Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '07

 
Kategori
Yolculuk
 

Sinop kalesinden indim denize

Sinop adını duyunca gözümün önüne ilk gelen bir Kadir inanır filmi “Tatar Ramazan” soğuk koğuşlarında Sinop cezaevi başka bir şey gözümün önüne gelmezdi.Sinop’lu bir aile dostumuz var her defasında ballandıra ballandıra Sinop’u anlatır.14 Temmuz sabaha karşı bu aile dostlarımızla kızlarımızı İngiltere’ye yolcu ettik “haydi Sinop’a gidiyoruz”.Arkadaşımızın annesi Nurten Hanım babası Erol Amca bizi bekliyor kahvaltıya.

Esenboğa Havaalanından Çankırı yoluna dönünce Ankara’nın küçük ve orta ölçekli sanayileşme çabalarını görüyoruz.Başta Ülker gelmek üzere cam , tekstil , mobilya üretim tesisleri sıralanıyor.Birkaçını eğitim ve danışmanlık çalışmalarından tanıma fırsatı buldum şu anda Ülker hariç diğerlerinin işi çok zor, daha da fazlası Türkiye’de tüm sektörlerde sermaye ve yönetim ağırlığı her sektörde %80 oranında yabancı sermayenin eline geçiyor.Durum bir fırsat bir tehlike sunuyor değerlendirilebilirse.Akyurt ilçesine gelince Kavaklıdere’nin üzüm bağları başlıyor yoğunlukla Kalecik Karası çeşidi üzümler.Zaten yirmi otuz kilometre sonrası da Kelecik .Kalecik Karası Türk Şarapcılığı için harika bir örnekti , maalesef bizde her işte olduğu gibi “ hadi biz de dikelim bak para ediyor” mantığıyla bu üzüm cinsinin de değeri düştü.Rekolteler yetersiz ve zayıf kaldı durum pek iç açıcı değil.Umutluyuz çünkü bir İsrail şirketi çok önemli miktarda bir arazi aldı bu bölgede , yakındır Kalecik Karası şarabını İsrail’den ithal ederek içeceğiz.

Çankırı Ankara yolu köstebek tarlasına dönmüş , Anadolu’nun her tarafı duble yol yapacağız diye yollar mıcır oluyor bu mevsimde ve inanılmaz kazalara da sebep oluyor. Karayolları Genel Müdürü de diyor ki” ne yapalım paramız yok beton asfalt yapmaya” Türkiye yılda abartmayayım ama yirmi bin insanını kaybediyor yılda trafik kazalarından , aman dikkat.Çankırı tipik bir Orta Anadolu kasabası görünümünde, askerliğimin iki ayını Astsubay Hazırlama okulunda yaptım, şimdi okul kapatılıp yüksek okul olmuş. Yukarı Mahallede tipik Kastamonu tarzında evler görülür.Çankırı’nın da ünlü bir cezaevi var.Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Doktor Hikmet burada yattılar 38 Donanma davasında.Bu yılları “Memleketimden İnsan Manzaralarında” Nazım ayrıntılı aktarır.

Çankırı ile Kastamonu’nun ortasında Ilgaz Dağı yükselir kış sporları ve yayla turizmi için oldukça elverişli.Kastamonu Holding diye Kastamonu’lu işadamlarının oluşturduğu ortak girişimin yaptığı “Ilgaz mauntain resort” Ilgaz Dağ evleri dersek dilimiz eşek arısı sokar, evler yaz kış konaklamak için dağın en güzel yeri.Ayrıca Üniversitenin ve çeşitli kamu kuruluşlarının da yerleri var.Ilgaz’dan aşağıya inerken sağda alabalık çiftlikleri yer alır.görmeye rakı alabalık yapmaya değer.Ilgaz Çankırı’nın ilçesidir ama Kastamonu’ya sosyal ve kültürel olarak daha yakındır.İstanbul Karadeni z hattı buradan geçer.Ilgaz’da artık Kastamonu kültürünün izleri başlar kuyu kebabı ve Kastamonu pidesi ile çekme helvası mutlaka tadılmalıdır.

Kastamonu’da çok kalamadık, arkadaşımız Dr.Sümer Bey’in tavsiyesiyle sabahın kör saatinde en rahat çay içilecek yer Anadolu Hastanesinin kantininde çay simit ve su böreğiyle kahvaltı yaptık.Dr.Sadi Bey’de kahvaltımıza eşlik etti seçim tahminleri yaparken şehirde bir uğultu yükseldi Gazi Mustafa Kemal Kastamonu’ya geliyormuş Çankırı üzerinden .Son zamanlarda Ankara’nın sıcağında dolaşırken beyaz bir şapka kullanıyormuş.Kastamonu’ya gelinceye kadar halk yollara dökülmüş Gazi Paşasını selamlamak için.Gazi her durduğunda şapkasını çıkararak halkı selamlıyor, halkta onda hafifçe eğilerek selam veriyormuş.Hükümet Konağının önüne geldiğimizde çam ağaçlarından yapılmış bir kürsü üzerine el dokuması halılar serilmişti.Paşa toz duman içinde otomobilinden indi yanında Kılıç Ali , valinin ve müftünün diğer ileri gelenlerin ellerini sıktıktan sonra çevik adımlarla kürsüye çıktı etrafı mazi gözleriyle süzdü sesinde bir tedirginlk seziliyordu.Bura insanının cehaleti ve mutaassıplığı anlatılmıştı kendisine.

“……..Milletimiz şu noktayı açıkça bilmelidir;medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki kendisine bigane olanları yakar, mahveder……” biz Sinop’a gidiyorduk eşlik edemedik İnebolu Türk Ocağında konuşmuşlar .

……..Arkadaşlar Turan kıyafetini canlandırmaya mahal yoktur;medeni ve milletlerarası kıyafet, bizim için çok cevherli;milletimiz için en münasip ve layık bir kıyafettir onu alacağız…….Bunu açıkça söylemek isterim, bu serpuşun ismine şapka denir”. Kastamonu’ya dönüşünde halkın çoğunluğunun şapka giymesi onu çok heyecanlandırmış CHP il binasını ziyaretinde yine halka seslenmiş

“ Arkadaşlar, efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz;en doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikidir.Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kafidir;…………..”

25 Ağustos 1 Eylül 1925 tarihleri arasında yaptığı bu seyahatten dönerken bugünkü Çubuk Barajı yakınlarında başta Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Hoca olmak üzere kendisini Ankara halkı başı açık karşılamışlar.Bazıları kasket ve şapka da takmıştı, Gazi Rıfat Hocayı otomobiline alır Meclis Binasına doğru toz duman ilerler.Biz de ardından hayranlıkla izledik.

Gazi ve arkadaşları İnebolu yönüne giderken biz Kastamonu çıkışında Migros ve Carefoursa’ya selam verip Taşköprü sarımsak diyarına doğru yola çıktık.Henüz yeni mahsül çıkmamış geçen yıldan kalma ürünlerini köylüler yol boyunca satıyorlar.Arkadaşımız Gül Hanım “ aman almayalım , birkaç defa aldım hep içi boş çıktı” dedi biz de sözünü tuttuk sarımsak almadık .Taşköprü ‘ye gelinceye kadar yollarda pek durulacak yer yok , çok acıktıysanız “Sarımsak Hoca’da” kahvaltı yapılabilir.

