Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Seyrüsefer Teknesi

Seyrüsefer Teknesi
 

Yediğim içtiğim benim olsun deyip, gördüklerimi anlatmadan geçemeyeceğim. Mavi yolculuk deneyimimden ufak notları mutlaka aktarmam gerekir diye düşünüyorum.

O kadar ayak direttim teknede yabancı olmasın diye ama son dakikada teknemiz değişti küt diye yabancıların içine düşüverdik. İyi ki de değişmiş; belki de bu kadar eğlenemez, güzel yemekler yiyemez, rota dışı koylara kaptan kıyağı ile giremezdik.

Çocuk olmasın diye söylendim durdum mesela Allah tarafından sabrım sınanmak üzere üç çocukla aynı teknede üç buçuk gün geçirdim. Ama ne yalan söyleyeyim varlar mı yoklar mı onu bile anlamadım. Çocukların kendi kendilerini oyalamakta üstlerine yoktu, sakinlikleri ile yüzümü kızarttılar resmen helal olsundu.

İlk üç gün Avustralya’dan bir çift, Fransa-Kanada’dan anne-kız ( aslen Cezayirlilerdi. ) ve de her koyda ördek ailesi şeklinde yüzen İskoçya’dan* üç çocuklu bir aile ile maviye açıldık.

“Şener Kaptan 3” teknesi ile, Mesut Kaptan ve mürettebatı eşliğinde rotamız ilk dört gün Ölüdeniz, Gemiler Adası-St.Nikola, Çukurbağ, Kekova Tersane Koyu, Batık Şehir, Kaleköy ( antik Simena ), Akvaryum Koyu, Korsanlar Mağarası ve Gökkaya’ydı.

Dördüncü günün ortasında ise ilk grubumuza veda edip, Demre’den yeni yolcular aldık. Bu kez rotamızda Korsanlar Mağarası, Batık Şehir, Kaleköy, Salyangoz Koyu, Gökkaya, Kaş, Kaputaş Plajı, Kalkan Fırnas Koyu, Kelebekler Vadisi, Ölüdeniz, Kayaköy Plajı, Gemiler Adası-St. Nikola, Turunç Pınarı, Samanlık Koyu, Şövalye Adası ve Fethiye yerini aldı.

İkinci grupla aramıza Amerika, Avustralya, İngiltere, İspanya’dan* gelen, almış başını gezen özgür bir grup katıldı. Türklerle de oluşturulan takım karması ile birlikte her iki grup da ayrı keyifliydi. Her telden her dilden değişik bir atmosfer oluşturduk; ilişkiler, seyahatler, ülkeler, hayatlarımız hakkında bir sürü şey konuştuk, kendi ülkelerimiz adına resmen birer elçi olduk.

Yedi gün boyunca yedik, içtik, gözden düştük, yüzdük, uyuduk, gezdik, gördük. İngilizcemiz tavan yaptı kendi aramızda bile tek dil konuşmaya başladık. Yemekler Adanalı aşçımız tarafından baharat karışımları ile pişirildiği için enfesti. Balığımız, salatamız, köftemiz, kızartmamız, cacığımız maşallah hiçbir şeyimiz kimselerden eksik kalmadı. Hatta karnımız çay saati dahil dört öğün bayram yaptı.

Yürümekten hoşlanmamama rağmen sahsımın dağlardaki siyah keçilere özenip, tırmanmadığı yer kalmadı. Tırmanılan bölgeler arasında en romantik manzara St. Nikola Adası’ndaydı. Zirveye vardığımızda gün batımını buradan izlemek unutulmaz bir andı. Tırmanma bölgesinde yine Kale (antik Simena) manzarasının yanı sıra, dinlenirken içtiğimiz portakal suyu ile yerli halkın evinden çıkarıp ikram ettiği kurabiye nefisti. Kelebekler Vadisi ise çok engebeli ama bir o kadar görkemliydi.

