Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

13 Nisan '09

 
Kategori
Futbol
 

Taraftarlığın sosyolojisi

Taraftarlığın sosyolojisi
 

vur arda vur! onlar senin düşmanın!


Galatasaray'ı sevmiyorum. Bunu çok açık yüreklilikle, içimden geldiği gibi ve cesurca söylüyorum.

Neden sevmiyorum peki? Bunu önce sosyologlara sormak lazım.

Bir toplum araştırması yapılmalı bence. Kimler GS'li, kimler FB'li, kimler BJK'li ve diğer takımın taraftarı? Taraftarlık nedir? Neden yapılır?

Çok net olarak, kişi kendini bir şeylere ait hissetmek ister. Aidatlık bir ihtiyaçtır, içgüdüdür. Önce ailemize, sonra şehrimize, ülkemize, milliyetimize, ırkımıza ya da bunun benzeri bir gruba ait olma hissi, kişinin kendisini neden bu kadar büyük olduğunu anlayamadığı bu koca evrende yalnız hissetmemesi için geliştirmiş olduğu bir savunmadır.

Birey kendini GS'ye ait hissediyorsa bu o kişinin farkında olarak ya da büyük olasılıkla farkında olmadan GS camiasının kendisine en yakın olduğuna karar vermesi sonucu olmuştur.

Kişi kendi karar verir dedik ama bir çok babanın çocuğu, kendisi ile aynı takımı tutar. Bu çok basitçe açıklanabilir: Çocuğu yetiştiren anne-baba değil midir? Çocuk, ilgili bir babayı kendine zaten örnek alacaktır ve onun gibi düşünüp, onun gibi davranacak ve hatta onun zaaflarına sahip olup belki de aynı hastalıklara yakalanacaktır. Bu soya çekim değil, aşırı benzerliğin sonucudur. Ama bazı çocuklar babalarından farklı olurlar ve baba ne kadar uğraşırsa uğraşsın çocuk bir içsel çekimle ait olduğu yere doğru yönelir. Eğer yanlış yöneltilmişse zaten koyu taraftar ya da fanatik olmaz, ilgisiz bir seyirci olur.

O halde taraftar kitlelerinin ortak bir karakteri olmalıdır. Tabii ki "%100 bu böyledir!" diye bir genelleme yapılamaz ama genellikle ve büyük bir yoğunlukla her taraftar grubunun bir karakteri vardır.

Ben sosyolog değilim ama yine de naçizane olarak bu konudaki tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

BJK taraftarı: Genellikle mütevazi, tutkulu ama Beşiktaş'ı hayatlarının en önemli şeyleri arasında ilk 5'e sokmayan, buna rağmen sevgisini göstermesi gerektiğinde bunu herkesten iyi yapan bir kitle. Yine genel olarak güçsüzün yanında olmayı seven, başı dik değil, önüne eğik, ezmeyi sevmeyen, ezildiğinde sessizce tepki verenlerden oluşuyor. Bu taraftar eğer üst tabakadan ise onları sessiz zenginler arasında görebilirsiniz. Orta tabakadan olanları da sosyal demokrat eğilimli, mütevazi kişiler olarak gözümüze çarpar. Alt tabakadan olanları ezilmişliğe karşı kabullenmenin getirdiği isyana sahiptirler. Ana kitleyi de bunlar oluşturur.