Kastamonu yiyecek içecek hususunda zengin bir mutfağa sahiptir. Bu zenginliğin başlıca sebebi; bitki örtüsündeki çeşitli ve tabiata dayalı yetiştirilen hayvan varlığıdır. Yiyecek olarak kullanılan yabani otlar, bitkiler, mantarlar, dağ çileği yanında her türlü sebze ve bir çok meyve Kastamonu topraklarında yetişmektedir. Türkiye'nin en güzel ve kaliteli sarımsağı bu il de yetişmekte ve ihraç edilmektedir.Üryani eriğini sadece bu İl'de yemek mümkündür.

Kastamonu bölgesine ait 812 çeşit yiyecek derlemesi yapılmıştır. Bunlardan 38 çeşit çorba, ve 51 çeşit ekmek tarifi görülmektedir.
“ Kastamonu mutfağının ünlü yiyeceği sac üzerinde pişirilen "etli ekmek" tir. Bu etli ekmeği bir bardak yayık ayranı ekşi eğşi yada pelverde ezmesi eşliğinde yiyen artık Kastamonunun adını unutamaz. İl de hazırlanan kışlık yiyecek tarhana nın çorbası en besleyici çorbadır. Hazırlanmasında kullanılan un yoğurt hamuru içindeki çok çeşitli bitki özleri tadı-lezzetini farklı hale getirmektedir. Ayrıca besin değerini artırmaktadır. Her mevsim yerli halkın ve ziyarete gelenlerin yemekten vazgeçemediği döner in kömür ateşinde pişeninin tadı doyumsuzdur. Kış mevsiminde yöreye has olarak yapılan pastırmalı ekmek bir başka lezzettir. Özel olarak hazırlanan çimensiz pastırma ince dilimler halinde doğranıp, soğan piyazı ile karıştırılıp, içine yeteri kadar baharatta katıldıktan sonra fırında açılan hamur içine kapalı olarak konup, pişirildikten sonra üzeri zevke göre az veya çok tereyağı ile yağlandıktan sonra afiyetle yenir. Baharın gelmesi ile kuzuların büyümesi bir diğer yöre yiyeceği olan biran kuyu ortaya çıkması görülür. Kastamonu merkez ve bilhassa Taşköprü ilçesinde pişirilen biran meşhur et yemeğidir.Tatlılar içinde asırlardır süregelen çekme helva gerek elde özel olarak hazırlanışı, gerek ince ince tat telleri ile bölgeye hastır. İl dışına her gidenin mutlaka dostlarına aldıkları makbul hediyedir. Kış günlerinin bir diğer yöresel yiyeceği Kastamonu simidinden yapılan "simit tiridi"dir. Simit tiridini yiyemeyenler İl dışına giderken dost ve arkadaşlarına mutlaka bir dizin Kastamonu simidi alıp getirirler.”


Taşköprü’ye girmiyorsunuz Hanönü yönüne devam ediyorsanız Hanönünde “Elmalı Bahçe” güveçte ( cabada) kurufasülye , köz de çay , kır pidesi için bölgede tercih edilecek tek yer.Hanönünden sonra ya Ayancık yoluna sapacaksınız ya da Boyabat yönüne sapıp Boyabat’a girmeden Sinop yoluna ilerleyeceksiniz.Sonuçta 1500 metre yüksekliğinde Küre Dağlarını geçmek zorundasınız.Boyabat Sinop arasında tünel çalışması nedeniyle yol yok denilebilir.Sıkıntılı bir tırmanışın ardından muhteşem manzara.Çadır kuranlar yaylada pikniğe gelenler kuzular çevrilmeye başlamış.Bir de şu seçim kirliliği olmasa.Bu milletvekili adaylarının fotoğrafını kim çekiyorsa hepsinde aynı yalancı riyakar gülümseme bunlara birileri “ beden dili “ dersleri veriyor ama kim bir türlü anlayamıyorum.

Tam tepeden Sinop göründü , deniz göründü sisler içinde Sinop.Boztepe yarımadasına kurulmuş şehir.Yarımadanın en dar yeri de kırk metre kadar, buradan şehre giriliyor.Tarih boyunca Helenistik Dönem, Roma, Bizans dönemlerini yaşadıktan sonra Sinop 1085’de Selçuklularca fethedilmiş, Pervaneoğulları, Candaroğlu, Osmanlı dönemlerini yaşadıktan sonra Türkiye Cumhuriyetin’in kurulmasıyla da il olmuş.

Sinop adının nereden geldiğine ilişkin muhtelif rivayetler var: Sinope ırmak tanrısı Osopos’un kızıymış , bir gün Tanrılar Tanrısı Zeus kızı görmüş aşık olmuş , aşkına karşılık her istediğini yapacağını söylemiş, Sinope kendisine dokunmamasını istemiş, Zeus da Sinope’yi alıp en sevdiği yerlerden olan Karadeniz'in cennete benzeyen yemyeşil kıyılarına bırakmış. Yani bugün Sinop ilimizin bulunduğu yere.Bir başka rivayet ; Sinop'un ilk kez Hititçe Sinova adı ile anıldığını söyler.Bir başkası Sinop adinin Asurların ay ilâhı olan "Sin"den geldiğini bildirmektedir. Bazı kaynaklar Sinop adının ilk söylenişini Sinavur olarak ileri sürmektedir. Bir başkası 5. M.Ö. 200 yıllarında yaşayan Skymnos, şiirlerinde Sinop adının Sinope adlı bir Amazon kraliçesinin adından geldiğini dile getirir. Suyun göğsü anlamında Farsça (Sine-i âb) dan Sınap şekline çevrilmiş ve böyle konuşulmuş deniliyor.

Sinop Anadolu’nun haritasında gördüğümüz sivri burnunun sağında Boztepe yarımadasında kurulmuş, bu yarımadanın ağzının kırk metreye kadar daralması onu açık bir cezaevi olarak kullanılma fikrini ortaya çıkarmış.Kontrolün son derece kolay olduğu bu şehir tarih boyunca sürgün yeri olmuş.Erol Çınar Amcamızın ( Sinop’ta kendisine misafiriz) tespitine göre

“ Buraya sürgün edilen insanlar sonuçta mevcut düzene başkaldırmış entelektüel birikimi olan , cesareti olan insanlarmış.Bu insanlar da sonuçta bu yörenin insanlarıyla temasta olduklarından bu bölgeye çok şey kattılar.Katkılarının başında Sinoplu dışarıdan geleni hoşgörüyle karşılar, gelen i olduğu gibi kabul eder.Doğada da tipik bir örnekle karşılaşırız Boztepe yarımadası göçmen kuşların Karadeniz üzerinden geçişte ilk duraklarıymış.Zamanla buraya Amerikan üssü yapılınca projeksiyon ışıklarından kuşlar konaklama yerlerinde şaşırmışlar kalmışlar yorgunluktan daha da uzağa gidememişler pat pat düşüp ölmüşler.Daha sonraki yıllarda burayı pas geçip karşı kıyıda Gerze tarafına inmeye başlamışlar halk ellerinde fenerlerle buralarda ava çıkarmış, yorgun kuşları avlarla şehirde satarlarmış hatta kuş satarak apartman sahibi olan birini bilen tanıyoruz, zaman içinde hepsi yok olup gitmişler”

