Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Takıntılı aşklar…

Takıntılı aşklar…
 

Kaynak:İnternet


Aslında aşk gibi değildir, fazlasıyla kekremsi bir tat bırakır; yaşarken de, bittikten yıllar sonra da… 

 

Aşk da acıtır da; bu öyle böyle bir şey değildir! 

 

Ciddi ciddi acı verir; kanatır, kanırtır; yaralar dereler, ırmaklar gibi kanar, yüreğinizdeki sıkışmalar an gelip de susmaz… 

 

Aşk değil de “Korku” dur bunun adı! 

 

“Kaybetme korkusudur”, altında yatan neden ise özgüven eksikliğidir… 

 

Bunun farkında olan karşı taraf ise sömürdükçe sömürür… 

 

****** 

 

Nasıl anlatsam bu durumu? 

 

Mesela, çok güzelsinizdir, ya da yakışıklı, az biraz boyunuz kısadır, karşı taraf kavak ağacı misali değildir ama her bir fırsatta gündeme getirir, çaktırmadan, bu konuyu! 

 

Salak değilsinizdir, içlenirsiniz doğal olarak! 

 

Biraz tepki verirseniz alacağınız cevap: “Neden üstüne alındın ki?” olacaktır! 

 

Lakin, işlenir de durur bu konu, alınsanız alıngan olursunuz, alınmasanız örneklerin sonu gelmez… 

 

İlle de bir mesaj vardır orada; istediğiniz kadar duymak istemeseniz de, var işte! 

 

****** 

 

Genelde sizi zor elde edenlerde, elde etmesi dahi hayal olan kişilerin hayallerinin gerçekleşmesi durumundan bir süre sonra ortaya çıkar bu durum; hani şaşkalozluğunu atlatıp da, ayakları yere bastıktan sonra… Hele ki siz, o ulaşılmaz kişi, O’nun için ödünler vermeye başladıysanız, ki normal şartlarda aşk ve ikili ilişkiler için doğru olanı budur, sıkıntılı ve takıntılı aşk ve ilişkiler için bir start düğmesidir bu! 

 

O ulaşılmaz kişinin her verdiği ödün muhteşem bir galibiyetidir artık O’nun; ısrarla eksik yönlerini görmek ister artık! 

 

Eşitlenmek ihtiyacındandır! 

 

Pek güzel, pek yakışıklı olan taraf, iyi niyetini de yanına almışsa eğer, hoşgörünün en yüksek noktasını temsil eder! 

 

Lakin bu hoşgörü karşı tarafı iyice çileden çıkartır… 

 

İnanamaz! 

 

Doğru anlaşılmadığını düşünen herkes gibi, o pek güzel/ yakışıklı ve de iyi niyetli kişi gelen eleştirileri inceler ve irdelerken karşı taraf taarruzuna devam eder! 

 

Sağ kroşe, sol; bir de en hassas olduğu konularda biraz daha çalışılırsa… 

 

Köledir şekerim artık, köle! 

 

Eeee… Karşı tarafın egosu tavan yapmıştır artık; durdurabilene aşk olsun! 

 

Yemeğin tadından, alınan iki kilo fazlalıktan… 

 

Düşüncelerinden, tavırlarından… 

 

Allah ne verdi demez, vurur da vurur! 

 

****** 

 

Haklı mıdır, haksız mıdır diye irdelerken canı pek fena yanıp da, hala adil bir çözüm aramaya çalışan kişi genelde evdeki tüm sorumlulukları yüklenen, tüm yaşamsal gereksinimleri halleden kişiyken, dışarıya kaçma hakkını kendinde bulan, neredeyse ihanete sebep olarak eşini gören kişi de gerçekte yetersiz olan taraftır! 

 

“İstisnalar kaideyi bozmaz!” diye de eklemek gerek, elbette… 

 

İnsanoğlu bu, hangi biri bir diğerine tıpatıp benzer ki, bu kadar keskin genellemelerde bulunalım? 

 

****** 

 

İnsanlar “Kaybetme korkusunu” bir şekilde yaşarlar; öncelikle anne-baba-kardeş kaybı en önde gelen korkulardandır; hangimiz çocukluğumuzda en çok bunlardan korkmadık ki? 

 

Bütün dualarımız “Ölmesinler” üzerine değil miydi? 

 

Kendimizden daha çok onlar için dua etmedik mi, yani? 

 

Ya da, bir tek ben miyim? 

 

****** 

 

“Aşk” vardır, çoğaltır, “Aşk” vardır yoğaltır! 

 

Tezatlıkların birbirini çektiği bir gerçek; fazlası zarar! 

 

Bir formülü bulunamadı, ne desek nafile… 

 

Ama… Var ya… 

 

Pek can acıtan ilişkiler var! 

 

Yakıyor, yıkıyor!... 

 

“Senin iyiliğin için!” deniyor!... 

 

Yalan! 

 

Neresi yalan biliyor musun, O’na doğrudur, O senin iyiliğini istiyordur, amenna… Ama seni sen olarak kabul etmiyordur şekerim! İlle de değiştirmek istediğinden anlamak lazım! 

 

Anlayamıyor ama insan, ne sen ilksin, ne de son olacaksın! 

 

****** 

 

Seni sana kötülemek kadar kötü bir şey yoktur aslında! 

 

“Eleştiri” diye dinliyoruz, hatta pek de hoşumuza gidiyor; kimin hoşuna gitmez ki kendisi hakkında konuşulması? 

 

Minicik bir test uygulamakta yarar var: Seni yüzlerce kere eleştireni bir-iki kere eleştir, lütfen; tepkisi sana yol gösterecektir, ama tabii ki görmek istersen! 

 

****** 

 

Takıntılı aşk dedim ya, ne dense, ne söylense nafile! 

 

Korkular bitmedikçe, insan kendini sevmeyi öğrenmedikçe, devam edip gidecek bu böyle… 

 

Korkuların al-aşağı edilebildiği ülkeler var; oralarda insanlar yetişirken özgüven ile donanımlanıyor; bu nedenle ne istediğini biliyor, ne yaptığının farkında; hafta sonu, fazla can sıkmak istemem ama, akraba evlilikleri, berdel, töre cinayetleri hangi ülkelerde var? 

 

****** 

 

Karman-çorman olmuş değer yargıları içinde cebelleşirken insanlar; neyi nereye koysak dolmuyor, bir şeyler hep eksik kalıyor; bazılarına göre fazla geliyor! 

 

“Aşk” hep ayrı tutulur siyasetten, farklı bir mecradır; toplumun tüm kesimini ilgilendiren bir durumken, pardon yani, aşk ne toplumbilimden, ne ekonomiden, ne de siyaseten ayrı tutulabilir! 

 

Yok sayan varsa eğer, insan değildir, şekerim! 

 

Bunu bilir, bunu söylerim! 

 

****** 

 

Peki, insanların bu kaygı, korkularının altında yatan sebepler nelerdir? 

 

İnsanlar korkmasa, mesela, nasıl bir toplum oluşur? 

 

Lafta pek güzel de, uygulama aşamasına gelmesi hayal! 

 

Ayol, korkusuz insanların olduğu ülkelerde insanları zapturap altına almak kolay mı? 

 

Ne erkek egemen toplumda erkekler dayanır bu işe, ne toplumsal yaptırımlar, ne de siyasi gücünü “Üç çocuk yapın” diyerek yönetenler! 

 

****** 

 

Nereden nereye geldim yine… 

 

Aşk derken, korku derken… 

 

Toplum, vesaire… 

 

Hangi birini ayrı tutmak mümkün ki? 

 

Her biri bir diğerine bağlı; ne alaka demeyin! 

 

Aşklar da toplumun endeksine göre yaşanırlar! 

 

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..