FB taraftarı: Turgut Bey'in bir zamanlar Orta Direk adını verdiği kesim ağırlıklıdır. Genelde dobra, harbi, çok konuşan, bazen bunun dozunu kaçıran, üstün olmak isteyen ama hak edeni alkışlayan, hakkı yenildiğinde ciddi bir şekilde tepkisini veren, Fenerbahçe'yi hayatının en önemli ilk 5 şeyinin içine koymuş renkli kişilerdir. Fenerbahçeliler Beşiktaşlıları sever ve kendine yakın bulur. Ama Beşiktaşlılar Fenerbahçelileri sevmez. Bunun açıklaması şöyle yapılabilir: Fenerbahçe için Beşiktaş'ın "geçmişi, çocukluğu, geldiği yeri, memleketi" gibi görülmesi; Beşiktaş için de Fenerbahçe'nin "bak oralara gitti, bizi unuttu, hain!" gibi görülmesidir, benim açımdan böyle açıklanabilir. Fener taraftarı ister üst, ister orta, isterse alt tabakadan olsun, her biri bulunduğu tabakanın tam ortasındadır. Aslında Fenerbahçe tipik bir Türk halkıdır. En altından en üstüne. Ne planlı programlı bir yol çizebilir kendine, ne kalıcı başarılara imza atabilir ne de zekice oyunlarla hile yapabilir. Hile yapması gerektiği zaman -ki artık canına tak etmiştir ve başka çaresi kalmamıştır - bunu alenen ve basitçe yapar. Tıpkı bizim seri katillerimizin hasmını kahvenin orta yerinde bir şarjör boşaltarak öldürmesi gibi! Ama Fenerbahçe taraftarı dürüsttür. İçine sinmeyen bir şey olduğunda bunu da açıkça söyler! İki yıl şampiyon olsun, 3. yıl başkası olsun ister...

GS taraftarı: Genellikle ukala yahut bunu dışa vurmayan ama diğerlerini aşağı gören bir yapıdadır. Bu küçük görme huyundan dolayı kendisinin yaptığı ve yapacağı her şeyi mübah görür. Diğerleri önemsizdir çünkü. Bu taraftar kitlesinin her zaman başı dik, futbolu keyif alınacak bir oyun olarak gören ama her daim keyif almak isteyen, keyfini bozan çıktığında da istediği yapılmayan şımarık bir çocuk edasıyla ortalığı birbirine katan bir çoğunluktan oluşur. Alt tabakadan ve orta tabakadan olan azınlık nüfusuna dikkat edecek olursanız, kendini yaşadığı yere ait görmeyen, üst tabakaya benzemek için dış görüntüsünü değiştiren, çoğunlukla kaliteli, nazik ve kibar bir ilk izlenim bırakan tiplerdir. Öyle ki bu taraftar kitlesi için biraz efemine, biraz metroseksüeldir, diyebiliriz. Bu kesimdekiler, bütün imkanlarını zorlayarak sınıf atlamış gibi görünmekten hoşlanırlar. Üst tabakadan olan nüfus çoğunluğunun ise yanına bile yaklaşamazsınız. Sizinle tokalaştıklarında lavaboya gitme ihtiyacı duyarlar ama bunu size hissettirmeyecek kadar kibardırlar. Acaba Aslan Burçlarının çoğunluğu Galatasaraylı mıdır? Bunun da astraloglar tarafından incelenmesi gerekir.
Neyse, biz konumuza dönelim: Galatasaraylılar, kimseyi sevmez; sadece çıkarları için severmiş gibi yaparlar. Fenerbahçeyi hiç sevememelerinin nedeni otorite ve planlarına karşı gelen bir asi gibi görmelerindendir. Fenerbahçeliler de onları sevmez. Çünkü yapmacık ve gıcık gelir. Sen kim oluyorsun edası ile GS'a kafa tutarlar. Kibar bir fransızın gelip de köyün delikanlısını güreşte yenmesi gibi, Galatasaray'a yenilmeyi kendilerine yediremezler ama buna çıldırmazlar, rakiplerine göre daha olgun karşılarlar. Beşiktaşlılar ise Galatasaraylılar'ı Fenerbahçeliler'e göre daha fazla severler. Bunun nedeni de Fenerbahçe'yi kendinden biri gibi görmeleridir, Galatasaray'ı ise dışarıdan zararsız bir misafir. GS'ın efendiliğine ve büyüklük taslamasına saygı duyarlar ama Fenerbahçe aynı şeyi yapmaya kalkınca aynı soru gündeme gelir: Sen kim oluyorsun?! Fener onlar için köyü terk eden eski çocukluk arkadaşlarıdır. Gs ise Fransa'dan gelmiş "müyendis bey"!

Bu analizlerden sonra şunun altını çizmek istiyorum. Bu kadar büyük kitlelerin, yüz milyonlarca tutkulu insanın oluşturduğu talebin yaratacağı arzı ve bu arzın yaratacağı rantı düşünebiliyor musunuz? Ve halen futbolun basit bir oyun ya da 22 kişinin yaptığı bir spor olduğunu söyleyebilir misiniz?

Ortada dönen paralar ve rant o kadar büyük ki, bunu başa geçen başkanlar da ancak başa geçtikleri zaman anlayabiliyorlar. Gönül verdiğiniz renklerin şampiyon olabilmesi için, ona gönül verenlerin sayısı ve tutkusu, oynanan oyunun üstüne çıkıyor. Yaratılan suni rekabet, oynanan tiyatro, çekilen, pardon ayarlanan fikstür ve saire ve saire... Peki bu kadar çok çalışanı olan bir sektöre bulaşan pislik hiç mi dışarı sızmaz? Sızdıran salaktır, bir bilim adamının bin katı para kazanırken... Dünyanın en dürüst insanı bile olsa ona kim inanır hem? İnsanlar doğrulara değil, inanmak istediklerine inanırlar ve kolayca da inandırılırlar.

Böyle olunca bu oyunun içindeki aktörler de yukarıdaki karakter rolleri ile ön plana çıkar. Beşiktaş çok iyi bir takıma sahipse ve hakkını yedirmeyen bir yönetim tarafından yönetiliyorsa ve diğer tüm hava şartları da müsaitse şampiyon olur. Fenerbahçe iç düzenini ve birliğini sağlamış, gerçekten istiyorsa şampiyon olur. Galatasaray ise her yıl olmak ister ve bunun için de her yolu dener.

Fener ve Beşiktaş'ın aklının ermediği yollardır bunlar. Mesela psikolojik baskı, kamuoyu oluşturma, rakibin kendisini bile şampiyonluğu hak etmediğine inandırma ve saire ve saire... Akla hayale gelmeyecek gibi görünen ama aslında huyu bu olan biri için son derece doğal yöntemler ile şampiyonluk denenir.

Diğer anadolu takımları için şampiyonluk, bu üç takımın yüksek müsaadeleri ile olabilir -ki bu da imkansıza yakın bir şeydir.

Yine çok açık ve net olarak yazıyorum: Yazılı ve görsel basına bakın. Bir tane etkili Beşiktaşlı var mı? YOK! Bir tane kör fanatik, taraflı Fenerbahçeli var mı? YOK. Rıdvan Dilmen, gördüğünü söyler ve yazar. Mehmet Demirkol GS li midir, FB li midir bilinmez, kendi bile halen bunu araştırmaktadır. Şansal Büyüka, tam bir beyefendidir. Selçuk Yula çok tutkuludur, hatta en tutkulusu ama o bile dobradır, düşündüğünü yazar.

Peki Hıncal için aynı şeyler söylenebilir mi? Hatta Ali Kırca, Güneri Civaoğlu gibi saygın ve etkili kişiler için bile... Ya Bilgin Gökberk ve Güven Taner'e ne demeli?

Bu etkili kalemler Galatasaray'a gördüklerini, doğru bildiklerini yazarak değil, yazılması gerekenleri, GS nin çıkarları için olması gerektiği gibi yazarak hizmet ederler. Bu da mübah bir yolsa saygı duyarım, biz yapamıyoruz, kabul etmek gerekir.

GS dışarıdan başkan hatta üye bile kabul etmez. Masonluk gibi hatta daha kapalı bir gruptur Galatasaray. Mektepli olmak gerekir, din gibi bir şeydir Galatasaray. Ve aslında taraftarı da cemaat gibi değil, tebaa gibi görür. Taraftar hiç bir zaman o elit yönetim grubuna dahil olamaz ve hatta ulaşamaz bile.

Beşiktaş sevgisi memleket gibidir, sıla gibidir.

Fenerbahçe ise sevgili gibidir. Aşk gibidir.

Kurulmuş büyük düzenler için en tehlikeli şey de budur: Tutku ve aşk!