Kahvaltıya saat onbirde oturduk, balkon rüzgarlı pencere önünden doğal limanı görecek şekilde oturduk.Nurten Teyzemizin yaptığı reçeller, nefis kaymak çavdar ekmeği eşliğinde, taze domatesler , börekler harikaydı. Erol Amcamız diyor ki “ şimdi karayel esiyor, eskiden bizim balkondan bakılınca Boztepe yarımadasının diğer yanı rahatlıkla görülürdü.Şimdi karayel esince öbür yanda dalgalar kudurur gemiler bu yana doğal limana kaçar.Günbatısından esince de dümdüz olur”

Kahvaltı öğle yemeğinden sonra kanepelerde Sümer Hocamla uyuya kaldık. Yorgunluk uykusuzluk biryandan bir yandan da şehri gezme isteği biraz kestirdikten sonra düştük yollara

“tersaneden çıktı fener alayı

Millet bahçesinde verdik molayı

Heyamola heyamola”

Gül Hanım diyor ki ” çocukluğumuzda önemli günlerdeki fener alaylarında çoluk çocuk hep birlikte bu marşı – türküyü söylerlerdik.” Bizde ilk durağımız tersaneden başladık gezmeye.

Tersaneye gelmeden Erol Amcamız işaret ediyor “şimdi kütüphane olarak kullanılıyor Doktor Rıza Nur’un evi Atatürk muhalifi Sinop Meclis-i mebusan milletvekili”

İçimden durup gezmek geçiyor yapamıyorum arkadaşlar pek oralı değil .Şimdi gözlerim önüne geliyor 1925 Sinop matbaasında basılan Sinob gazetesi Tarih 21 eylül 1338 numro 306 fiyatı 40 para SİNOB Sinob matbaasında eski Türkçe harflerle basılmış bakın ne yazıyor

“İngilizlerin tavsiyesi ile İstanbul’da Fatih’de bir selam resmi (Resmi geçit) yapılmıştır.Hünkara İngiltere’nin Malta Valisi Plumr refakat etmiş ve askeri selamlamışlardır.Ekser Halk(halkın çoğunluğu) hünkarı selamlamamışlar ve “Yaşasın Mustafa Kemal Paşa” diye bağırmışlardır.

Tersanede daha çok büyük balıkçı gemileri yapılıyor , genelde saçtan yapılan gemiler.Arabamızı park ettik tersanenin tam önünden duvarda açılan daracık bir kapı var oradan girince geniş bir avludan geçilıyor ve Sinop cezaevinin girişine geliyorsunuz.Önünde hatıra fotoğrafları çektiriyoruz.

Dar bir koridordan kapıaltına doğru ilerliyoruz.Sağ kolda zindan yazılı bir oda var bence bu oda hapishaneye ilk gelenlerin bekletildiği bir oda , odada pencere yok tavan yüksek tuvaleti de içinde.Kapı altını geçince sağ koridorda revir yer alıyor, revirden de diğer bölümlere geçilen koridorların başında bir incir , yanık bir türkü tutturmuşlar sanki avluda volta atan mahkumlar:


“ mahpusun içinde üç ağaç incir

Elimde kelepçe boynumda zincir

Zincir sallandıkça heryanım sancır

Düştüm bir ormana yol belli değil”


Avluda volta atan mahkumlardan biri elime bir tomar kağıt tutuşturdu. ”Bak bu Sabahattin Ali’nin notları “ heyacanla açtım soluk kağıtlardan zor okunuyor.

“ 15.5.1933 - Sinop

Iki gözüm Ayşe,

Sana vapurda uzun bir mektup yazdım. Buraya gelince kardeşini sokakta görerek ona verdim. Bilmem aldın mı, yoksa vapur mu bekliyor.

Sinop Hapishanesi fena değil, birkaç da Orta mektep muallimi tanıdık çıktı. Faik'in (Faik Dranas-O zaman Kabataş Lisesi Müdürü.)Zeki ismindeki kardeşi de iyi bir çocuk, beni pek yalnız bırakmayacaklar, yani dışarıda ufak tefek işim olursa yapacaklar.

Ne yaparlarsa yapsınlar, bana bu beş ayda tahammül ettiğimden kötüsünü yapamazlar, bana daha çok çektiremezler ya...Ha bir de çektirsinler...Iş olacağına varır... "Istek"diye çok kötü bir şiir gönderiyorum, orada yazılı olan isteklerin ne kadar hakiki ve samimi olduğunu ne kadar kötü ifade edilmiş olduğuna bakarak kıyas edebilirsin. Oscar Wilde'a göre insan ancak sahiden hissetmediği şeyleri güzel yazarmış ve hissettiği şeyleri yazarsa fena olurmuş, benim şiir gibi...

Sinop şehrini pek sevdim. Türkiye'nin klasik sahil şehirlerinin manzarasını arz ediyor.

Fakat Ege sahilinin cazibesinden mahrum... Hapishane şehirden daha kalabalık.

Yattığım koğuş zarf ve mazruf itibariyle her bakımdan kabili tahammül (katlanılabilir)...

Burada 14 tane de komünist var, ihtilattan memnu (kimseyle görüşmelerine izin verilmeyen). Tabi isimlerini bile ağzıma almıyorum, çünkü Konya Müdde-i umumisi benim evrakıma "komünist mefkûreli"(komünist düşünceli) ibaresini ilaveyi ihmal etmemiş...

Zaten şimdilik şehirde de bizim komünist olduğumuza dair rivayetler feverana (dolaşmaya)başlamış... Cehenneme bile gitsem beni rahat bırakmayacaklar...

Sabahattin Ali

ISTEK


Yanıyor beynimin kanı
Bilmem, nerelere gitsem,
Içime sığmayan canı
Hangi rüzgâra eş etsem.


Akşam sular karardı mı,
Bir dağa versem ardımı
Içimi yakan derdimi
Göklere doğru anlatsam.


Içiliversem dem gibi
Kırılıversem cam gibi
Şamdanda yanan mum gibi
Sabahı görmeden bitsem.


Bir yüce ormana dalıp
Ya bir dağ başına gelip
Beni yaratanı bulup
Malını başına atsam.


Görünmez kollar boynumda
Yarin hayali koynumda
Sıcak bir kurşun beynimde
Bir ağaç dibinde yatsam. “

Kalabalık bir grup daha Sinop Cezaevini geziyor , rehberleri de bir yandan bilgiler veriyor.

