Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '14

 
Kategori
Öykü
 

Sevgililer Günü, Dünya Öykü Günü ve lavanta tarlası

Sevgililer Günü, Dünya Öykü Günü ve lavanta tarlası
 

Lavanta Tarlası


Bir 14 Şubat çılgınlığı daha geldi çattı. Sanırım onu kutlayacak,  anlamını ve değerini bilecek gerçek sevgili azınlığını bu çılgınlık sözcüğünün dışında  tutmak gerekiyor.  

İçimizden kimileri, alışverişe ve belli kalıplara dayalı bu ezberci kutlamalardan oldukça bezmiş durumda. Son birkaç gündür günümüzdeki sevgili anlayışına protesto etkinlikleri oluşturulmaya, sanal âlemde davetler yollanmaya başlandı bile.

Güne adını veren eski Roma İmparatorluğu’nun sevgi dolu, iyi niyetli papazı Aziz Valentine’i de anmadan geçmemek gerekir bugün. Söylencelerden birine göre,  Valentine genç erkeklerin savaşa gitmelerini sağlamak için evlenmelerini yasaklayan zalim hükümdar Claudius’tan gizli kıydığı nikâhlar ortaya çıkınca sopayla dövülerek öldürüldü ve 14 Şubat’ta  Hristiyan Şehitliği’ ne gömüldü.

İnsanlık tarihi boyunca herkesin aradığı aşk farklı yerlerdeydi. Kimi cepte kimi gösterişte kimi  şehvette kimi  tutkuyla  yürekte aradı aşkı. Oysa gerçek aşkı bulanların bir farkları, bir öyküleri oldu her daim. Kimi anlattı öyküsünü kimi yüreğinin bir köşesinde kendisine saklamayı tercih etti.

Dünya Öykü Günü’nün birçok toplum tarafından benimsenmiş böyle bir güne denk getirilmesi ise çok  anlamlı bir karar. Toplumumuzca malum, fazla önemsenmeyen okuma alışkanlığına bir nebze olsun katkısı olabilse keşke! Sevgililer Günü’nde sevgililerin kitapçılara hücum ederek birbirlerine öykü kitabı hediye etmeleri ve öykü yazarlarının kitaplarının  o gün yok satması gibi bir çılgınlığı düşünemiyorum bile!

Bizler, insanların paleolitik çağlardan beri birbirlerine öykülerini anlatma ihtiyacında oldukları bir gezegenin sakinleriyiz. Mağaralara çizilen ilk resimler, din olgusu öncesinde şamanların anlatıları, insanların tabletlere, papirüslere yazıp çizme gayretleri, destanlar, islamiyetin kabulünden sonraki  halk hikâyeleri, masallar, efsaneler, orta oyunu, köy seyirlik oyunları, meddahlık... Tanzimat’ın ilanıyla birlikte ise Türk Edebiyatı’ na da sirayet eden batının tiyatrosu, şiiri, romanı, öyküsü...

İnsanoğlunun amacı tüm bu türlerde sadece kendisini  öykülemekti aslında.  İnsan cinsi sesini önce resimlere aktardı daha sonra yazıya...  Amaç çoğunlukla aynıydı ve hâlâ aynı: Özlem duyulan daha mutlu, daha sevgi dolu, daha barışçıl, daha iyi bir hayatı yaşamak... Konuları ister bireysel olsun ister toplumsal, tüm eserlerde bu amaç güdülmüştür.

Bu beklentiyi yılda bir günle sembolleştirerek somutlaştırma fikri ise bizden birine ait: Özcan Karabulut’a... 1996 yılında çıkan Düşler Öyküler Dergisi ile Ankara Öykü Günleri ‘ni başlatarak bunu önce ülkemizdeki diğer şehirlere daha sonra dünyaya yaymayı başardı Özcan Karabulut. 2003 yılında ise 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanan Dünya Öykü Günü ortaya çıktı.

Öykülerin başta gelen ana temalarından birinin sevgi olması, sonunda Dünya Öykü Günü’nü Sevgililer Günü’yle  buluşturdu. Bu iki özel günün kol kola girmesiyle de sanırım her yıl 14 Şubat’ta sevgi temalı öyküler  daha fazla yer tutacak.

Lavanta Tarlası

Sıcacık, insanın içini ve ruhunu ısıtan, ışıtan bir gündü. Sabahın henüz el değmemiş serinliğinde yola çıkmıştı kadın. Kaldığı otelin önünden bindiği metro, ardından bol manzaralı bir tren yolculuğu ve son olarak otostop yaparak bindiği minibüsle yaklaşık kırk kilometrelik bir yol daha...

