Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

29 Haziran '13

 
Kategori
Öykü
 

Soğuk bir Kasım sabahında - 3

Soğuk bir Kasım sabahında - 3
 

Deneyimsizlik ve yöreyi tanımamanın bir sonucuydu bu. Sonuçta bir köye gidiyorduk ve orada tanıdığımız kimse yoktu. Köy şartlarında insan istediklerini aylarca bulamayabilirdi. Bunu Cala’da daha ilk günde anlamaya başlamak bile bir kazanımdı. Lakin ne Meriç ne de ben birbirimize bu konuda tek kelime etmedik. Çünkü her ikimizde hatalıydık ve bunu “itiraf” etmekten korkar bir halimiz vardı. Bereket ki Cala insanı sıcakkanlıydı. Misafirperverdi. İlk izlenimimiz Binali’nin kahvesinde bu yönde olmuştu.

Risk almak ve riske alışmak günlük yaşamımızda hepimizin yaptığı bir şey. Cala’ya küçük birer valizle gelmek; kırsalda Akbaba Dağları’nın eteklerinde parkasız olmak, kalacağımız belirli bir yerin olmaması bizim için bir riskti. İnsan deneyim kazandıkça, yaşama direndikçe öğreniyor, olası ciddi tehlikelere karşı önlem alabiliyor. Risk oranı yüksek durumlarda korkuyla ve zorluklarla başa çıkmasını öğrenebiliyor.

“İnsanlar” diyorum ayazda kulakları kızarmaya başlayan Meriç Uyanık’a “İnsanlar belli bir eylemi tekrar tekrar yaparak riske alışabilirler.” Gülüyor Meriç ve ekliyor “Bu durumlarda da ortaya çıkan korkuyla ve zorluklarla başa çıkabilir.” Gülerek okulun yolunda ilerliyoruz. “Risk” aldığımızın bilinciyle ve benzer düşünceleri söylemenin rahatlığıyla.

Risk aldık evet. Hem de soğuk bir sonbahar gününde. Bakalım kimin kapısını çalacağız gece soğuktan korunmak ve uyumak için. Çünkü uzun otobüs yolculuğunda yorulan bedenlerimizi, istirahat etme fırsatı bulamadan Aliyar’ın minibüsüne atmıştık.

Kentteki alışkanlıklarını, kolaylığı, kısacası o güne kadar süregelmiş düzenini terk etmek ve yeni bir yaşama adım atmak. Cala’da ki ilk günümüzün düşündürdüğü işte tam da böyle bir şeydi. Kent yaşamının getirdiği kolaylıklar sonucu kırsalın sorunlarıyla ilgilenme, öğrenme gereğini duymamış olmanın sancılarıyla tanışmaya hazırdık artık. Ücra köylerdeki zorlu yaşamın, kar tipi ve olabildiğince soğuk ortamlarda yaşamanın ne denli zor olabileceğini hesaba katmamıştık. Elektrik kesildiğinde hayatın durduğu, su kesildiğinde çaresiz kalındığı kentlerin aksine Cala’da ne elektrik vardı ne de evlerde su. “Gaz lambası” ya da “çıra” elektrik aydınlatmasının yerini almıştı. Köy halkının yaptığı gibi suyu “bulak”larda “helke”lerle almak zorundaydık. İşte “şimdi” hayatı anlamanın ve “kendi kendine yetmenin” ayırdında olmanın tam zamanıydı. Bu “bizim” isteğimiz değil var olan “ortamın” gereğiydi.

Sorduğumuzda “okul” binası “ olarak gösterilen; lakin bildiğimiz “okul” binalarına benzemeyen “Köy Evi”ne yöneldik. Ayazla birlikte rüzgâr hızını alamayıp suratımızda patlıyordu. Meriç gözlüklerinin derdindeydi. Belki de gözlükleri bu kadar sert bir iklim direnciyle ilk defa karşılaşıyordu.

İhata duvarında açılmış boşluktan okulun dar ve uzun bahçesine girdik.  Binada iki ahşap kapı vardı. Ahşap kapıların alt kısımları tamamen çürümüştü. Girişin tam karşısındakinden girip sol tarafa düşen kapıyı yönelip açtık. Fazla geniş olmayan bir odaydı burası. Arka tarafta bulunan daha küçük bir odaya açılan ayrı bir kapı daha vardı. Odaya oldukça yıpranmış birkaç sandalye ve eski bir masa konmuştu. Masanın arkasındaki duvara çerçeveleri yıpranmış Atatürk resmiyle Gençliğe Hitabe asılmıştı. Köşede ise bir kömür sobası vardı. Selam verip usulca “soba”nın yanına gittik. Ellerimizi ısıtmanın telaşındaydık. Masada oturan müdür, bir öğretmen ve memur oturmuş sohbet ediyorlardı. Bizim girmemizle birlikte yerlerinden kalkıp “Hoş geldiniz” dediler. Stajyer öğretmen olduğumuzu ve buraya atandığımızı söyledik.

Akşam olmuş, öğrenciler dağılmıştı. Memur Şenlik Cengiz “Akşam bizde misafirsiniz. Haydi gidelim. Hem yorgun görünüyorsunuz, hem de üşümüşsünüz. Dinlenirsiniz” diyerek müdürden müsaade istedi. Ve o gece sıcak ev ortamında rahat bir uyku çektik. Sabah uyandığımızda dünün yorgunluğunu çoktan unutmuştuk. Lakin yeni kuşkuların saldırısı altındaydı zihinlerimiz.

“Şenlik Bey” diye söze başladı Meriç hazırlanan kahvaltıyı erkenden yaparken. “Bize kalacak bir ev lazım.” Başımla onayladım Meriç’i. Şenlik Cengiz “bildiğim boş yer yok” dedi. “Bakarız, buluruz” diyerek içimizi ferahlattı.

  

 
Toplam blog
: 210
: 910
Kayıt tarihi
: 04.05.08
 
 

Eğitimciyim. Bir insanın çağdaş bir gelecek için, aydınlanma için çok okuması gerektiğine inanıyo..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara