Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '12

 
Kategori
Deneme
 

Şu şoför milleti...

Şu şoför milleti...
 

Şoför milletinin neler çektiğini ne siz anlayabilirsiniz, ne de devletin büyükleri. Durmadan hareket halindedirler. Durmadan patronlar yeni hedefler gösterirler, yeni işler verirler. Onlar da üç beş kuruş uğruna nereyi gösterirlerse oraya doğru yola çıkıp giderler.

Şoför milletini en iyi anlayan altlarındaki o zavallı makinalardır ama onların da ağzı var, dili yok; çalış Allah çalış…Koş Allah koş yaparlar… Artık pes diyene kadar çalışırlar.. Pes dedikten sonra bile, kolay kolay kaldırıp atılmazlar, bu kez de köy yollarında, arka mahallelerde görev yaparlar… Ah o kamyonların, otobüslerin ağzı, dili olsa da konuşsalar… Ne acılar çektiler… Ne uykudan gözleri kapanan şoförlerin altında içleri titredi. Ne öyküler vardır onlarda ama… İşte onlar, cansızlar... Güya cansızlar. Acaba?

Edirne’de görev yaptığım günlerde. Memleketim Bandırma’ya gelir, bir süre kaldıktan sonra Bursa’dan gelen Edirne arabasına biner ve gayet keyifli bir yolculuk yapardık. Bandırma-Çanakkale yolu Türkiye’nin belki de en keyifli yolculuk yapılan yollarından biridir. Gerçi bir zamanlar zor bir yoldu. Her şeyden önce oldukça dar olan “Tek Yol”du. Şimdi şimdi genişletiliyor, çift yola dönüştürülüyor ama henüz tamamlanmadı. O bakımdan şoförler için , özellikle gece seyahat eden şoförler için zor bir yol sayılabilir. Ama gündüz gözüyle gidilirse; önce uzaktan Marmara’yı izleyerek, daha sonra Çanakkale Boğazı’nın sahillerine kah yanaşarak, kah uzaklaşarak ama durmadan onu izleyerek, envai türlü meyve ağaçları, çam ağaçları arasından koşturarak, büyük bir tatmin duygusu içinde; adeta gözlere bayram yaptırarak sizi Biga üzerinden Lapseki’ye kadar getirir.

Bazı şoförler Çardak’tan Gelibolu’ya geçmeyi tercih ederler; diğerleri Lapseki’den Feri-bot’a girerler… 20-25 dakika kadar süren gayet zevkli bir Çanakkale Boğaz’ı yolculuğundan sonra bakarsınız, Gelibolu Rıhtımı’na yanaşıvermişsiniz. Bu arada, araba vapurunun her tarafına yayılmış otobüs yolcuları koştururlar ve binerler. O kısa deniz yolculuğu boyunca, nice İstanbul’a doğru yol alan; yada Karadeniz’den gelip, nice dünya ülkelerine giden bir sürü değişik gemi görürsünüz… O güzel gemileri, hayranlıkla seyredersiniz. Gemiler önünüzden kayıp kayıp giderler.

Otobüsünüz Gelibolu’da da uzun boylu kalmaz ki… Bazen, ufak garaja girer; çoğu kez de girmez. Ondan sonra ha babam, de babam Trakya topraklarında koşturur durur. Gelibolu’da garajın karşısında araba durduysa, şoföre rica edin, koşun yandaki Gelibolu Konserve Fabrikası satış mağazasından bir dolu sardalya konservesi alın. Nefistir. Onun üzerine yoktur. Bir de Cezayir’liler biberlisini yaparlar; o daha üstündür ama neyse… Şimdi, otobüsünüz hareket edebilir ve sizi dağlar, ormanlar arasından Keşan’a getirir. Keşan’da “Keşan’lı Ali” yi boşuna aramayın. Ali zaten otobüsünüzün önünde, sizin şoförünüz… Herkese metazori Orhan Baba’nın şarkılarını dinletmek mevzuata göre yasaktır ama , o dinler… Şoför milleti , Orhan Baba’sız, Ferdi Tayfur’suz olmaz… Onlar iki taşın arasında , bir güzel şarkı koyup, gönüllerinin pasını alırlar… O şarkılarda her şey vardır, sıla, özlem, sevgili, ayrılık, ve bol bol gözyaşları… İşte bu milletin hali, yani… Niye dinlemesin ki?

