- Kategori
- Doğal Hayat / Çevre
Sorun Ahlaki

Bir film izlemiştim, lüks jipinin penceresinden sarkan adam, yol kenarındaki köylüye, “ <ı>Neden ağaçları kestiğini? “ soruyordu.
Zenginlik, “<ı>tüketim, açgözlülük –üstüne- yüzsüzlük böyle bir şey işte” diye düşünmüştüm o sahneyi seyrederken.
Zenginler; atlardan trenlere, oradan da otomobillere ve uçaklara geçerken, yoksullar dünyanın her yerinde hala aynı hızlarında yürüyorlar oysa.
Bu konuda iktisatçıların kısa bir formülü var; “<ı>Gereksinimler toplum tarafından belirlenir ve ekonomik gelişme oranında yükselir.”
Televizyon tüketim toplumunun demirbaşı iken, kim lüks bir otomobil, geniş bir arazi üzerinde ev, yoruluncaya kadar alış-veriş yapmak istemez ki? Tüketimi teşvik eden şirketlerin yeni pazarı gelişmekte olan ülke halkları . Bir çok üründe, “<ı>ozon dostu”, “<ı>biyolojik olarak bozulabilir”, “<ı>geri dönüşümlü”, “<ı>çözülebilir”, “<ı>doğa dostu” gibi yanıltıcı reklamları oldukça etkili. Kabul edelim; tüketimin cazibesi güçlü, hatta dayanılmaz.
Dikkat etmişimdir, çok para kazanmış veya ölümcül bir hastalığa yakalanmış varlıklı kişiler; ” <ı>İbadet, aile toplantıları, sanatsal ve sosyal sorumluluk” uğraşlarıyla ömürlerinin geri kalan kısmını geçirmek istiyorlar. Büyük bir kısmı da doğal bir çevrede; toprakla, hayvanlarla, küçük hobi bahçeleriyle… Belki de son dönemlerinde şu tespiti yapıyorlar; <ı>“Para, hiçbir zaman beni mutlu etmedi, aksine bende yeni ve derin boşluklar yarattı.”
Yunan kralı Midas’ın hikayesini bilirsiniz; Midas o kadar açgözlüymüş ki, dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini istermiş. Ancak sonu trajik olmuş; sihirli dokunuşu ile çok sevdiği kızı öldürmüş.
“<ı>Ahlaki değerler, algıya bağlıdır” diyor, Aristoteles.
Materyalizm(maddecilik), Buda’dan Muhammed’e kadar tüm bilgeler tarafından kınanmıştır. Tüm dünya dinlerinde “<ı>aşırılığın” kötülüklerine ilişkin öğretiler, -bir anlamda- “yeterlilik felsefesinin ” derin köklerini görürüz.
Ancak, günümüzde “tüketicilik felsefesi ” ön plandadır. Öyle ki, başarı tükettiğin miktardır. Yani, ne kadar çok tüketirsen o kadar başarılısın.
Tuhaf ama, ülkeler zenginleştikçe, bireylerinde sanki bir telaş var gibime geliyor. 1950’lerdeki gelir seviyesinin kat be kat üzerinde yaşayan tüketici toplumun üyeleri, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir kişisel bağımsızlık yaşamakta. Ama, yapılan araştırmalardan da görülüyor ki, bir o kadar mutlu değiller.
O halde, tüketiciliği ortadan kaldırmak için ne yapmalıyız?
Yanıt,
- Siyasi ve kişisel tercihlerimizin birleştirilmesinde, bu felsefe ile yaşamaya başlamamızda yatıyor olabilir.
- Veya; bilimsel gelişmeler, daha iyi yasalar, yeniden yapılanan endüstri, yeni anlaşmalar, çevre vergileri ve halka yakın kampanyalar olabilir.Tüketimle mücadelenin korkunç boyutuna rağmen,”yeter” demeye hazır çok sayıda insan var. Yapılan araştırmalar da, “çevre kalitesi” ile “ekonomik büyüme” arasında bir seçim yapılması gerektiğinde, tercihlerin “çevre kalitesi’nden yana olduğunu göstermekte.
Yoksullar, zaten kaybedecekleri bir şey olmadığından - ümitsizlik içinde- günü kurtarma telaşındalar. Onların telaşı, tüketim toplumunun bireyinden oldukça farklı. Yoksul, ayakta kalma - yaşama - telaşında.
Yoksullara, “tutumluluğu” tepeden inme bir biçimde kabul ettirmek …Hem de tüketici yaşam tarzı cazibesini gören birine …. “ <ı>Iııh, mümkün değil” derim..
Şimdi, can alıcı soruya gelelim;
Eğer insanlar çok az ya da çok fazla şeye sahip olduklarında doğal yaşam zarar görüyorsa, ne yapacağız?
Kabul edelim, bugünkü tüketim anlayışımıza bakarak gelecek için endişeleniyoruz.
Torunlarımıza bizlerin yaşadığı kadar “cömert ve güzel “ bir dünyayı miras bırakamayacağız.
“Daha fazlanın”, her zaman “daha iyi “ anlamına gelmediğini görmeliyiz. Aksi halde, dünyanın ekolojik –ekonomik çöküşünün önüne geçemeyeceğiz.
Kanımca, sorun ahlaki... Ve tüketim felsefesinin önüne geçebilecek tek engel de; doğa!