Korsanlar Mağarası’na hava kararmak üzere yüzerken bizi yarasaların karşılaması ve panik içinde tekneye geri yüzmemiz, Akvaryum Koyu’nda altımızdan geçen dalgıçlara Jaws muamelesi yapıp tırsmamız, Kaputaş Plajına uzak demirleyip, bir anda tekneden kaptan dahil herkesin firar eder gibi atlayarak karaya yüzmesi ve sahile vuran balinalar gibi bembeyaz çakılların üstüne serilmesi tıpkı birer film karesi gibiydi. Telefonunun şarjı biten Kanadalı Lidya’yı ise kendi cep telefonumuz aracılığı ile Türk sevgilisine kavuşturduğumuz an ve o an gözünde yer alan pırıltı en duygusal sahneydi.

Doğum günü partimde bizden başka herkes yabancıydı ama kırk yıllık dostlarmışız şeklinde çılgınlar gibi eğlenip, az ötemizde demirlemiş teknedekileri nispetten çatlattık. Önce yumuşacık sesi ile kanki miço Türk Sanat Müziği’nden bir fasıl geçip, herkesi büyüledi. Sonrasında gece boyunca yabancı kızlara itina ile göbek dansı öğretildi. Yabancı erkekler büyük ustalıkla Türk kızlarına hayran edildi. Her an Amerika ve Avustralya üzerinden gerdan kıran halimle youtube’a düşebilirim, ülkemizden erişim engellenmiş olmasına bence şimdilik şükredelim.

Biri bizi gözetliyor evi gibi garip bir hali var tekne hayatının. Yirmi beş metrelik tekne üzerinde maksimum on dört kişi arasında kaçacak başka delik olmadığı için bir anda tarifsiz bir bağ kuruluyor. İlk grupla ayrılmamız bu nedenle çok zor oldu. İkinci grupla ise zaten neredeyse ayrılamıyorduk.

Bu kadar samimiyet içerisinde ister istemez bir takım yakınlaşmalar da olmuyor değil. Dar alanda kısa flörtleşmeler konusunda İngiltere’den gelen aşk kelebeği Mary, bakışarak aşçı ile güzel dakikalar geçirirken, bense ikinci grupla aramıza katılan ve çok iyi zaman geçirdiğim Amerika’nın özgürlük anıtı temsilcisi Brek ile özel dakikaların eşiğinden dönmüş bulunuyorum. İyi mi ettim kötü mü bilemem ama “mavi yolculuğa evet, sonunu bilmediğim bir yolculuğa hayır” sloganı ile bence hayal kurulası bir duruma kafadan engel koymuş oluyorum.**

Her şeyden öte denizde balıklarla dans etmek, metrelerce derinliğe kendini bırakmak, dağlardan denize karışan soğuk suda ürperip, iki kulaç ötede ısınmak tarif edilmez hislerdi. Geceleri yıldızların şovu ise ayrı güzeldi. Tadını çıkarmak isteyenlerin hepsi zaten uyumak için güvertedeydi. Velhasıl, ani kararımızla çıkıp gittiğimiz mavi yolculuğumuzun her anı yaşamaya değerdi.

Kanki miçoya, (sevgilisinin mesaj ve telefonlardan serbest bıraktığı zamanlarda?! ) tek göz odaya kardeş kardeş sığışmamız ve de sorunsuz bir yolculuk geçirebilmiş olmamız konusunda ne kadar teşekkür etsem azdır.

Ben yeni bir rotaya yelken açabilmek için şimdiden planlar yapıyorum, size de mavi olsun veya olmasın hayatınızda mutlaka güzel bir rota tutturmanızı tavsiye ediyorum. ***

* ülkeler harf sırasına göre yazılmıştır.
** http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=110618 nolu blogla çelişmemek gerek diye mi yaptım acaba?
*** kendini aşmış en uzun yazı için üzgünüm.
**** dördüncü yıldız yoktu, teknenin etkisi geçmedi, ben hala sallanıyorum.

 
Toplam blog
: 118
: 1607
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

Bir fikirden bir başka fikre, gerçeği bulana kadar bir halden başka bir hale geçip duruyorum. İncede..