Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Sus pus

Sus pus
 

Kıştı, soğuktu, yağmurluydu hava. Aniden bastıran bir sağanakla dövülmüştü kaldırımlar. İnsanlar kaçışmıştı etraftaki dükkanlara, rüzgarın kırdığı şemsiyeler yerlere terk edilmiş ve çoktan sığınmıştı sokak kedileri yağmurun dokunmadığı noktalara.Kadınlar yürüyordu akmış makyajlarıyla ve adamlar ıslak saçlarıyla.Ağızlardan çıkan buharlarda kayboluyordu sözcükler, sonsuz bir uğultu hakimdi yola.

 Bir kadın; siyah paltosu ve siyah şapkasıyla belirdi yolun başında.

 Siyah gözlük camlarının arkasına saklanmış bir adam; usulca yürümeye başladı aynı yolun sonunda.

  Saat 18:30  

  Hava soğuk, kaldırımlar ıslak.

  Kadın tedirgin ve kararsız, adam heyecanlı ve telaşlı.Kadın son dakikada vazgeçmeye hazır;  adam kadının ardından gitmemesi için yalvarmaya.

  Öncesi... Öncesi sisli, öncesi kırık.

  

 Arka sokaklarda dolaşmayı seven bir aşktı onlarınki. Bu yüzden hiç dile gelmedi ne çok sevdikleri. Bir yalana tutunmuştu kadın sıkı sıkıya ve tutkuyla sarılmıştı adam büyük bir sırra. Yalanın içinde kaybolmuştu kadın adamın kelimeleri azaldıkça ve adam tek tek nefrete dönüştürüp kızgınlıklarını vurmuştu kadının suratına bir çırpıda. Kadın kendini kandırmaktaydı kendi yalanıyla ve adam kendinden saklanmaktaydı güvenip de sırrına. Sevmiyorum demişti kadın adam bilmiyorum dedikçe ve yerinde durmuştu kadın, adam ona gel demedikçe.

 Sonra bir gün suskunluğunu da alıp gitti adam, geride gürültülü bir sessizlik bıraktı. Kadının çığlıkları kendi içinde yankılandı.Durduğu yerde vuruldu aşk, kurulduğu yerde devrildi bütün cümleler.Adam gitti; kadınsa öylece durup seyretti bu gidişi.

 

 Şimdi ne olmuştu peki? Neydi onları yürüten yeniden? Ne olmuştu da yeniden okumak gelmişti içlerinden o tozlu sayfaları?

 

Yanlışa doğru yürümekti onlarınki yalnızlıktan kaçarken. Ne olursa olsun artık, diyerek planlardan vazgeçmekti. Aslında, içten içe biliyorlardı birbirlerinin yalnızlıklarını artık gideremeyeceklerini.Yine de, ölmek için bile olsa, son bir doz daha gerekliydi.

 Dakikalar yaklaştırıyordu birbirine bedenlerini. Her adımda geçmişe ait bir koku gelmekteydi burunlarına. Oysa hiç ‘bir’ olamamıştı bu ‘iki’ kişi ve geçmiş hiç de hatırlanmaya değer değildi.

''Ya gelecek?'' dedi adam içinden.''Bundan sonra bir şey yapabilirim belki''

Oysa, yıllar önceydi, adamın gitmekteki cömertliği kelimeleri es geçmişti. Hayatını yüklenmiş ve gitmişti. Boynuna dolamıştı kadından aldığı günahları, nefesinde hissetmişti kararlılığını. Öylece, hiç bir açıklamaya gerek duymadan ve dönüp bırakmadan kadından aldığı onca zamanı, gitmişti.

