- Kategori
- Öykü
Şeytan aldı kaçırdı, satamadı getirdi

Anneannem bize geldiğinde, hiç gitsin istemezdim.
O bana hiçbir zaman annem gibi; " dur bir dakika işim var!" demez, hep dinler, hep anlatırdı.
Nereden buluyordu beni oyalayacak, onca öyküyü, şimdi şimdi anlıyorum. İnsanda öyküler biriktiren şey, yıllarmış meğerse.
Yaşanmışlıklara hayal gücü ekleyip, yeri ve zamanı gelince, kendine saklamayıp, anlatmak lazım… Tam da şu anda benim yaptığım gibi.
Kendi evinden başka bir yerde rahat edemediğinden, bizim ona gitmemizi yeğler; " Yaşlı ağaç kök salmaz " deyip, tüm ısrarlarıma rağmen, asla yatıya kalmaz, hep gitmek isterdi.
O toparlanmadan koşar ayakkabılarını saklar, “Şeytan almış kaçırmış! “ diye kalması için son bir kez daha şansımı denememe rağmen, evinde rahat ettiğini, yine geleceğini söyleyip bir gölge gibi giderdi.
Gitmesin isterdim, hem de, hiç gitmesin hep bizde kalsın!..
Israrcı o küçük “Kınalı Kuzu” ki; bu benim o zamanlar adımdı… Şimdi kocaman bir kadın oldum.. Ama yaşıyor olsaydı, onu şimdilerde anlıyor olsam da yine kalması için ısrar eder, pabuçlarını bu kez, hiç bulamayacağı yere saklardım.
Evet o küçük kız herkes gibi zamanla büyüdü evlendi çoluk çocuğa karıştı. Belki bir gün anneanne bile olur, kim bilir?…
Kocaman olmuş bir kız, sevdiği adam için bütün gün mutfakta, saçlarını toplamış, şarkılar mırıldanarak, yemekler yapıyordu.
Atom Karıca gibi. Dört ocağın dördü de yanıyordu. Her tencereden başka bir koku evin içine yayılıyordu. Yemekler piştikten sonra tüm camları açıp, evi havalandıracak, hatta bir tütsü ile evin havasını değiştirecekti. Bu çok önemli idi. Çünkü tencerelerin kapakları açılmadan ne pişirdiğinin anlaşılmasını istemiyordu zira süpriz yapmayı çok severdi.
Özellikle bu gece için bir şeytanlıklar planlıyordu...
Uzun süredir tanışıyorlardı, dile getirmemiş olsalar da; birbirlerini seviyorlar. Açıklamak için ikiside cesaret edemiyor, ilk adımı hep, biri diğerinden bekliyordu. Aslında, artık sabırsızlanıyorlar ama acele etmeyip uygun zaman ve mekanı kolluyorlardı.
Şifreli bir anlatım tarzı vardı ikisininde. Satır aralarında, ayrıntılarda saklıydı aşkları…
Son bir kez herşeyi kontrol ediyordu ki; kapı çaldı.. Beklenen misafir gelmişti. Hem de tam zamanında. Adam kadının beklemeyi sevmediğini bilirdi...
Bu gece yüreği her zamankinden daha bir başka çarpıyordu kadının.
Yemek beklenenden daha güzel geçiyordu.
Hep aynı anda söze başlıyorlar, sessizlik olunca, gözlerindeki o farklı bakışın yakalanmaması için ikisi de susmak bilmeden, önemli - önemsiz çocukluk anılarına bile kahkahalar atarak, birbirinin sözünü keserek ama dikkatle dinleyerek, anlatıyorlardı.
Kadının çocukken yaptıklarına, adam kahkalarla gülüyordu. Onu bu kadar neşeli görmek kadını mutlu ediyor, anlattıkca yeni yeni şeyler aklına geliyor, anlattıkca anlatıyordu...
Gülüşmeler, uzun uzun kahkahalara dönüşüyordu. Adeta bir sinir boşalması yaşıyorlardı.
Bu geceyi yaşamak için o kadar çok beklemişlerdi ki...
Adamın gözleri sık sık, kadının gülümsedikce daha çok belirgeleşen gamzesine takılıyor, gözgöze geldiklerinde ise birden sessizlik oluyordu.
Kadın mutfaktan bir şey getirme bahanesi ile ayağa kalkınca; adam bileğinden yakaladı ve “boşver!” diye geri oturtu. Kadın adamın konuşmasına fırsat vermeden hemen başka bir konuya geçerek sesizliği bozdu.
Gece ilerlemişti... Kadın bütün gün koşturduğundan biraz yorulmuştu.
Tuvaleti kullanmak için masadan kalkınca; kadın boşalan tabakların bir kısmını mutfağa götürmeye başladı. Mutfaktan döndüğünde adamın, masada kalanları toplarken bir yandan da onu izlediğini farketti. Bu gece gözlerini kadından ayıramıyordu.
Birlikte masayı toparlayıp, mutfakta kahve yaparken yine gülüşerek sohbet ettiler.
Adam kadının gitme kal! demesini beklemesine rağmen “Çok yoruldun sen” diyerek kalkmak için izin istedi. Kadın hiç ses çıkarmıyordu gidişine.
Epey geç olmuştu. Misafir istemeyerek de olsa kalktı, sokak kapısına doğru gitti, son bir kez daha gözgöze geldiler.
Ayakkabılarını giymek için eğildi. Ama, o da ne?
Adamın tuvalete gidişini fırsat bilen şeytan; ayakkabılarını almış, kaçırmıştı...
Saime Eren