“ Sinop cezaevi ; 10247 metrekarelik bir alana yayılmış, Sinop kalesinin güney batı ucunda kalan içkale içinde yer alıyor.Aralık 1997’de boşaltılmış Kültür Bakanlığı’na devredilmiş.

Sinop Kaleleri ilk defa M.Ö. 2000'de yaşayan yerli kavim Gaşkalılar zamanında kurulmuş, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde büyütülerek onarılmıştır.İç Kale adi verilen hapishanenin bulunduğu alan ise 03 Ekim 1214 yılında Sinop'u zapteden Selçuklu Sultani İzzeddin Keykavus tarafından, ana kalenin kuzeyden güneye inen dik bir surla kesilmesi ile meydana getirilmiştir. Enine ikinci bir duvar ile iki bölüme ayrılan iç kalenin güneyde kalan kısmı 9500 m2.'lik alanı kapsamaktadır. Sinop Hapishanesi bu alanda kurulmuştur. Surlar ve kalenin yapım şekli buranın hapishane zindan olarak kullanıldığına ilişkin kanıtlar veriyor.

Hapishaneyi çevreleyen iç kale 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yükseldiği denize hakim güney beden 22 metre ve surların yüksekliği 18 metredir. 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde iç kaleyi bir uçtan bir uca kadar gezebilme imkanı veren yollar muhafızların gezi yolu olarak kullanılmıştır.

Üzerlerinde değerli tarihi bilgiler bulunan kitabeleri ile bu gün sapa sağlam ayakta duran ve eski zindan özelliğini yitirmeyen ve bazıları kullanılabilir durumda olan Burçlar bu hali ile görülmesi gerekli kültür varlıklarımızdandır. İç kaleyi oluşturan beden ve burçların yapımında Antik devir mimarisine ışık tutacak bol miktarda mimari parçalar kullanılmıştır. Duvar Selçuk Kitabelerinin yanında, bünyesinde taşıdığı mimari parçalar ile de bir açık hava müzesi görünümündedir. Selçuklular zamanında tersane olarak kullanılan iç kale Osmanlılar zamanında da kullanılmış, zamanın en mükemmel harp gemileri yapılmıştır.

Dünyada, cezaevinin ünüyle anılan şehirlerin sayısı çok azdır. Ama hiçbiri, Sinop Cezaevi kadar tarihsel derinliğe sahip değildir. Bunun bir çok nedeni olsa da, kentin coğrafi konumu, bunda sanırız en önemli etken olsa gerek. Çünkü Sinop, Uygarlıklar Ülkesi Anadolu'nun "yalnız kenti"dir. Orta kuşakta bulunmasına karşın, Karadeniz'e bir "kısrak başı" gibi uzanır. Bu konum ona, özel bir güzellik katarken, aynı zamanda ideal bir Koloni Kenti de yapar. Ilkçağın Koloni Kentleri üzerinde, her zaman bir sis perdesi vardır. Onların tarihsel derinliğine dair elde ettiğimiz bilgiler, çok belirgin değildir. Buna karşın, kale duvarları ile korunan, daha çok küçük yerleşim alanları olduklarını görüyoruz. Ve bu ölçekte Sinop'un, MÖ. 6.500'e kadar indiğini biliyoruz. Sinop Kalesi, günümüzden 4.000 yıl önce, bölgeye egemen olan Gaskalılar tarafından yapılmıştır. Kale, kentin konumundan dolayı önemini hiç kaybetmemiş ve hatta onu, bir Kale Kent bile yapmıştır. Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar, gerekli ilaveler yaparak, onu değerlendirmişlerdir. Ama kalenin ana plandaki boyutları, MÖ. 72'de Pontus Kralı Mithridates Eupatur döneminde şekillenmiştir.

Sinop'un Türkler tarafından alınması, 1214 yılında Anadolu Selçukluları dönemine rastlar. Sultan Izzettin Keykavus, kaleye kuzey-güney yönünde paralel bir sur ekleyerek, Iç Kale'yi meydana getirmiştir. Ayrıca enine örülen bir duvar ile de, bu Iç Kale ikiye bölünmüştür. Güneyde kalan ve 9.500 m²lik bu kısım, bugünkü Tarihi Sinop Cezaevi'nin kullanım alanını oluşturacaktır. Sinop Kalesi'nin bir cezaevi olarak kullanılmasına ilişkin elimizdeki en eski kayıt, 1568 tarihlidir. Bu dönemin çok sayıdaki ayaklanmalarının birinde, Ibrahim ve Mehmet adlı iki suhtenin, yağmacılık suçuyla, kalede hapsedildiğini görüyoruz.

Çeşitli tarihlerde Sinop'a uğrayan gezginler, Kale'ye değinmeden geçmemişlerdir. Örneğin Evliya Çelebi, bu kenti 1640 yılında anlatırken şu gözlemlerde bulunur: "Kale düz bir yerde kurulmuş olup, iki taraftan dalgalar döver. Dikdörtgen biçimindedir. Hapishaneyi oluşturan Iç Kale, 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yüksekliği 22, duvarlarınki 18 metredir. Iç Kale'yi çepeçevre kuşatan duvarlar 3 metre kalınlığında olup, muhafızlar için devriye yolu özelliğindedir." Yine Evliya Çelebi, çok renkli ama biraz abartılı üslubuyla, Sinop Cezaevi'ni şöyle anlatır: "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar." Evliya Çelebi'nin anlattıklarında gerçek payı çoktur. Deniz kenarında olduğu halde, denizi göremeyen mahkumlara Sabahattin Ali, 1933'te şöyle seslenecektir: "Görmesen bile denizi / Yukarıya çevir yüzü." Öyle ya, burada mahkumların dünyasına dışarıdan katılan yalnızca iki şey vardı: Özgürlükten uçarak gelen martılar ve bahçe duvarında kendiliğinden açan kır çiçekleri… Çünkü o dönemde, Sinop Cezaevine "girilir, ama çıkılmaz"dı. Nemden kibritin bile yanmadığı bu mekanda, mahkumlar çürümek ve ceza sürelerini tamamlayamadan ölmekle, karşı karşıya kalırlardı.

Selçuklu Sultanı Izzettin Keykavus, kalenin güneyine 5 adet burç yaptırmış ve her birine komutanlarının adlarını vermiştir. Bu burçlar, kale bir cezaevine dönüşmeden önce, zindan olarak kullanılmıştır. Kale burçlarının kendisi gibi kitabeleri de, günümüze kadar ulaşmıştır. Bu "eski zindan" yaklaşık 800 yıllık geçmişi ile, Anadolu'daki en eski kültürel varlıklarımızdan birini oluşturur. Tarihte çeşitli devletler, kendi mimari tarzını yükseltirken, önceki uygarlıkların işlenmiş taş malzemesini, amaçlarına uygun olarak kullanmışlardır. Bir örneğini Istanbul Beyazıt'taki Patrona Hamamı'nda gördüğümüz bu uygulama, doğaldır ve yadırganmamalıdır. Burada da, Iç Kale'nin duvar ve burçlarının yapımında, Selçuklu öncesine ait uygarlıkların taş malzemesi kullanılmıştır. Üzerlerinde Grekçe ve Latince yazıların okunabildiği bu taşlar, kendi dönemlerinin önemli "tarih kayıtları" olarak karşımızda durmaktadır. Çeşitli sütun başlıkları ve kesme taşlardan oluşan bu parçalar, Selçuklu mimarisinin katkılarıyla birlikte, daha da önem kazanmaktadır.

