- Kategori
- Anılar
Şışştttt baksana bir, neyi anlatacağım;Kukalı saklambaç

Erkek Fatma
Herkes balkonlarda, ablam , Sevgi’nin annesi, Basri, Ayşe Hanım Teyze, Şeyman Teyze. Sabahattin amcanın bakkalı açık hala. Sokak arasında koşuşuyor, ufaklıklar... Anneler bağırır, ‘kızım oğlum, hadi girin içeri yemek vakti... Balkonlarda masalar kurulmuş. Bizim masada domates, salatalık, soğan, yeşil biberden ve bolca limondan oluşmuş çoban salatamız hazır. Muhtemelen ablam, pilav yapmış ve et kızartmış. Apartmanlar genelde bitişik nizam. Apartman dediğime bakmayın, en fazla 4 kat. Sokağın sonunda, Şen Büfe açık hala. Neydi ya, oğlunun adı? Unuttum mu? Tuh bana, neyse, sonra gelir aklıma.’Hey millet yemek sonrası, bulaşıkları yıkayayım, sokaktayız tamam mı? Şimdilik hadi ben giriyorum eve’. ‘Kızım, şu bakkaldan bana bir ekmek al da, uzatıver, yavrum’. ‘ Peki Şeyman teyze’
‘Melekkkkkkkk , geç kalma he, çabuk bitir işleri gel, kukalı oynayacağız’...
Sokağın sağını apartmanlar doldurmuş, solu ise okul duvarı boydan boya. Okulun sokağa bakan kapısı kapılı ama akşamları. Bahçesinde ufak bir müştemilatta, okulun akşamları bekçiliğini, sabahları da, mustehdamlığını yapan amca yaşıyor. Çocukları var, ama henüz ufaklar... Bizim yaşlara uygun değiller. Dolayısıyla, gece oyunlarımıza daha sonra ki yıllarda katılacaklar. Bizim sol sıramızın en sonunda, köşedeki apartmanda, Fatih oturuyor. Ablası mahallenin güzel genç kızı. ‘Seçil’di sanırım adı. Bizle hiç muhatap olmadı. Küçüktük ona göre... Kardeşi Fatih ise benim gizli aşkımdı, sonra ki yıllarda... Sabahattin amcanın bakkalı, bu apartmanın altındaydı. Bakkalın önünde , kocaman bir ekmek sandığı vardı. Gece olup, kepenkleri indirdiğinde, mahalle gençleri o sandığın üstünde otururur, birileri penceresinden kafasını uzatıp, ’ses yaptığınız yeter be, susun, sizin eviniz yok mu hadi yallah’ diyinceye kadar, sohbet ederdik. Sabahattin amcanın bakkalına, kışın geceliğimin üstüne mantomu giyip çok gittim. O zamanlar henüz daha, kız-oğlan aşk-meşk bilmediğimden, umursamazdım… Daha sonraki yıllarda, her bakkala gidişimde, Fatih’i görürüm umuduyla, kendime özen göstermeye başlamıştım. Yazık, ablamların bütçesini ne kadar zorladığımı hatırlıyorum. Fatih’ le karşılaşacağım, onu göreceğim diye, günde 4-5 kez , eve gerekli gereksiz ihtiyaç listesi çıkarır, doğru Sabahattin amcanın dükkanında bulurdum kendimi. Sabahattin amca, deftere yazardı çoğu kez. Aybaşlarında toplu öderdik. Bilirdik, arada geçirirdi. Olsun, helal ettim... Onu yitireli epey oldu sanırım. Dükkanı kapatıp, Ayvalığa yerleştiler eşiyle…. Dükkanın kepenkleri çoook uzun yıllar hep kapalı kaldı. Ekmek sandığı da, dükkanın önünden hiç kalkmadı. Bu sefer büyüyen ufaklıklar, oturmaya başladılar üstünde . Aaaa bir de, ablamın apartmanı ile dükkan arasında, kırık dökük, paramparça eski bir bina vardı 3 kattı sanırım... En alt katı pek viraneydi. Mehmet amca yaşardı orada... Üstü başı berbattı... Sürekli içerdi... Gece gündüz.. Bazen dükkanın önünde yığılır kalırdı. Sonraları o da kayboldu, ‘ ölmüş’ dediler. Oysa çok iyi bir ailenin oğluymuş... Hikayesini unuttum, gitti... Adı kaldı , bir de sarhoşluğu…
Ablamın apartmanı 3 kattı. İlk iki kat 2 şer daireydi. En üst katta ise, 2 daire birleştirilmişti. Apartman sahibi ve akrabamız Ayşe Hanım Teyzeler yaşardı o katta . Boydan boya balkonları vardı. Evleri pek bir ferahtı. Ayşe Hanım teyzenin eşi Zeki amca, kılavuz kaptandı. Çoğunda görmezdik onu. 2 oğlu vardı Ayşe Hanım Teyzemin..İri yarı, dalyan gibi, kumral bir kadındı. Kent sigarası içerdi. Para sıkıntıları yoktu. Alttaki 4 daireden, kira alırlardı. Bir de Zeki amcanın maaşı. Gel keyfim gel. Rahmetli Ayşe Hanım teyze, sohbet sırasında, elini utanarak ağzına götürerek kıkırdardı; ‘ Ben 20 yıllık evliyim ama , 10 senesi sayılmaz, bey sürekli seferde’ derdi… Gülerdi büyükler...
Apartmanda, tüm komşular birbirine yakınlardı. Habire, aşagı yukarı birileri inip çıkarlardı. Ahhh be Ayşe Hanım Teyze... aklıma geldi şimdi, beni nasılda ablamın elinden çekip kurtarmıştın. Neydi olay? Tamam anımsadım. Universite 3 te ablam beni Ankara’da okumakta olduğum üniversitemden, siyasi olaylar nedeniyle almıştı. Okuluma göndermemişti 1 yıl. O dönemde, halim feci idi… Ankara’yı , arkadaşlarımı özlüyor, hırsımdan, Kadiköy Halk eğitimde, halk muziği, saz, halk oyunları, muhasebe ve teknik resim kurslarına gidiyordum. Full doluydum. Ama okuldan alınmamı asla hazmedemiyor, hiçbir şey beni oyalayamıyordu. Ablam; ‘gitmek istiyorsan , buyur git, ama beni asla tanıma’ demişti. Oysa üstümde emeği çoktu, ölen annemin yerine koymuştum ve de sevgim büyüktü. Ama çok sevdiğim Ankara’ya gidemiyordum. Bir gün bir tartışma sırasında, beni çok acıttığından (büyük diye ses çıkaramıyorduk ya) onu neyin üzeceğini düşünüp, buldum ve sözcükler ağzımdan dökülüverdi…. ‘Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı’ diyorum dedim. Hakikaten de, tam isabet, gediğine koymuştum lafı ve canım ablam çok içerlemişti. Olan bana oldu tabii. Yer misin yemez misin, beni banyoya sokup, eşek sudan gelinceye kadar dövdü. İşte, çığlıklarımı duyan, Ayşe Hanım teyzem , koşmuş beni ablamın elinden kurtarmıştı. Ama biraz geç kalmıştı. En büyük hasar gözlerimdeydi. Valla 2 gözüm de mosmordu. Uzun bir süre, gündüzleri sokağa çıkamadım. ‘Gecelerin kadını oldum’ diyordum gülerek…….
Orta okulda, erkek Fatma idim. Mahallede çok kız yoktu. Ya da Melek dışında, hepiciği pek hanım kızlardı. Erkeklerle oynamaz, ya da oynatılmazlardı. Ben neredeyse 10 erkeğin arasındaki tek kızdım... Kimse zaten bana kız gözüyle bakmazdı ki.. Okulun bahçesinde, koca çınar ağacının altında misket ve iskambil oynardım oğlanlarla... Ya da istop. Hakikaten yaaa, bir zamanlar İSTOP çok modaydı da yitirdiğimiz, kaybolan oyunlardan, üzüldüm ya şimdi.
İstop nasıl bir oyundu anlatayım, belki yeniler bilmiyorlardır. Toplanırsınız daire şeklinde, biri topu taaa yükseklere fırlatır. Onu tutan , ‘istop’ diye bağırdığında , çok uzaklara kaçışan herkes , donar olduğu yerde. Topu yakalamış olan , birini vurmak zorundadır. Bu sefer vurulan, topu atar yükseklere. Yaniii, can hıraş koşmaca bir nevi…
Ben oğlanlarla futbol da oynardım. Arada , küfür de ederdim vallahiii, ne yalan söyleyeyim… Henüz genç kızlığımın farkına varmamıştım..
Bir gün; Beylerbeyi ortaokulunda müdür yardımcılığı yapan teyzem; okulun yemeğine beni de götürmeye karar verdi. İlk kez o gün, etek giymiştim. Penye yeni çıkmıştı... Aynı desenden üst ve altı olan, pembe ve mor karışımı, eteği 8 parça olan bir takım alınmıştı. Pabuçlarda, genç kızların giydiği, hafif topuklu… Saçlarımı düzeltmiş, hafifte ruj sürmüştüm... Sanırım daha kaşlarımı almıyordum. Giyindim hazırlandım. Aşağıda bizim mahallenin çocukları , duvarın üstünde oturuyorlardı. Ben ise bir türlü apartmandan çıkamıyordum, utancımdan . Eeee erkek Fatma; genç kız olmuştu. Memişlerde, kendini dar tişortun üstünden belli ediyordu. Valla 15 dakikamı, yarım saat mi çıkamadım. Teyzem çok öfkeli ‘ hadi be kızım geç kaldık ‘diye bağırıyordu. O bağırdıkça, çocukların merakı daha da bir artıyorduı, ‘neden çıkmıyor bu kız’ diye. Bu sefer, tüm gözler, çıkış kapısında. Allah’ım çıkmak daha da zorlaşmadı mı?. Nasıl kızıyorum teyzeme... Sonunda çıktım . Çıkmamla birlikte, bizim oğlanlar koro halinde ıslık öttürmeye başlamasınlar mı… Aman Allah’ım…. ‘Hepsi senin mi ya bunların? ’demezler mi?. Ve sanırım ilk kez, o zaman benim , erkek Fatma olmadığımı, hoş bir genç kız olduğumu fark ettiler... Duyduğuma göre, o gruptan 3 kişi bana aşık olmuş sonradan.
Ben, yine anlatacağım konudan uzaklaştım yaaaaa………………
Gelelim yaz gecelerine…
'Candannnnnnn, Mehmetttt, hadisenize, sizi bekliyoruz.'
İndik aşağıya… Bir teneke(kukalı) bulunmuş bile. Millet aşağıda toplanmış. En az 10 kişiyiz… Saklambaç oynayacağız. Hava artık kararmış……Kukalı saklambaçta, kukaya ulaşmak gerek bilirsiniz. Neyse, ben okul duvarının tepesindeyim. Mehmet; sobeleyen. Karanlıkta ben gözükmüyorum. Mehmet ilerlere bakıp, nokta atışı yapmayı bekliyor. Ben ondan önce , kukaya ulaşmalıyım. Bahçenin ince duvarında, sessiz sessiz yürürken, ne olduysa, ayağım mı takıldı ya da dengemi mi kayıp ettim bilmiyorum, ben paldır küldür 2 metre yükseklikten aşağı düştüm. Düştüm ama altımda, ’oy anam’ diye bir çığlık. Bende pek bir acı yok. Mehmet altımda inliyor...’Hay be kızım, amma da ağırmışsın, belim gittiiiiiiiiiiiii’. Çook güldük o gece, çokk. Tabii Mehmet güldü mü, ağladı mı onu bilememmm…. Kukamız nerede saklı şimdi acaba ? Yeni nesile hediye ederdim bilseydim.