Eskiden çaktırmadan sigara da tüttürürlerdi; ama epey bir şikayet olduğundan, bu yüzden bir çok Şoför milleti işini kaybettiğinden dolayı artık içmiyorlar. Ya sigarayı bıraktılar…yada işlerini …

Şoför Ali Kardeş’in yolu artık çok uzun sayılmaz. Aslında o Uzunköprü’lü, şurda ne kadar kaldı 30 bilemedin 40 km… Ama iş orada bitmiyor. Ali’nin bu milleti önce Edirne Otogar’ına teslim etmesi gerekir. Ondan sonra yine yolcu alacak ve bir saat sonra dönüşte Uzunköprü’de arabayı arkadaşı Şoför Rüstem’e teslim edecek ve kendisi sabaha kadar istirahat edecek.

Ali arabadaki şarkıya uyuyor, dudaklarını oynatıyor… Uzunköprü’deki karısını ve çocuklarını düşünüyordu. Şarkı sürüyordu..
“Aşkınla ne garip hallere düştüm
Herşeyim tamamda bir sendin noksan
Yağmur yaş demeden yollara düştüm
İçim ürperiyor ya evde yoksan

Ya yolu kaybettim ya ben kayboldum
Ne olur bir yerden karşıma çıksan
Tepeden tırnağa sırılsıklam oldum
İçim ürperiyor ya evde yoksan”

Plak dönüyor, şarkı onun da, gizli gizli arada dinleyenlerin de içine işliyordu. “Ya evde yoksan…”

Yavaş yavaş Uzunköprü’ye yaklaşıyoruz. Tam bu sırada eşinden bir telefon, “seni Köprübaşı’nda bekliyoruz…” Ali heyecanlandı. Böyle bir şey yapmazlardı. Ama nasıl…? Otobüs , koşarak kente girdi ve Garaj’ın karşısındaki köşede , yolcuları indirmek için durdu. Otobüsün tam ön kapısının önünde incecik bir kadın ve incecik iki çocuk bekliyorlardı. Biri kız biri oğlan. Otobüsü görünce üçü de belli ki sevindiler, yüzleri güldü. Otobüs tam önlerinde durdu. Ali kapıyı açıp indi, yüzü bir garipti, sevindi mi, sevinmedi mi, belli değil… Çocuklar babalarını gördüklerine memnun.. Ama o kadar çok konuşacak zaman yok. Ali:
“Ayşe, gelirken bir telefon aldım, dönüşte beni İstanbul üzerine yolluyorlar onun için, dönüşte beni hiç beklemeyin ,” deyince, kadının gözlerinden iki damla gözyaşı iniverdi. Onu gören çocuklar da gözyaşı dökmeye başladılar. Kadın çocukları susturdu.
“Bari senin için börek yapmıştım. Onları al..” diyerek hazırladığı çıkını, eşinin eline sıkıştırdı. Gizlice tokalaştılar, Ali el salladı, arabaya bindi… Araba hareket etti… Çocukların boyunları bükük kaldı…

“Aşkınla ne garip hallere düştüm
Her şeyim tamamda bir sendin noksan
Yağmur yaş demeden yollara düştüm
İçim ürperiyor ya evde yoksan”

Ali, MP3’ün düğmesine bastı. Araba, Uzunköprü’nün boyunca aktı geçti…
Otobüsler gelirler giderler. Hasretler hiç bitmez. Hep böyle yollarda… Hep bir yerden bir yere. Her yerde, o oturulan evlerde bir tencere kaynar ama, tencerede kaynayan et midir, dert midir? Allah bilir.


 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..