Saat 18:35

Kadın yavaş adımları altında kaybolan yollara bakıyordu. Garipti; hiçbir şey hissetmiyordu. Bir ara, kafasını sağa çevirdi usulca ve kim bilir kaçıncı kez fark etti o sokağı. Dar bir sokaktı bu, yıkık dökük evler vardı iki yanında. Kaldırım taşları çıkmıştı yerlerinden ve çöp kovaları dahi küsmüştü sanki sokağa.Öyle eğreti duruyorlardı ki durdukları yerde, kabullenememiş gibi o sokağın çöplerini üstlenmeyi.Kadın düşündü: ''İşte ben tam da bu sokak gibiyim''dedi.''Bu sokak gibi eskimiş içimden geçenler, üzerimde taşıdığım hayatlar dahi kabullenememiş beni ve ben de öyle çok beklemişim ki durduğum yerde, geçmişin küflü kokusu sinmiş üzerime.''

Haklıydı, yıllarca öylece durmuş, kımıldamamıştı. Sevmemişti kimseyi, kimseyle aldatmamıştı geçmişini. Tıpkı bir kambur gibi sırtında taşımıştı adamın gidişini. Yalnızlığını görememişti yorgunluğundan. Eskimişti, yıkık dökük olmuştu hayalleri. İçinde taşımıştı eski küflü sevgiyi tıpkı o sokaktaki çöp kutuları gibi.

Durdu, düşündü, içinden geçirdi;

 ''Gelecek mi? Şimdi kim gelecek için bir şeyler yapabilir ki?''

 Saat 18:45

 Adam hızlandırdı adımlarını, yıllar sonra O'na dokunması için sadece 15 dakikası kalmıştı. Bir bir düşündü yapacaklarını, planladı konuşacaklarını.''Seni özledim'' diye başlayacaktı lafa, sonra kadın ona ''seni seviyorum'' diyecekti.''Unutalım her şeyi'' diyecekti adam ve elleri tutunacaktı birbirine...

 Kadın baktı saatine, gördü ki 15 dakika kalmış sadece. Yokladı kendini heyecan kırıntısı aradı içinde bir yerlerde.Yıllar olmuştu, ne çok beklemişti onu.Ama şimdi sadece 15 dakika sonra bitecekti bekleyişi.Hazır mıydı gerçekten, ne söylemeliydi bunca zamandan sonra? Düşündü:

''Beni neden bırakıp gittiğini soracağım önce'' dedi. ''Ve sonra, neden bu kadar çok beklettiğini.''

 Saat 18:50

 Kadın yavaşladı, adam hızlandı. Kadın soğudu yaklaştıkça, adamın kalbi her adımda biraz daha ısındı. Kadın karardı akşam çöktükçe üzerine ve adam parladı akşamı aydınlatmak istercesine. Köşeden gelen kestane kokusuna karıştı kadının yanıkları ve bir kitapçıdan yükselen müziğe takıldı adamın kalp atışları.

 ''Neden?'' dedi kadın. ''Neden buradayım, neden gidiyorum ona yeniden?''

 ''Çünkü beni hala seviyor'' dedi adam. ''Hem sevmese beklemezdi bu kadar.’’

''Ne zaman geldim aklına yeniden,neden sonra beni hatırladı'' diye sordu kadın kendine.

 ''Biliyorum, beni hiç unutmadı'' diye geçirdi adam içinden...

 ''Bir şans mümkün mü hala? '' dedi kadın.''Peki ben istiyor muyum hala...''

 ''Bu defa her şey farklı olacak'' dedi adam.''Bir şans vereceğiz birbirimize ve bu  sefer her şey çok daha güzel olacak çok mutlu edeceğim onu...''

‘’Mutluluk… gidişiyle unutturduğu mutluluğu yeniden öğretebilir mi bana gelişi, hafızam bu kadar zorlarken bugünü, o  nasıl bir mutluluk getirebilir bana yarından’’ 

‘’Bak geldim diyeceğim ona, elini tutacağım.Sarılıp öpecek beni, iyi ki geldin diyecek. Ah nasıl özledim onu, ama sarılınca bitecek hepsi, çok mutlu olacağız sonra.

Adam gözlerini kapattı, sanki tüm sokağın havasını içine çekti, sonra bire tebessümle mutluluğa açtı gözlerini.

Kadın duraksadı, içindeki kemirgeni sorgulamaya başladı.

‘’Ne oluyor bana böyle, kalbimin durduğu yeri unutmuşum sanki. Bu katı his de nesi, bu boğazımdaki sert düğüm heyecandan mı kederden mi?Ne oluyor böyle, şimdi koşmam gerekli değil mi?Öyleyse neden benimle kavga ediyor ayaklarım, neden gözümün beklediğine değil de yıllardı durduğum yere gitmeye can atıyorlar?’’

Kadın sonra hızlandırdı kendini. Gözünün karardığını hissetti.İçindeki tüm nefesi bir anda boşaltarak uçurdu dudaklarından, çok uzakta bir yerde nefes aldığını hissetti.Böyle düşünmek rahatlattı içini.

Adam heyecandan bir kelebek gibi. Sonra yavaşladı biraz, kadın onu nefes nefese görmemeliydi. Konuşamazdı sonra, sesi kadının kulağına güzel gitmezdi. Güzel duymalıydı onu kadın, sesini nasıl özlediğini daha ilk kelimesinden fark edebilmeliydi.

 

 

 

 Saat 19:00...

 Tam da sözleştikleri o yerde...

 Sert bir rüzgar çarptı önce yüzlerine, zaman durdu.Kalabalık aktı gitti yanlarından.

  Durdular.Öylece kaldılar bir kaç saniye.

  Onca insanın içinde çırılçıplak kalmışlardı sanki ve herkes biliyordu onların bütün hikayesini...

 Binlerce fotoğraf geçti gözlerinden,yüzlerce anı geldi akıllarına ve onlarca insan geçip gitti içlerinden.Bir çırpıda okudu adam tüm gönül hikayelerini ve bir solukta özetledi kadın yıllar süren bekleyişini.

 ''Merhaba.'' dedi kadın en sonunda yırtarak bu sessizliği.Elini uzattı adama.

 Adamsa şaşırmıştı,konuşmasına izin vermiyordu kalp atışları.Sonunda elini sıktı kadının usulca, ''Merhaba'' dedi korka korka.

 ''Nasılsın'' diye sordu kadın, adam ''iyiyim'' diyebildi ancak.

 Yürümeye başladılar. Konuşmadılar, düşündüler sadece. Sanki tamamladılar tüm boşluklarını bir kaç dakika içinde.

 Sakin bir yere oturdular, karşılıklı.Adamın heyecandan titriyordu elleri, şaşırmıştı, bıraktığından çok farklı bulmuştu kadını.Göz göze geldiler birbirlerinin yüzlerine bakmak isterken.

''Ne kadar güzelleşmiş'' diye geçirdi adam içinden.

 ''Ne kadar yaşlanmış.'' diye düşündü kadın.

'''Uzun zaman oldu.'' dedi adam yolda karşılaştığı sıradan eski bir arkadaşla konuşur gibi.

''Çok oldu...'' diye mırıldandı kadın ve öfkeyle öğütülmüş bir tebessümle.

 Etrafa kaçıştı sonra gözleri; duvardaki tablolara, masadaki peçeteliğe, yerdeki döşemeye o kadar dikkatli baktılar ki, ezberlediler kafenin her bir köşesini. Ama, yan masada sarılmış  oturan çifte hiç bakmadılar. Hayatlarında ilk kez öpüşen bir çift gören küçük çocuklar gibi, heyecanla, çekinerek ve içlerindeki hınzır isteklerle kaçırdılar gözlerini onlardan.

 Adam pencereden dışarı doğru sabitledi gözlerini, kadın diğer masadaki genç kızlara. Kaçırdığı onca mutluluğa yandı kadın sonra, zamanın ona bir daha geri gelmeyeceğini bilmeliydi. Düşündü, uğruna zamanı kaçırdığı adam bile gelmişti karşısında oturuyordu şimdi. Ama zaman; o geri gelmeyecekti.