Uzun süre tersane ve zindan olarak kullanılan Iç Kale, 1887 yılında Cezaevi'ne dönüşmüştür. Bu konuda Istanbul'dan görevlendirilen Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa, amaca uygun olarak, önemli düzenlemeler yapmıştır. Buna göre, iki kat üzerine, kesme taştan ve sık pencereli olarak yapılan cezaevi, "U" biçiminde tasarlanmıştır. Ayrıca, mahkumlar tarafından kullanılmak amacıyla tek kubbeli bir hamam yapılmıştır. Tarihi Sinop Cezaevi'nin "konuk" listesi, her dönemde kabarık olmuştur. Konuklar arasında, 1713'te Kırım Hanı Devlet Giray'dan başlayıp, 1932'de Sabahattin Ali'ye kadar, bir çok ünlüyü sayabiliriz. Farklı milliyet ve bölgeden gelen mahkumlar nedeniyle cezaevi, deyim yerindeyse "Nuh'un Gemisi"ni andırıyordu. Buna, Sinop'ta zorunlu ikamete tabi tutulanlar dahil değildir.

Kaçmanın imkansız olduğu bu cezaevinde, geçen yüzyılın başında güzel bir uygulama başlatılmıştır. Mahkumlara el sanatları öğretilmiş ve marangozluk, kuyumculuk ve oymacılık gibi sanatlarla, üretime yöneltilmiştir. Böylece üretilen eşyalar dışarıya satıldığı gibi, mahkumlar da el emeklerinin karşılığını almıştır. Daha da önemlisi, "zaman yükü"nün ağırlığı hafifletilmiştir.

Cezaevinin girişi, geniş merdivenli ve rahat bir plana sahiptir. Sırtını batı duvarına vermiş avluya açık olan binada 28 oda vardır. Yakınında aynı yüzyıla ait taş hamam bulunmaktadır. Küçük fakat sevimli bir mimarisi olan hamam, orijinal özelliğini aynen korumaktadır. Hamamın girişinde ılıklık ve ona bitişik 5 adet kurnası bulunmaktadır. Sonradan yapılan değişimle, kurna sayısı 7'ye çıkarılmıştır. Dikdörtgen planlı ve tonoz kubbeli bir sıcaklık bölümü bulunmaktadır. Kubbenin küçük cam pencerelerinden aydınlanan, sıcaklık kısmında göbek taşı yoktur. Alt katta, zeminden aşağıya merdivenle inilen ve kesme taşlı kapısı olan külhan bulunmaktadır. Cezaevinin, duvarla ikiye ayrılan Iç Kale'nin kuzeyindeki bölmede, 1939 yılında 2 katlı ve 9 koğuşlu, ikinci bir taş bina yapılmıştır. Çocuk Cezaevi olarak kullanılan bu binanın mimarisi, eskisine uygundur. Ama 1996'da "E-Tipi Kapalı Cezaevi"nin yapılmasıyla, Sinop'taki hükümlü ve tutuklular buraya taşınmıştır.

Bugün Tarihi Sinop Cezaevi, artık bir turistik gezi alandır ve geçmişte yaşadıklarından uzaktadır. Ve yüzyılların yükünü üzerinden atmak istercesine, olanlara kayıtsız. Yalnızca, hayret dolu bakışlarla, kendini tanımaya çalışan turistleri ağırlıyor. Bu haliyle, mutlu da görünüyor. Bizim bu konuda bir çabamız var. Fransa'nın Bastil Hapishanesi'nden çok daha eski olan Tarihi Sinop Cezaevi'ne, UNESCO'nun koruması altında, "Dünya Mirası" kimliği kazandırmak. Bu konuda bize katılır mısınız?

Sinop Cezaevinde Yatan Ünlüler

Refik Halit Karay : 12 Haziran 1913'de Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile başlayan ve bu suikasti takiben "Ittihat ve Terakki karşıtı" olması sebebiyle Istanbul dışına sürülüyor. 1913 - 1918 yılları arasını Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te geçiriyor.

Mustafa Suphi : Ittihatçı rejimin hak düşmanı niteliğini haksız savaş yaklaşımlarını eleştiren yazıları nedeniyle Şevket Paşanın öldürülmesi bahane edilerek 1913 yılında 15 yıl mahkumiyetle Sinop'a sürülüyor. 1914 yılında bir kayıkla Rusya'ya kaçmıştır.

Ahmet Bedevi Kuran : 1884 - 1966 yılları arasında yaşamıştır. 1913'de önce Bodrum'a daha sonra Sinop'a sürülmüş, buradan Sivastopol'a kaçmıştır.

Refii Cevat : 1890 - 1968 yıllarında yaşamıştır. Alemdar gazetesindeki yazıları sebebiyle 1913'de Sinop'a sürülmüştür.

Hüseyin Hilmi : 1910 yılında Osmanlı Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer alan Hüseyin Hilmi 1913'de Sinop'a daha sonra Çorum ve Bâla'ya sürülür. 1923 yılında öldürülür.

Burhan Felek : Çok kısa bir süre Sinop'ta sürgün kalmıştır.

Osman Cemal Kaygılı : 1913 sürgünlerindedir.

Celal Zühtü Benneci : (Teyyareci Celal)

Sebahattin Ali : 26 Aralık 1932 - 29 Ekim 1933 yılları arasında önce Konya sonra Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldı.


Rehber bu bilgileri antik çağda tersane olarak kullanılan bölümün önünde veriyordu.Dışarıdan dalga sesleri artık duyulmuyor, çünkü deniz doldurulmuş , deniz uzaklara kaçmış.”İşte Sabahattin Ali’nin koğuşu tek başına kalıyor şu pencerede.” Dediğini duyar duymaz merdivenlere koştum koridorlarda mahkumlar yerlere çömelmiş sigara içiyorlar koşar adım çıktım soluk soluğa girdim koğuşuna.Tek başına kalıyordu.Penceresi tersanenin duvarına bakıyor, girişte solda tuvalet var, hemen yanında küçücük bir mutfak, ranzada bağdaş kurmuş yazıyor, bir yığın zarflar var.” Şunları dışarıdan postalar mısınız rica etsem , zarfları kapatmadım siz de okuyabilirsiniz”

16.8.33-Sinop

Iki gözüm Ayşe,

Çeşmi Ibret (Ibret gözü) ile bakıldıkta burada bulunan "750" MAHPUS HEP BIRER Türkiye'dir. Burada icrai hükmeden (yürütmeyi sürdüren) memurlar türkiye'de icrai hükmeden adamlardır. Uzun söze ne hacet, bu hapishaneler mütefessih (kokuşmuş) Türkiye'de cerahatın toplandığı çıbanlardır.

