Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '13

 
Kategori
Yolculuk
 

Tablonun içinde zamanın dışında

Tablonun içinde zamanın dışında
 

Palmyra, Suriye


Otobüs durduğunda, akşam karanlığı inmek üzereydi. Şöyle bir etrafa bakındım. Gideceğim yönü kestirmeye çalıştım. Emin olmak için birine sordum. Cevabı vermekle kalmayıp çantamı taşımama yardım eden bu güzel insan, otele yakın bir yere kadar eşlik ederek, bir kez daha bana nazik ve yardımsever bir yaklaşımın sevincini yaşattı. Zaher Al-Rabih Otelinin taş basamaklarını çıkarken yol boyunca karşılaştığım nazik insanlar, bir bir gözümün önünden geçtiler. Kafamda bu düşünceler olduğu halde, resepsiyondaki adama 'merhaba' dedim.

Ertesi gün sabah erkenden çıktım. Yürüyorum, El Jideyde meydanına doğru. Ara sokaklardan birindeyim, Halep’in tarih kokan dar sokaklarından birinde. Adımlarımı attıkça yerden havalanan güvercinler evlerin balkonlarına konuyor. Kanat çırpışları kulağımdan kalbime ulaşıyor sanki. Dar bir sokak boylu boyunca uzanıyor, her iki yanda evlerin yüksek taş duvarları dikkatimi çekiyor. Etrafta çok fazla insan yok. Ortalık sessiz, yavaş adımlarla yürümeyi sürdürüyorum. Sanki ben giderken, yanda gördüğüm taş duvarlar bana doğru geliyor. Aslında bu dar sokaklarda yürümek, hoş bir duygu bırakıyor insanda. Yolun nereye doğru devam ettiğini doğrusu kestiremiyorum. Zira bazı yerlerde sokakların üstü kemerlerle kapatılmış. Bir açıklıktan geçip kemerlerden girince, üstü kapalı bir sokağın devam etmekte olan kıvrımında buluyorum kendimi. Derken zihnim yavaşlıyor, yürümekle durmak arasında asılı kalıyorum. Bir gevşeme hali ki, sanki kafamdan aşağıya inen bir ağırlık ayaklarımdan çıkıp gidiyor; hafifliyorum. Kendiliğinden gelen bir gevşemenin tatlı rehaveti çöküyor üstüme.

Duvarlardan birine yaslanıp orada öylece durdum. Sokaktan insanlar geçiyor, hiç kıpırdamadan etrafı izliyorum. Kafasına büyük bir şapka takmış yaşlı bir adam, yavaş adımlarla yere bakarak yürüyor. Bir çocuk, koşar adımlarla adamı geçiyor. Yüzü sıkıntılı bir başkası, telaşlı adımlarla koşar gibi uzaklaşıyor. Topuklu ayakkabı giymiş bir kadın, bir adamın koluna girmiş vaziyette yanımdan geçip gidiyor. Kadının üzerindeki siyah kürk manto ve ayakkabılarının çıkardığı ses bir süre daha benimle kalıyor. Birden tablo durdu; insanların yüzlerindeki ifadelerin, yaşamın içinde değişik zamanlarda ve çeşitli durumlara göre değiştiğini düşündüm. Her şeyin gelip geçici olduğunu, asıl kalanın ruhumuzda bıraktığı etki olduğunu bir kez daha anladım.

Derken kilisenin çanlarını duydum. Çağrıya ben de uydum. Bir Pazar ayini. İçerisi kalabalık. Arka sıralardan birine oturdum. Kulağıma gelen müziği dinledim. İnsanları izledim; arada ayağa kalkışlarını, oturuşlarını, dua edişlerini ve yakarışlarını. Toni’yi hatırladım. İçimizde hissettiğimiz şeyin, dışarıdaki çeşitlilikle bağlantı kurduğunu, bu bağlantıyı kendi zayıflığımız ya da gücümüze göre seçtiğimizi veya o bağlantının bizi seçtiğini bir kez daha fark ettim. Zeki enerjinin neye çekilip neyi iteceğini çok iyi bildiğini, rastlantısal hiçbir şeyin olmadığını... Bu açıdan bakıldığında iyi ve kötü, doğru ve yanlışın da aslında ne denli yetersiz ve değişken tanımlamalar olduğunu, her şeyin ama her şeyin birer deneyim olduğunu ve ruhun bu deneyimlerin kendisiyle değil, bıraktığı etkilerle ilgilendiğini bir kez daha fark ettim. Önemli olan deneyimleyerek yaşamaktı, yaşayarak anlamaktı. Ve en nihayet anlayışla gelen bilgeliğin olduğu bir zihin durumunda olmanın, hiçbir şeyi yadsımadan aynı zamanda da hiçbir şeyin tarafını tutmadan bakabilmek olduğunu, varoluşun bu çeşitliliği doğal bir şekilde yarattığını düşündüm. Kaos da, saflık da, inanç da, yaşayış da bu çeşitliliğin içindeydi. Her şeye bu açıdan bakabilmenin insanı rahatlattığını fark ettim. Ne de olsa reddedilen şey güçlenip kabullenilen şey yok oluyordu! İnsanın yaşamı içselleştirmesi ve deneyimi dönüştürmesi de ancak böyle mümkün oluyordu! Yerimden kalktım. Kapıdan çıktım. Yürümeye devam ettim; köşe başından başka bir yola doğru...

Doğrusu, bu yolculuk deneyimine teşekkür ediyorum. Zira başka hayatları izlemek, o hayatların içinden geçmek, insan olarak ne denli tekrarların üzerinden geçip durduğumuzu ve bu tekrarların dışına ancak fark edişlerle çıktığımızı bana bir kez daha anlatmış bulunuyor! Ve ruhun, tekrarlanan şeylerden uzak durduğunu, içsel bilişlerin insanı kendi farklı yoluna çektiğini ve insan ruhunun yere ve göğe sığmadığını da...

Her şeye rağmen, sınırların kendi içimizde olduğuna ve bu sınırların aşılabilir olduğuna, gerçekten istediğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz bir deneyimi, yaşamın önümüze çıkardığına bütün yüreğimle inanıyorum. Aslolan, bu deneyimi yaşamak adına cesaret gösterebilmek, korkulara meydan okuyabilmektir. Bu bakımdan ben sınırlara değil, özgürlüğe inanıyorum; özgür düşünceye, özgür seçimlere, yaşayışlara ve saygıya inanıyorum. Bunu söylerken de normalliği ya da sınırları yadsımıyorum. Varlıklarını kabul ediyorum. Yaşam haklarını da. Ama nerde durduklarının da farkındayım, nehrin aynı yakasında olmadığımızı da! Normallik sınırları çağrıştırıyor bana. İnsanların içinde bulunduğu genel kuralları. Normal insanlar için anormaller diye bir tanımlama vardır yani sınırların dışına çıkma cesareti gösterebilenler! Aynı normal insanlara göre, normal olanlar yani sınırların içinde gönüllü olarak kalanlardır!

Yollar ve yolculuklar her birimizin önünde açılsın ve her birimizin yolu açık olsun.

26.02.2009, Halep/Suriye

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..