Adam konuşmak istedi; ama kelimeler bir türlü dizilmiyordu yan yana. Her denemede darmadağın oluyordu cümleler, kurulmuyorlardı bir türlü.

 Kadın konuşmak istedi; ama içini saran boşluk öyle hızlı büyüyordu ki tıpkı bir girdabın içine dalmış gibi boğuluyordu tüm söyleyecekleri. Sorulacak onca hesabı vardı, fırlatılacak onca öfkesi.Hep bildiği sularda yüzüyordu yine, adamın denizinde.Fakat bu defa başkaydı, yıllarca süren fırtına sonunda bitmiş gibi.Hevesle daldığı derinliklerden hiç balık bulamadan geri dönmüş gibi.Yıllardır içinde sakladığı dalgaları, okyanusa acıkmış gibi…

 Adam konuşmak istedi; imkanı yok, kalbi dilinin önüne geçti. Eğildi hasretin önünde tüm kelimeler, planlanmış  cümleler yüklemlerini bir bir attı üzerlerinden, adamın dillerinden kadının gözlerine devrildi, orada kilitlendi.

 

Neden sonra pes etti kadın bu suskunluktan. Zili çaldı ve tenefüsle birlikte bitti bu oyun da..

 

''Neden gittin? '' dedi usulca.''Neden gittin ve sonra neden gelmedin hiç? ''

 Adam konuşabilmek için tüm gücünü toparladı, titrek sesiyle cevaplamaya başladı:

 -Yapamıyorduk. Olmuyordu, gücümüz yoktu, hazır değildik; zaman gerekliydi bize.

 -Zaman mı? Gittin ve gelmedin hiç. Gerekli olan neydi? Ayrı kalmak mı, uzak durmak mı? Ancak böyle mi anlayabilecektik birbirimizi?  Hangisi iyi geldi sana söyle; ben yokken geçen mevsimler mi, çekip gittiğin mesafeler mi? Peki şimdi neden geldin, artık daha mı iyi anlıyoruz sanki birbirimizi?

 -Şimdi büyüdük. Artık daha akıllıca konuşabilecek yaşlardayız ikimiz de. Hiç değilse çocukluklarımızla harcamayız birbirimizi.

-Yıllar sonra geldiğinde akıllarımızı önümüze alıp konuşmamız için mi gittin yani? Çocukluklarımızı harcayacağımıza çocukluklarımızla birbirimizi harcasaydık keşke. Sen burada benimle kalmaya cesaret etseydin de soluğumu tutup yaşamam gerekmeseydi onca yılı.

-Biliyorum. Çok zaman kaybettik.Ama hala şansımız var, hala vaktimiz var.Şimdi geri geldim, senin için geldim.

 -Çok bekledim. Zaman geçti ve değişti her şey bununla birlikte. Önceleri beklediğim sadece senin gelip bu bekleyişe son vermendi ama sonra yalnızlığa dönüştü her şey. Sensizlik dediğim  şeyle yalnızlık dediğim şey arasında bir fark yoktu aslında. Sen yalnızca bir kıyafettin yalnızlığımın bana daha güzel görünmek için giyindiği. İçimde o kadar çok boşluk bırakmıştın ki onları bir tek senin kelimelerinle doldurabileceğimi sanıyordum; ama gerçek bu değildi. Hatırladığımı sandığım sen asla yetmeyecektin bu boşlukları kapatmaya. Beklediğim herhangi bir şeydi belki. Ben sana dönüştüğümü zannederken sen yalnızlığa dönüştün, yalnızlık bekleyişimle cisimlendi, hepsi bu.

 -Peki neden buradasın? Madem bitmiştim senin için, neden geldin bu akşam?

-Farkında değildim. Ölüsünü görmediğin birinin öldüğüne de inanmazsın ya, hani hep canlı hayal edersin onu, öyle galiba. Bittiğini anlamam için seni görmem gerekliydi, yolcu etmem gerekliydi sensizliği.

 -Öfkelisin, ondan böyle söylüyorsun. Beni sevmeseydin beklemezdin bu kadar ve ben de geri gelmezdim seni sevmeseydim.

 -Beni seviyor olamazsın. Seninki kursakta kalmış bir hevesi yutmaya çalışmaktan başka şey değil.

 -Yanılıyorsun, seni seviyorum. Yıllardır böyleydi, hiç unutmadım seni.Aslında ben de bekledim hep.Cesaret edemedim, gelemedim belki ama hep bekledim seni.

-Beni seviyor olamazsın, tıpkı benim seni seviyor olamayacağım gibi. Yıllar geçti, kaç hikaye, kaç hayat, kaç insan geçti içimden. Beni tanımıyorsun bile ve ben de seni tanımıyorum artık. Hatırlıyor musun nasıl kokuyorum ya da sence hala aynı mı kokum? En çok neyi seviyorum, kime gidiyorum başım sıkışınca, en çok ne zaman mutlu oluyorum, sinirlenince nasıl değişiyor yüzüm, ben nasıl gülüyorum hatırlıyor musun? Sen beni tanımıyorsun. Orada,  tam avucunun içinde tutuyorsun ama hissedemiyorsun benden çaldığın onca hayatı. Sen beni tanımıyorsun, tam karşında duruyorum ama seçemiyorsun gözlerimde ikimize ayrılan karanlıkları. Senin için ben, bukleli ufak bir kız, gülmeyi seven en çok. Saçlarımın arasında aklımın karışıklığını sakladığımı hiç bilmiyorsun.

-Her şeye en baştan başlayabiliriz, unutturabilirim sana her şeyi.

 -Baştan başlamak... Görmüyor musun sondayız, üstelik öncesi de olmayan bir son bu. Ne gidebileceğimiz bir yer var ne de dönebileceğimiz bir geçmiş. Baksana bana kurabilecek doğru düzgün bir cümlen bile yok hala. Ortak bir kelimemiz bile yok, sen kalkmış yeni bir hikayeye başlamaktan söz ediyorsun. Ama olmaz, o kadar çok sustum ki sana, şimdi konuşmaya çabalasam da çıkmıyor sesim. Sen o kadar çok gittin ki benden bizi birleştirebilecek bir yakınlık da yok artık. Kandırmayalım birbirimizi, şimdi ne sen benim yalnızlığımı giderebilirsin ne de ben tamamlayabilirim senin keşkelerini.

 Adam sustu. Elindeki bardağa dikti gözlerini, tüm gücüyle sarmaladı onu. Kırıp kanatmak istedi kendini. İçindeki pişmanlıklar o kanla akıp gidecekmiş gibi… 

 Kadın, derin bir soluk aldı, yavaşça kalktı ayağa.

 Adam tuttu nefesini, yüzlerce kez yaptı, yıktı hayallerini.

 Kadın  sustu, adam öylece durdu...

 Aslında hep olan şeydi bu.

 Kayıp bir şehrin haritasıydı aşk, adam kadının bulduğu yerde kayboldu.

 Issız bir dünyada sessiz bir masaldı bu, evvel zaman içinde hiç oldu.

 Boğuldu dalgalarda sözcükler, tüm kavuşmalar hayallerinin kurulduğu yerde vuruldu. 

 Kadın hoşçakal dedi usulca ve sonra sustu...

 Aslında hep olan şeydi bu...

 Kadın sus'tu...

 Ve adam pus...

 Kadın yol'du bundan sonra...

 Ve adam;

 SON.

 
Toplam blog
: 6
: 1334
Kayıt tarihi
: 18.01.08
 
 

 Gelecekte olacağı kişinin çizgilerini henüz çizememiş olmakla beraber kendi olmaktan vazgeçmemey..