Bütün mahpusları dinliyorum ve kimisine kanuni yollar gösteriyorum. Fakat bazen de dinlediğime pişman oluyorum.

Hapishanenin bir reviri var. Bu revirin 60 lira maaşlı bir doktoru, bir o kadar maaşlı bir eczacısı, yirmi lira maaşlı dört hademesi ve bir aşçısı, otuz lira maaşlı da bir imamı var. Doktor günde alelacele yarım saat uğrar, ölüm halinde olmayanları yanına sokmaz. Hastaya "neyin var?" diye sorar ve o derdini anlatırken doktor hademeye "şurada batmanı yirmi kuruşa patates var, bana alıver" diye siparişlerde bulunur yahut başka bir mahpusa hediyelik tabaka ısmarlar. Hasta derdini anlatır, doktor:"Şimdi git de ateş geldiği zaman dereceni aldır, yarın gel" der. Başından savamadıklarına kinin, aspirin, karbon animal vesaire gibi ilaçlar verir, hariciye hastalarını pansumana havale eder, defolur gider.

Eczacı en vazife şinasıdır (görev sevenidir), akşam üzerleri gelerek yazılan ilaçları çabucak yapıverir, pansumana elini sürmez. Asıl işin enteresan tarafı bizzat revirdir. Burada bazen hiç yatan bulunmaz, bazen üç kişi falan bulunur. Mahpuslar bitli yataklarıyla gelip tahta kerevetlerde yatarlar. Birisi öldüğü zaman gömecek para bulunmadığından , hali vakti yerinde mahpuslardan iane (yardım) toplanır (halbuki buradan maaş alan yedi sekiz kişidir ve alınan maaş miktarı 300 lirayı bulur). Bu revirde yatanlara hizmet eden Çorumlu Ismail isminde bir mahpustur. Bu işi bedava ve sırf hapishane dahilinde biraz serbest gezmek için yapar. Hapishanedeki bütün hastaları pansuman eden Ibrahim isminde bir mahpustur, şehir dahilinde serbest gezebilmek için bu işi yapar. Yani bu ikisi olmazsa revir olmaz ve bu ikisi olduktan sonra da hiç başkasına lüzum yoktur. Dört hademe müdürün, müdde-i umuminin (savcının), bölük kumandanının hususi işlerini görmekle meşguldür. Ha, unuttum, bu revirin iki de görevli kâtibi vardır, vazifeleri yalnız maaş almak ve müdüre yardım etmektir. Adliye Vekâleti burada sahiden bir revir var zanneder. Ve onun çok safiyane olan bu zannından istifade edilerek senede birkaç yüz lira revir tamiratı havalesi getirtilir, sonra mahpuslara angarya olarak birkaç pencere pervazı tamir ettirilir.

Hapishanenin altmış lira maaşlı bir ambar memuru vardır. Hapislere yemek verildiği tarihi zamanlardan kalan bu memuriyetin memuru bugün yalnız ambarda fenerler için mevcut olan gaz yağını muhafaza ile mükelleftir ve bunu da yapmaz. Anahtarlar Kalaycı Hasan Usta dedikleri bir mahpusta durur, fenerleri bu yakar, gazyağını bu muhafaza eder. Sonra koğuşların bozulan kilitlerini yenileyecek para bulunmaz. Bu kilitlerin ucuz bir fiyatla bir mahpusa tamir ettirilmesi tensip edilir (uygun bulunur). Bu mahpus tamir ederken bir pantolon ve bir gömlekten çıkar. (önlüğü olmadığı için ocak başında sıçrayan kıvılcımlar üstünü başını yakmışlardır)sonra da kendisine verilecek olan dört-beş lirayı üç ay alamaz...Hatta hiç alamaz...

Bilmem niçin sana böyle saçma sapan şeyler yazıyorum. Ihtimal son günlerde, bu gibi ahvalin çok tesiri altında kaldığımdan. Türkiye çürümüş...Türkiye'nin tamir edilecek hali kalmamış. Türkiye yıkılıp yeniden yapılmaya muhtaçtır. Türkiye'de pek nadir müstesnalarla okumuş-yazmış adam bırakmamak, memur bırakmamak, hatta şehirli bırakmamak lazımdır. Türkiye'de milyonlarca adamı sürüyüp götürecek çok kanlı bir ihtilal, onun arkasından namuslu fakat şiddetli bir terör lazımdır. Kan bir çoğunu öldürür fakat ölmeyenleri yıkar, temizler ve bu memleket de belki bir şeye benzer...

Ben böyle şeyler söylemesini pek sevmem. Bu yoldaki fikirlerimi kendime saklamayı tercih ederim. Elimde bir şey olmadıktan sonra gevezelik etmek boştur. Ilerde... Kimbilir...

4. X. 33-Sinop

Sevgili Ayşe,

Hiçbir sözün, hiçbir yazının beni anlatmaya muktedir olamayacağını biliyorum. Halbuki dünyada bana"ne istiyorsun?diye sorsalar hiç düşünmeden vereceğim cevap şudur: "Anlaşılmak istiyorum!"

Biraz aklı başında olan hangi adama sorsalar, azıcık düşündükten sonra vereceği cevap muhakkak bu olacaktır...

Halbuki kâinatta anlaşmak kadar imkânsız şey yok...

Hele insanların bu yolda şimdiye kadar istimal edegeldikleri (kullanageldikleri) dil ve fikir vasıtalarına iftikarda (başvuruşa) devam edildikçe...

Herkesten uzak bir yerde, karanlık bir gecede... Otların ve yıldızların bile sustuğu bir anda , hiç

Hasretle gözlerinden öperim.

Sabahattin Ali

25.X.33

Ayşe,

Mektubunu aldım. Ben de pek uzun yazacak halde değilim. Birkaç güne kadar çıkmamız muhtemel. Sen gazetelerde affın nasıl olduğunu ve kimlerin çıktığını tabii okursun. Ben çıktığım takdirde, Teşrin-i Sani'nin (Kasımın) "3"üncü Cuma günü Istanbul'a muvasalat edecek (varacak) olan vapura gelirsin. Ben telgraf da çekerim...

Fatma'yı gördüğüm yok. Ilk geldiği günlerde bir kere buraya kadar zahmet etmişti. Kızın hakkı var. Maarif Müdürü benim gibi bir adamı ziyaretine galiba taraftar değil. Çıktığım zaman herhalde kendisini görürüm.

Dedim ya, yazacak halde değilim. Yalnız seni çok, çok, çok göresim geldiğini söyleyebilirim. Gözlerinden öperim Ayşe..

Sabahattin Ali

Son sözü Sabahattin Ali söylesin:

"Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün Ingilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika'ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.

Meğer ne büyük günah işlemişiz? Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük...

Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi? “

Ağır ağır merdivenlerden indim koridorda bir mahkum gaz ocağının üstünde çay demliyorKimselere selam vermeden çıktım.Elimde Hapishane türküleri Sabahattin Ali’nin Türküleri HAPISHANE ŞARKISI :I


1
Göklerde kartal gibiydim,
Kanatlarımdan vuruldum.
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.


2
Yar olmadı bana devir,
Her günüm bir başka zehir,
Hapishanelerde demir,
Parmaklıklara sarıldım.


3
Coşkundum pınarlar gibi,
Sarhoştum rüzgârlar gibi,
Ihtiyar çınarlar gibi,
Bir gün içinde devrildim.


4
Ekmeğim bahtımdan katı,
Bahtım düşmanımdan kötü,
Böyle kepaze hayatı,
Sürüklemekten yoruldum.


5
Ellere soramadığım,
Doyunca saramadığım,
Görmesem duramadığım,
Nazlı yarimden ayrıldım.

S.

HAPISHANE ŞARKISI II


1
Ey Gönül kuşa benzerdin,
Kafesler sana dar gelir.
Bir yerde durmaz gezerdin,
Hapislik sana zor gelir.


2
Ey gönül, acaip huyun
Boğazından geçmez tayın
Acır testindeki suyun,
Aklına nazlı yar gelir.


3
Göklerin uzağa bakar
Kimden ne beklediğin var?
Yar semtinden gelen rüzgâr
"Seni unuttu!"der gelir.


4
Bakmazsa senin yüzüne
Çok görme elin kızına
Dışarıda serbest gezene
Hapiste yatan hor gelir.


5
Ayağında gezen itler,
Başının üstünden atlar,
Hapse düşen yiğitler,
Yari dışarıda kor gelir.

S.

HAPISHANE ŞARKISI III


1
Burda çiçekler açmıyor,
Kuşlar süzülüp uçmuyor
Yıldızlar ışık saçmıyor,
Geçmiyor günler, geçmiyor.


2
Avluda volta vururum,
Kâh düşünün, otururum,
Türlü hayaller görürüm,
Geçmiyor günler, geçmiyor.


3
Gönülde eski sevdalar,
Gözümde dereler, bağlar,
Aynada hayalim ağlar
Geçmiyor günler, geçmiyor.


4
Dışarda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış
Günler su gibi akarmış
Geçmiyor günler, geçmiyor.


5
Yanımda yatan yabancı
Her söz zehir gibi acı
Bütün dertlerin en gücü:
Geçmiyor günler, geçmiyor.

S.

HAPISHANE ŞARKISI IV


1
Ey yar, bu acı demlerde,
Sen koru benim aklımı!
Karardım kaldım damlarda,
Aydınlat benim yolumu.


2
Nefesin esen rüzgârda
Saçların savrulan karda,
Yerde, gökte, bulutlarda
Ararım nazlı gülümü...


3
Karanlık göklerde aysın,
Kurak ovalarda çaysın,
Bir tek inandığım sensin,
Uzattım sana elimi...


4
Düşmanlar gülüp sevinsin,
Dostlar arkasını dönsün
Benim güvendiğim sensin
Kırmazsın benim gönlümü!...


5
Bir gün şu damlardan çıksam
Gelip önüne diz çöksem
Ağlayıp içimi döksem
Anlatsam sana halimi

S.
(Hapishane Şarkısı adını taşıyan dört bölümlük diğer şiirden ayrı olarak 23.5.1933 tarihinde Sinop Hapishanesi'nden Ayşe Sıtkı'ya gönderilmiş "Hapishane Şarkısı V"adlı şiir)

HAPISHANE ŞARKISI: V


Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma!
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma!


Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma!


Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü;
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma!


Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allah'a.
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma!


Kurşun ata ata biter,
Yollar gide gide biter,
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma!


23.V.1933
Sinop Hapishanesi
Sabahattin Ali


Sinop Cezaevinden ayrıldık.Cezaevinin bulunduğu yer Boztepe yarımadasının en dar yeri tam karşısında asıl kalenin kalıntıları Yarımadanın bu yanına Ak Liman deniyor, dalgalar dövüyor Kaleyi.Fotoğraflar alıyoruz dalgalara karşı. Kaleden Tersanaye doğru inerken eski Sinop evlerini fotoğraflıyoruz. Bu defa Boztepe yarımadasının doğal liman tarafı bu tarafta denize girilebilecek pek çok yer var bunlardan biri de “ Kadınlar Denizi” .

Dar sokaklardan ilerliyoruz küçük bir meydanda hoş bir tabela ” Şen Pastanesi - 1925 “ Girişte dondurma makinesi Karadut , kırma çikolata, limon , kaymaklı , karışık meyveli.Benim tercihim Karadut ve kırma çikolatalı. Gül Hanım buranın özel ürününün “prenses” olduğunu söylüyor ki hakikaten inanılmaz bir şey.Bu çocukken iki bisküvi arasına çokomilk ile kaymak karışımı bir şey, anlatılamaz lezzet.

Şen Pastanesinden Sahile doğru yürüyoruz, bir balıkçının önünden geçerken

Erol Amca soruyor

“ ……balığı var mı”

satıcı “ yok “diyor.” Erol Bey Haber verseydin ayarlardık.” Sahile doğru yürürken “Şehir Kulübünün önünden geçiyoruz.Yüzyıllık çınarlar altında sohbetler, çaylar, Erol Amca gününün iki üç saatini burada geçiriyormuş, at yarışlarının sıkı takipçisi.Bu mevkiye Yalı Kahvesi deniyor.Yalı kahvesi çok özel bir mimari ahşap iki katlı bir bina ve önünde bir çeşme “Şehitler Çeşmesi” üzerinde bir kitabe Şehitler Çeşmesi (Merkez)

Sinop Meydankapı Mahallesi, Tersane Caddesi üzerinde, Hacı Ömer Camisi’nin doğusunda bulunan Şehitler Çeşmesi kitabesinden öğrenildiğine göre 30 Kasım 1953’te Rus donanmasının Sinop’a yapmış olduğu baskın sırasında şehit olan Türk askerlerinin ceplerinden çıkan paralarla yaptırılmıştır.

Talik yazılı Kitabe:

“Uğur mükâfat mevfuru din ve devleti Aliyede garkı deryayı rahmet
ve cem nüş Kevseri-i şadet olan şühedayı binanın Tervihi ruhu
latifeleri çinsaye-i ihsanı Hazreti şahanede canibi eshab
Hayrattan işna kılınan çeşme-isari teberrut asardır.
Mehmet Zeki sene 1274 (1858) el Mevla uy gaffare lu hu.”

Meydan çeşmesi olarak yapılan bu çeşme 3.80x3.80 m. ölçüsünde kare planlıdır. Kesme taştan yapılan çeşmenin üzeri kubbe ile örtülmüştür. Çeşmenin kuzey ve batı cephelerini birleştiren köşelere zemin kaidesi ve bir de silme yerleştirilmiş, taş duvar örgüleri de bunun üzerine yapılmıştır. En altta dar bir sıra, onun üzerinde de daha geniş iki taş sırası ile duvarlara hareketlilik kazandırılmıştır. Kesme blokların bitiminde çeşmenin dört cephesini çevreleyen bir silme, onun üzerine de madalyonlar halinde bezemelere yer verilmiştir. Üst kısmında dışarıya taşkın, eğimli ve silmeli bir saçaklık bulunmaktadır. Üst köşelere de küçük birer küre yerleştirilmiştir. ………………………………………..

Bizim kahvemiz “ Osmanın Yeri “ sahibi Figen Hanım diyor ki ; “ benim çayım sekiz çeşit çayın karışımından oluşur, dolaşın bu sahilde böyle çay bulamazsınız” o kadar iddialı.Hak veriyorsunuz ilk bardaktan sonra. Çay birlikte buranın simidinin de yiyoruz “nokul” , çok lezzetli .

Kahvehane limana bakıyor, balıkçı takaları bağlı kıyamet gibi, tek tük yelkenli geçen Cumhuriyet mitingi görülmeye değermiş, takaların coşkusunu.Bu takalar Kurtuluş Savaşına silah taşıyan takaların torunları, inceden bir türkü söylüyorlar;

“ Oy Rizeye Rizeye

Selam olsun Gazi’ye

Elli beş sefer etti

Kuvay-ı Milliye’ye”

Çaylarımızı bitirince eve dönme zamanı yaklaşıyor, yorulmuşuz dolaşmaktan.Erol Amca yolun karşısındaki Körfez 2 Pide Salonu’na gidip soruyor.” Sabah kaçta getireyim pide içini” , ”saat sekiz gibi bekleriz” diyorlar.Pek çok dükkanın camlarında “ Nüklere Hayır” afişleri asılı .Sinop’ a Nükleer santral yapılması planlanınca halk karşı çıkmış.Halka nükleer santralin faydalarının anlatılması gerekince de Tübitak buraya bir ofis kurmuş, bakalım durum nereye gidecek.

Ayrıca bölgenin turizm acentalarından Sinope Tours’un reklamları var.Buradan Odessa’ya feribot kaldırıyorlar yedi günlük turlar 400 Euro’dan başlıyor.Adresi www.sinopetours.com telefonu da : 368 2617900

Boztepe yarımadasının sol yanı Sarıkum ve Hamsilos Koyu görmeden gitmek olmaz atlıyoruz arabaya.Sinoplu piknik yapmayı seviyor.Harika fiyortlar içinde en güzeli Hamsilos’a giderken yolumuz üzerinde askeri bir havaalanı Amerikalılar için yapılmış ellili yıllarda Amerikan Üssüne lojistik destek sağlamak için. Amerika ile Rusya arasında Küba Domuzlar Körfezi sorunu çıkınca Sinop ‘un önemi daha da artmış hariyada gördüğümüz Türkiye’nin en uç noktası İnce Burun’da kuruluymuş üs.Vaktiye bin beşyüz civarında çalışanı varmış.Amerikalıların elbette ülkemizde üs kurarak kendi çıkarları uğruna bizi uluslar arası ilişkilerimizde komşularımızla karşı karşıya getirmeleri kabul edilemez.bununla birlikte bölge insanına farklı açılımlar da sağlamış.Sinoplularla Amerikalılar iyi ilişkiler içerisinde olmuşlar.

Hamsilos Yolunda Üniversite’nin Su Ürünleri Yüksek Okulu var.Çok güzel bir öğrenci yurdu var İnce Burun’u görüyor Karadeniz’e karşı.Hamsilos koyu aynı zamanda Amazonların bölgesi olarak anılıyor.Amazonlar , Kadınların kurduğu Krallık.

Eve gitmeden Boztepe yarım adasının sağına doğru arabayla giderek Sinop’u tanımaya devam ediyoruz.Sahilden arabayla gidilecek son nokta Karakum ;” bu bölge volkanik bir patlamanın sonucunda oluştuğundan sahil kumu siyahtır, hatta yukarıda volkanik bir gölcük de var “ diyor Erol Amca. Yol boyunca zeytinler , buralar eskiden zeytinlikmiş .Paşa Tabyaları diye yolun sağında yer alan bölgede Osmanlı Ordusu’nun levazım ambarıymış.Karakumdan eve dönüyoruz.Evde balık rakı bizi bekliyor.

Tam eve çıkarken yolumuz üzerinde “Seyit Bilal “Türbesi bulunuyor.Kuruluşu 1297, yolda hanımlar dua ediyor.

Sabah Erkenden kalktık doğru Karakum’a .Yol üzerinde Zinos Butik Otel mimarisi zel bir yer telefonu. 368 2605600. Karakum’da Karadenizle tanışmadan gitmek olur mu?Su çelik gibi girdik ve çıktık.Nurten Teyze aradı “hemen gelin pideler fırından çıkmış.”Eve geldiğimizde Erol Amca da geldi.Pide demek haksızlık olur eser miktarda hamur üzerine yoğun et ve peynir macunu .Harika bir şeydi, yiyemediklerimizi de yolluk olarak paket yaptılar.Sinoptan ayrılma zamanı yaklaşıyor.hareket ediyoruz.Daha gezemediğimiz yerler var.Yolumuz üzerinde Öğretmenevi tarihi bir bina Atatürk burada alfabeyi öğretmiş , yanında Arkeoloji Müzesi, Etnoğraya Müzesi ve Pervane Medresesi.

Gitmeden Şen pastanesine bir daha gidelim dedik.Pazar günü olmasına rağmen sahibi İlhami Bey işinin başında kurucusu Niyazi Şen’in büyük oğlu.”Bizim en özel tarafımız malzememizi özel yerlerden temin etmemizdir.Karadut dondurması yapmak için bizim belirlediğimiz köyün ağacını alırız o bize aittir seçeriz.revanimiz çok güzeldir, revaninin temel özelliği yumurtasıdır, biz belirli bir köyden alırız.Biraz beklerseniz şimdi taze Prensesler çıkacak” diyor.Çatlamak üzereyiz.Bu tatlarla ayrılıyoruz Sinop’tan.Bugün hiçbir şey yememeye söz veriyoruz kendi kendimize.

Geldiğimiz yerden dönmeyelim diye yolumuzu yönelttik Ayancık’a.Ayancık şirin bir ilçesi Sinop’un sahilde iki katlı ahşap evleri korumaya almışlar.Ayancık’tan Boyabat yoluna ineceğiz.Küre Dağlarını tırmanıyoruz Yeşil ve maviden başka renk yok.Kastamonu üzerinden Ilgaz da sözümüz bozuyoruz, buz gibi havada mola , mola da Sinop Pideleri ve çay.

Geldik Ankara’ya bir yandan su kesintisi kararları biryandan yol boyu çimleri sulama araçları başladı yine şehrin kaygıları.Deli Dumrul gibi yönetiyorlar bu şehri, eşkiya damarı kabarıyor insanın dilimde bir Sinop Türküsü


“ Sinop Kalesinden indim denize

Tam üç gün üç gece göründü Rize

Aldım martinimi yöneldim düze

Eşkıya Dünyaya hükümdar olmaz”

 
Toplam blog
: 17
: 7229
Kayıt tarihi
: 29.09.07
 
 

Fırtına arıyorum; sanki fırtınada dinginlik bulacağım. Gezip gördüklerimi ve deneyimlediklerimi  ..