 Kalenin önündeki kaldırımda beklediği sırada, en son üniversite yıllarındayken arkadaşlarıyla birlikte yaptıkları otostopları hatırladı. O sırada sırtında devasa çantasıyla güneşin altında beklediğini gören araçtaki Erasmus projesinin Türk öğrencileri, binmesi için kendisinden önce el salladılar.

Fransa’ya yabancı dillerini geliştirmek amacıyla gelen bu genç grup, konuşmakta zorlandıkları yarım Fransızcalarıyla yol boyu kendisini de güldürmeyi başarmıştı. İneceği yere yaklaştıklarını fark edince yol arkadaşlarıyla vedalaştı. Son anda söylenen isimler, sallanan eller, iyi dilek temennileriyle  birlikte indi yol kenarına. Araç uzaklaşana dek el sallayıp arkalarından baktı.

 Minibüs asfaltın üzerinde gözden kaybolduğunda hedefine döndü. Gördüğü manzara, düşlerindekinin bire bir aynısıydı. Hızlı adımlarla hevesle yürüdü. O ince, naif, kibar çiçekler hafif bir meltemin etkisiyle mor dalgalar gibi aynı anda uyum içinde bir sağa bir sola sallanıyorlardı. İşte nihayet göz alabildiğine uzanan mor bir denizin kıyısındaydı kadın.

Durdu, baktı. Uzun uzun baktı. İnanamadı. Bir daha baktı. Gözlerini kapattı. Açtı. Tekrar kapattı. Yok yok, gerçek değildi bu. Gözlerini araladığı anda tekrar göremeyecekti bu mor düşü. Bu kez daha da sıkı yumdu gözlerini. Ilık meltemin ilkin çıplak kollarını, sonra omuzlarını okşamasını hissetti. Ve o muhteşem kokuyu... Lavanta kokusu... Sevinçle açtı gözlerini. Sırt çantasını yere bıraktı. Dudaklarının üzerinde biriken ter damlacıklarını işaret parmağının kenarıyla sildi. Ve daha fazla dayanamayıp birkaç adım atarak lavanta tarhlarının arasına uzanıverdi.

‘’ Tanrım! ‘’ dedi mutlulukla. ‘’ Buradasın. Biliyorum, şu an burada, benimlesin. Sakın gitme! ‘’

Uzandığı yerde kollarını iki yana açtı, gözlerini kapattı. Uçsuz bucaksız tarlanın inanılmaz yoğunluktaki rayihasını nefesi yettiğince içine çekti. Gülümsedi. Ağustos böceklerinin sesine kulak kabarttı. Yanıbaşında yürüyen karıncaların ayak seslerini duymaya çalıştı.

Bir kendisi vardı bir de Tanrı. Gözlerini açtı. Yanında, avuçlarının arasında lavantalar. Üzerinde resmî geçit yapan mavi beyaz bulut kümeleri. O kadar. Birden yüzünden, ne vakittir yüreğinin demirbaşı olan bir hüznün gölgesi geçti.

‘’ Neden Tanrım? ‘’ diye kimbilir kaçıncı kez, tekrar sordu.

Her zamanki gibi sakince gülümsedi Tanrı. Şefkatli bir baba gibi gülümsedi. Anlayışlı, sevecen gözlerle baktı. Kadın görmedi.

Kadın, yorgunluğunun da etkisiyle kısa sürede lavantaların kollarında uykuya yenik düştü.

Çok geçmeden kulağının dibindeki  otların hışırtısıyla uyandı. Yattığı yerde korku ve şaşkınlıktan kocaman açılmış gözleriyle bakakaldı. Gözleri kamaşıyordu. Güneşin dik ışınlarının izin verdiği kadar, yanı başında önce bir çift spor ayakkabı gördü. Sonra keten pantolonlu bir çift bacak. Ve ardından o çok tanıdık bir çift gözle karşılaştı.

Yattığı yerden doğrulamadan:

‘’ Yok artık! ‘’ dedi kendi kendine. Bu kadarı fazla. Gözlerini aceleyle tekrar kapattı. Bu kez hiç yummadığı kadar sımsıkı yumdu.

‘’ Murphy Kanunları’na aykırı bu kadarı ‘’ diye fısıldadı kendi kendine dudaklarını bile kıpırdatmadan. Yavaş yavaş gözlerini açtı. Güneş gözlerini bir kez daha kamaştırdı. Meltem ılık ılık bir kez daha esti. Yoğun lavanta esansı bir kez daha doldu ciğerlerine.

Tanrı yukarıdaydı. Bulutlar yukarıdaydı. Lavanta çiçekleri yanındaydı.

 Etrafta hiç kimse yoktu!                   

Dünya Öykü Günü’nüz ve Sevgililer Günü’ nüz kutlu olsun!

 

 

 
Toplam blog
: 28
: 1805
Kayıt tarihi
: 31.07.13
 
 

İ.Ü Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ..