- Kategori
- Deneme
Sevgiliden ayrılırken
Sevgilisinden ayrılanlar ne yapar? Kadınlar söz konusuysa, kimi kendini alışverişe vurur, kimi saçının modelini rengini hatta tüm vücudunu değiştirmeye kalkışır, kimi kendini pastaya çikolataya vurur, kimi sabahtan akşama arabesk dinler, vs. vs.
Peki ben ne yaparım? İlk sevgili deneyimlerimde gerçekten oturup ağlayıp yasa girmekten başka bir şey yapmıyordum. Çünkü sevgiliyi kaybetmek, sadece Ali’yi, Veli’yi, Ahmet’i Mehmet’i kaybetmek değil, ‘sevgilim var’ hissini, özgüveni, mutluluğu, günlerin doluluğu ve anlamlılığını, toplumda prestiji de kaybetmek demekti. Şimdi terk edilme konusunda uzman biri olarak, sevgilimin beni ne zaman terk edeceğini tahmin etmeye çalışıp ona göre pozisyon alıyorum. “Ahmet Mehmet Süreyya / Hepsi boş hepsi rüya / Birgün hayat geçecek / Dersin görmüşüm rüya” şarkısını söylemeye başlıyorum. O beni terk etmeden, ben onun beni terk ettiği hissini kalbime yerleştirmeye çalışıyorum. Gerçekten terk edilirsem çok şaşırmıyorum, bocalamıyorum, yıkılmıyorum. Zeynep Çavuşoğlu’nun ‘Terk Edilen Bilir’ (16 Temmuz 2011, Habertürk) yazısında da belirttiği gibi “Bazen çoktan terk edildiğini hisseden bitirir ilişkiyi. Son nokta, son cümleden önce gelmiştir. Giden, bazen terk edildiğini sanandan çok daha önce terk edilmiştir.”
Belki terk edilmeden terk edilmiş pozisyonu almamı eleştiriyorsunuzdur. Ancak, sevdiğim zaten beni daha önce terk etmekle, “ararım” deyip aramamakla malul. İlle de sevdiğinizin sizi, hayatında başka bir kadın olduğu için terk etmesi de gerekmiyor. İşi, arkadaşları, anne babası, özel hayatı sizden daha değerli olabilir, sizden sıkılabilir, çok görüşmüşsünüz gibi “biraz ara verelim” diyebilir. Kafası ‘mayhoş’ gönlü sarhoş olabilir. Eski sevgililerini anlatmakta bir beis de görmeyebilir. Ve seven kadın olarak siz, onu rahat bırakıp da “Neden beni aramadı? Bari ben arayayım onu” demesine fırsat vermezsiniz. Ayrıca bu işin uzmanı oldum ben, terk edilmenin ayak seslerini duyuyorum önceden… Geleceğe ilişkin birliktelikle ilgili bir şeyler söyleyememek, önce haftada bir, sonra ayda bir, 3-5 ayda bir görüşmek ve sonra hiç görüşmemek… Bahane genellikle işlerin yoğunluğudur. Ben de aksi gibi sevgisi için savaşmayan, hemen pes eden biriyimdir. Adam sizi istemiyorsa, ne yapabilirsiniz ki? Umut ışığı varsa savaşırsınız. Sevgili olarak gördüğünüz kişi ısrarla size ‘Arkadaş’ der, siz de ona “Olmasın o taa içten gülen gözlerde yaş / Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş” diye çığırmak istersiniz. Ayrılığa hazır ve nazır biri olarak “Giderim alışığım gitmelere / Gerek yok isyan etmelere” de dersiniz.
Bir erkeğe sordum “Erkek kimi tercih eder ve niye?” diye… Bana verdiği ilginç cevap ise, “Erkek için her kadın adaydır. Erkek her kadına yaklaşabilir. Ama kimden evet cevabı alırsa, onu tercih eder. Yani seçen kadındır” idi. Ben ise, hep öyle seçen kesimde yer almadım. Çok beğendiğim ama yaklaşamadığım kimseler oldu, arkadaş kaldık. Bazen beni seçeni tercih ettim, daha güvenli diye. Bazen ben seçtim. Ama gelin görün ki, ister seçeyim, ister seçileyim, şu ana kadar kimse kalıcı olamadı. Kalıcı olmasını istediğim kişiler hayatıma girdiği halde… Başka bir erkek arkadaşım ise, evlenilecek kadın ile sevgili arasındaki farkı şöyle anlatmıştı bana: “Erkeğin sevgilisi toplumun onaylamadığı, onunsa cinsel ve diğer bakımlardan çok beğendiği biri olabilir. Evlenilecek kadın ise, toplumun her bakımdan onayladığı ve ona uygun gördüğü kadındır.”
Benim gözlemime göreyse cinsellik kadın için çok özel bir paylaşımdır. Kadın her zaman evlenip yuva kurabileceği birini arar. Erkek içinse çoğu zaman cinsellik bir ihtiyaç gidermeden başka anlam taşımaz. Bu yüzden, erkeğe göre cinselliği yaşadığı her kadın önemli değildir. Erkek, kadının sadece çocuk sahibi olmak için kendisiyle beraber olmak istemesinden hoşlanmaz, kendini ‘damızlık’ konumunda görür. Bu yüzden erkek güzeli arar, kadınsa kariyerli, iyi eğitimli, çalışan birini. Kadınla erkeğin bu arayışları, taa mağara zamanından kalma içgüdülere dayanır. Kadın, hemen her cinsellik deneyiminden sonra erkekle aralarında özel bir ilişki olduğunu, ilişkinin evliliğe kadar gidebileceğini düşünür umutsuzca. Belki de kadınla erkeklerin düşüncelerindeki bu algı farklılığı anlaşmazlıkları getiriyor.
Bir başka erkek arkadaşımın söylediğine göre, erkeğe göre ‘sevgili’ ile ‘sex partneri’ arasında da büyük fark varmış. Sevdiğinin elini sokakta tutmaktan çekinmiyor, onunla çıktığını herkese ilan ediyorsa, sevgilisi oluyormuş. Eğer gizli saklı ilişki yaşıyor, sadece sex için partneriyle bir araya geliyorsa o, sex partnerliğiymiş. Yani yaşanan özel paylaşımların pek bir anlamı yok erkek için. Önemli olan fiziksel paylaşım değil, bunların nasıl algılandığı ya da algılanmak istediği.
Serdar Turgut’un “Evliliğin Geleceği” (17 Temmuz 201, Habertürk) yazısında belirttiği gibi, belki bu yüzden eşcinsel ve lezbiyen ilişkiler daha uyumlu sürüyor, kadınla erkek ise düşünce anlayışlarındaki farklılıklardan dolayı ilişkiyi ve evliliği sürdürmekte zorlanıyorlar. Söyleyin bakalım, kadın ya da erkek, hemcinsleriyle birlikte olduğu zaman mı hep mutlu ve özgür hisseder, sevgilisi ya da eşiyle beraberken mi? Zıt kutuplar her zaman birbirini çekmiyor, insan sevgilisiyle ortak noktaları olsun, anlaşılsın istiyor. Oysa sevgilinizle aranızdaki sanki gelip geçici bir ateş, sona ermesi yakın kuvvetli bir rüzgar. O ateş sönünce, rüzgar dinince problemler başlıyor. Aşk gibi bir duygu olmasa, kadınla erkek birbirlerine hiç yaklaşmazlardı herhalde. Bu demek değildir ki, heterojen evlilikler dezavantajlıdır. Burada önemli olan kadınla erkeğin birbirlerinin dilinin kodlarını çözümleyip, anlaşmaya ve uzlaşmaya çalışmasıdır. Gerçekleri öğrenince de hayal kırıklığına uğramamak ve “Karşı taraf böyle seviyor işte” diye onu olduğu gibi kabul etmek lazım belki de…