O yüzden Galatasaray Fenerbahçe'yi sevmez, korkar, endişe duyar, saygı duyar, ama kendinden aşağı görür.

Dün akşama gelecek olursak; sahada tam bir konfederasyon oyunu vardı. Futbolcuların gözlerine tutulan lazerler, ısıran ve tekmeleyen kudurmuş bir takım, kanadı kırık direnmeye çalışan diğer takım, 97 dakika boyunca yüzyüze edilen küfürler, 97 dakika boyunca toplu halde edilen küfürler... Bazen insanın onuru, şerefi ve sabrı bir kırmızı karttan daha önemli hale gelebilir ya da getirtilebilir. Selçuk, Uğur ve diğer futbolcular (ilginçtir, takımlarda oynayan futbolcular da büyük bir genelleme ile o takımın ruhunu taşıyor, istisnalar var elbette) dobra dobra basın önünde söylemişlerdir ki kendilerine arkadaş, kardeş diyebilecekleri kişiler tarafından 97 dakika ana avrat küfür edilmiştir, ısırılıp, tekmelenmiştir. Ben onlara inanıyorum! Lugano yine mertçe demiştir ki; evet, kafa attım! Ama ayağıma 3 kere basıldıktan sonra. Bunlar insan, makine değil. Biri otobüste yanlışlıkla bile ayağımıza bassa kavga çıkaran bir toplumuz biz! Düşünün ki yerimizde GS olsa, Lugano'nun ayağına basılması için "penaltımız verilmedi!" diye yaygara koparıyordu şimdi! Ya Sabri'ye bir türlü çıkmayan en azından bir sarı kart?! Hakemler bunu yapabilme cesareti bile gösterebilselerdi, kavgayı ayırmaya gelen Semih, kariyerindeki ilk (!) kırmızı kartını görmemiş olacaktı.

Peki ya İspanyol televizyonunun bile yayınını kesmesine sebep olan, neredeyse kapalı tribünü çökertecek Neondarten'lere ne demeli?! Henüz evrimini tamamlamamış olan bu canlılar, lazer kullanabiliyor ama bir araya gelince kontrolden çıkıyorlar! Neredeyse bir facianın eşiğinden dönüldü! Bu ne nefret, bu ne kindir?!

Tribünlerin bile olmadığı papaz çayırı denen bir otlakta üstelik 11 kişiye karşı 7 kişiyle oynamasına rağmen, mahalle maçını 7-0 kazanan GS nin bu zaferi kendilerine bile inandırıcı gelmiyor ki halen 6-0 ın altında eziliyorlar.

Eziklik zor bir sendromdur!

Ama bundan kurtulmanın yolu onurlu olmaktır.

Maçtan sonra Adnan Bey açıklıyor: Tezgaha geldik!

Bunu anlamak için bile tezgahın ne olduğunu, nasıl yapıldığını bilmek lazım, değil mi üstadım? Bunu da en iyi siz bildiğinize göre, doğrudur, gelmişsinizdir, inanırım.

Hiç düşündünüz mü peki, acaba bu sözler tabana söylenmiş sözler mi? Önümüzdeki 5 senenin tezgahı bellidir ve içinde bulunulan durum, buna göz yummayı gerektirir de yine de alt tabana başarısız görünmemek, kısa vadeli yatırımı yapmak ve günü kurtarmak için mi söylenmiştir bu sözler? Probablement... (Fr. Muhtemelen)

Peki, ne zaman adam oluruz?

Galatasaraylı olmasına rağmen bu yazıyı okuyup küfretmeden önce "delinin biri kendi fikrince bir şeyler yazmış, acaba doğruluk payı nedir? bir düşünmeli..." diyebildiğimiz zaman...

Eh, yazması bedava... Reklamda da dediği gibi:

Beee-daaa-va. Yatıyos, kalkıyos, altı tane atıyos, adios...

 
Toplam blog
: 30
: 777
Kayıt tarihi
: 01.11.08
 
 

Elektronik mühendisiyim. Peyote'de İlkbahar adlı romanın yazarıyım. Özel bir şirkette iş birimi müdü..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara