Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Size amca diyebilir miyim abi ?!

Size amca diyebilir miyim abi ?!
 

“Müsaade eder misin amca?” diyor arkamdan bir ses. Müsaade ediyorum; ama sesin geldiği yere bakmadan da kendimi alamıyorum. Bana “amca” diye hitap eden ses pek de genç birine ait değilmiş gibi geliyor çünkü. Bakıyorum ve evet yanılmamışım; adamın yaşı benden büyük! El insaf! Böylesi kabalıklar önceleri biraz garibime giderdi ama sonra alıştım. Ne demiş Einstein: “İki şey sonsuzdur; biri evren, öteki ise insanın aptallığı. Ancak ilkinden o kadar emin değilim”...

Sevgili yeğenlerimin bana “amca”, “dayı” diye seslenmesi gururumu okşuyor ama hiç tanımadığım kişilerin aynı şekilde hitap etmesi biraz tuhaf geliyor. Tamam, bunu on sekiz-yirmi yaşında biri söylese yine eyvallah. Ama tersine gençlerden çok benim yaşlarımdaki kişiler benimsemiş bu hitap şeklini. Buna sebep olan ise saçlarım.

Saçlarıma ak düştüğünde on sekiz yaşındaydım. Acelesi niyeydi anlamadım ama pek sorun da etmedim. Hayatın sonluluğu babamla yaptığımız sohbetlerden ta çocukluğumda içime yer etmiş olsa gerek. Benden çok etrafımdakiler kafa yordu saçlarımın bu kadar erken yaşta beyazlaşmasına; bir de pek seyrek gittiğim berberlerim. Bir gün ilk kez saç kestirmeye gittiğim bir berber ısrarla saçlarımın niçin bu kadar beyazladığını, boyamayı düşünüp düşünmediğimi halime çok acıdığını belli eden bir dille sorgulamaya başladı. Önceleri kısa ve esprili cevaplar verip konuyu değiştirmesini bekledim. Ancak adam ağır bir suç işlemişim de oradan bir iz bırakmışım gibi kafamın renginden dolayı neredeyse beni suçlamaya girişince, “saçlarımı senin kadar sorun etsem şimdiye dek bu dertten ölürdüm herhalde” demek zorunda kaldım. Sonrası adamın patavatsızlığından yarım kalmış bir sohbet girişiminin ağır sessizliği...

Saçlarım zamanından önce beyazladı diye ne yapabilirdim ki? Bunu engelleyecek tıbbi bir çözüm bulunamadı henüz. Boyamayı da hiç düşünmedim. Yaşım kırk; yüz hatlarım biraz daha genç gösteriyor. Ama saçım ve sakalım elli, hatta daha da fazla. O yüzden hangi yaşta olduğuma ben de karar veremiyorum bir türlü.

Hergün aynaya baktığımız için yaşlandığımızı hissetmiyoruz. Oysa yalnızca yılda bir kez baksak daha kolay fark edeceğiz bunu. İnsanların çoğu yaşlanmayı ve yaşlılığı kendine yakıştıramıyor. Kişinin kendisi yaşlarında birisine amca, dayı, teyze diye hitap etmesi sadece nezaketsizliğinden, görgüsüzlüğünden değil biraz da bu kabullenmesi zor gerçeklikten kaynaklanıyor sanırım.

Zaten tüketim ekonomisi ölümü ve yaşlanmayı yasaklıyor insana. Bunu tam başaramasa bile mümkün olduğunca unutturmaya çalışıyor. Reklamlara bakarsanız hayat sonsuz. Herkes uzun boylu, sırma saçlı, dolgun dudaklı, mavi gözlü, kırışıksız, ideal kilolu, beyaz tenli olmalı ve kimse yirmi beş yaşını geçmemeli. Eğer bu özelliklere sahip değilseniz reklamı yapılan ürünleri bol bol kullanarak bu kusursuz tanrılar katına yükselebilirsiniz. Oysa saç dökülmesini engelleyen şampuanların kelliğe çare olmadığını; kırışık azaltıcı kremlerin kırışıklıkları gideremediğini; zayıflama haplarının gerçekte hiçbir işe yaramadığını; her diyetin daha sonraki aylarda kilo almayla sonuçlandığını; boyanan saçların üç günde dibinin çıktığını; dikine çizgili giysilerin boyumuzu uzun, enine çizgililerin daha toplu göstermeye yetmediğini; estetik operasyonların her zaman güzelleştirmediğini; silikonun uygulandığı her yerde kendini belli ettiğini; lenslerin göz rengimizi değiştiremeyeceğini; en iyi protez diş takımının ana dişlerimizin yerini tutamayacağını ve egzersizin sarkan etlerimizi ebediyen sıkılaştıramayacağını biliriz. Ama bunlara inanmak isteriz.

İnsan hayatı fizikte “tersinmez” denen süreçlerdendir. Hepimiz yaşlanırız; Ajda Pekkan'dan başka yaşı büyüdükçe gençleşen kimseyi görmemişizdir! Hayatta kimi problemlerin de çözümü yoktur. Bir çiçeğin tohumundan uzaydaki galaksilere kadar bütün evren zamanla yaşlanan makinelerden oluşur. Yaşlandıkça büyüyen kulaklarımız, uzayan burnumuz, sarkan gıdılarımız bizi günden güne kendimizin bir karikütürüne dönüştürür. Bu süreci belki biraz geciktirebiliriz ama sonsuza kadar engellemeyiz.

Yaşlanmayı yok saymak gibi saçma bir işe kalkışmak yerine, onun görünür yerlerimizde yol açtığı hasarları, hayattan öğrendiklerimizin, deneyimlerimizin ve hatıralarımızın sağaltıcı gücüyle onarmayı denesek biraz daha mutlu olacağız gibi geliyor bana. Şairin dediği gibi; “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım / Ama, ayrıca aldığın şu hayat / Fena değildir/ Üstü kalsın...”*, demeyi denesek...

*Cemal Süreya- Üstü Kalsın

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..