; benlik duygusu pek gelişmemiş, kendini hala annesiyle bir hisseder. Annesi yanında olduğu sürece ayrılık duygusu yaşamaz. Bebeklik döneminde insan toprak, bitkiler, hayvanlarla özdeş görür. Çocuk ayrılık ve bireysellik duygusu geliştirdiği ölçüde anne yeterli olmaz, ayrılıktan kurtulmak için başka yollar aramaya başlar.
İlkel dönemlerde hatta hale tekrarlanan, esrikçe dediğimiz; grupla yapılan dans, ayin transa girme toplu seks: bunlar grupla ya da papazla yapıldığı için suçluluk duygusu vermiyor.
Bu çağdaş toplumlarda alkolizm ve uyuşturucu olarak görülüyor. Başka yaklaşımlar ise kiliseye, tarikatlara derneklere, partilere, takımlara hatta devletine, ulusuna bağlanması yalnızlıktan kurtulmanın geçici çözümleri olarak görülebilir. Bu durum bireysel özün ortadan kalktığı sürüye ait olmanın amaçlandığı bir birleşmedir.
Diktatörler, bu durumu yani uyarcılığı körüklemişler ve yararlanmışlardır. Demokrasilerde ise tersi beklenir. Konformizm yerine telkin ve propaganda yapılır.
“Sembiotik birlik: en basit şekliyle, hamile anne ile karnındaki bebek arasındaki birliktir. Pasif türü boyun eğmedir. Klinik terimi de mazoşizmdir. Aktif biçimi egemen olandır. Terimi ise sadizimdir. Tarihteki tipik örneği de Hitler’dir. İnsanları kendinin bir parçası yaparak, kendine tutsak ederek; yalnızlık duygusundan kurtulmak ister. Ona tapan insanı kendine katarak kendini büyüterek ve zenginleştirerek yalnızlığından kurtulma yoluna gitmiş; ancak sonu yıkım olmuştur.”
Sembiotik birliğin tersine olgun sevgi kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruma koşuluyla birleşmedir. Sevgi insanın içindeki aktif güçtür. İnsanları ayıran duvarları yıkar, onu başkalarıyla birleştiren bir güçtür. Buna karşılık kendisi olmasını, kendi bütünlüğünü korumasına olanak sağlar.”
Sevgi pasif bir duygu değil, bir etkinliktir. Bir şeye kapılmak değil içinde olmaktır. En genel şekliyle sevginin aktif özelliği, sevginin temelde almak değil ‘vermek’ olduğunu söyleyerek, tanımlayabiliriz.
Vermek nedir? Yanıtı basit gözükse de en yaygın yanılgı, vermenin bir şeylerden vazgeçmek, özveride bulunma düşüncesidir. Kişiliği alıcı, sömürücü ya da istifçi yönelimin ötesine geçmeyen kişi verme edimini bu şekilde yaşar. Pazarlamacı kişilik verir ama karşılığında bir şeyler alır.
Üretken kişilik için vermek, tamamen gücün en yüksek ifadesidir. Bu yükselen canlılık ve güç yaşantısı onu tamamen sevince boğar.
Ancak en önemli verme alanı nesnel şeyler değil, özellikle insanca olan şeylerde yatmaktadır. İnsan bir başkasına ne verir? Kendinden verir, sahip olduğu en değerli şeyinden; hayatından verir. Bu hayatını feda etmesi anlamına gelmiyor ama içinde canlı olan şeyden verdiği anlamına gelir; o neşesinden, ilgisinden, anlayışından, bilgisinden, mizahından, hüznünden verir ve bütün bunlar onun içinde canlı olan şeyin ifadesidir. Böylece karsındaki insanı zenginleştirir. Verme öğesinin dışında sevginin aktif olmasıdır. Her türlü sevgide ortak öğeler, özen gösterme, sorumluluk, saygı ve bilgidir.
Sevgi bakım gerektirir; annenin çocuğuna yönelik sevgisinde, bebeğin bakımıyla ilgilenmiyorsa, onu beslemeyi, yıkamayı, ona fiziksel rahatlığı sağlamıyorsa, sevgiden söz edilmesi samimi değildir. Hayvanlara ve çiçeklere yönelik sevgide aynıdır.
Sevgi sevdiğimiz şeyin yaşamına ve gelişimine yönelik aktif ilgidir.
Sevgideki sorumluluk öğesi de dışarıdan görev dayatması değil, tamamen gönüllülüğü ifade eder.
Sevgide diğer bir öğe, saygıdır. Eğer saygı olmasaydı; sorumluluk kolayca tahakküm ve sahiplenmeciliğe dönüşebilir. Örnek, Türk genci sahilde bir turist bayana selam verir. Bayan gülümseyince, kendini istediğini sanır ve usulca yaklaşarak öpmeye kalkar, ne olduğunu anlayamayan turist korkar ve bağırır, bunun üzerine genç de telaşa kapılır ve bıçağı boğazına dayar.
Sevginin insan üzerindeki kimyasına örnek, yetimhanede çocukların yüzlerinde yaralar çıkar, ilaçlara tedavi cevap vermez. Bir araştırmacı pedagog çocukları iki gruba ayırır. Grubun birine bakım için yalnız bir hemşire verir, ilacı keser, diğer gruba hemşire verilmez ve ilaç tedavisine devam edilir. Sonuç az da olsa şefkat gösterilen grup çocukları iyileşmiştir. .Diğer grupta hiçbir iyileşmenin görülmemiştir.
Espri: Sevgiyi öğrenmiş bir erkek, bulduğu çiçeği verebileceği bir kadın arar, öğrenmemiş biri ise çiçeği alır yumruğuna koyar ve eliyle vurup patlatır, sonra da ne kadar delebilmişim diye bakar.
Bol sevgili günler...
Öğretmen yazar Halil ERDEM/ ANTALYA