- Kategori
- Siyaset
Süleyman Demirel'in iç hesaplaşması

Giz korkunç bir güdüdür. Tüm benliğinizi içten içe kemirir. Giz'in bünyesinde taşıdığı belirsizlik hem güvenceniz hem de tedirginliğinizdir. Başlangıçta çok sevimli gelen bu giz oyunu sona yaklaştıkça insanı tedirginliğe sürükler. Anladığım kadarı ile Süleyman Demirel'de bu tedirginlik içinde. İçinden gelen sorulara, sona yaklaştıkça daha yüksek sesle sorulan içsel sorularına bir cevap, bir dayanak bulma arayışında. "Üçe üç" intikamı oylandığında meclis sıralarına doğru dönüp kalkan elleri denetlerken hırstan kocaman olmuş gözbebekleri sona yaklaştıkça bu sefer korkudan büyümeye başlamış sanırım. Giz perdesi aralandığında o üç kişinin karşısına çıkabileceği endişesinden midir acaba? Sanırım ancak vicdan azabı çeken bir insan, darbecilere referandumda %92 oy veren halk bu değil mi diyerek kalbine saplanan o sancıları dindirmeye çalışır. Aslında o da bilir o referandumun hangi şartlarda yapıldığını. Hatırlatayım:
12 Eylül'de 650.000 kişi gözaltına alındı, 1, 683.000 kişi fişlendi, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı), idamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi, 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti, 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. (Kaynak:Wikipedia)
İşte bunları yaşamış bir halk darbecilere oy verdiyse bunun mesulunun halkın gözünde "darbecilere bile" bir alternatif oluşturamayan, koskoca bir halkı Stockholm Sendromuna sürükleyen kendisi gibi "siyasetçiler ve politikacılar" olduğunu biliyor. (Stockholm Sendromu = İsveç'te 1973 yılında bir banka soygunu sonrasında ortaya çıkan ve rehin olarak tutulan insanların bir süre sonra onları rehin alan insanlara karşı yakınlık duymaya başlamalarına, hatta onların tarafına geçmelerine yol açan sendrom ). Biliyor ve korkuyor artık. Türkiye'nin doğusunda toprak altından kafatasları, kemikler çıkarılırken işlenenleri cinayet değil de "devlet politikası" olarak adlandırmak bence aymazlığın değil, korkunun belirtisidir. İç hesaplaşmalara gömülmüş, devlet kurumları tarafından aklanmış ama kafasının içindeki mezarlardan gelen sesleri susturamayan, vicdanı ile başbaşa kalmaktan korkan birinin tepkisidir olsa olsa...
Giz hem bir belirsizlik hem de bir güvencedir. Süleyman Demirel'in güvencesi bu taraftadır, diğer taraf ise korkutucu bir belirsizlik...