- Kategori
- Tarih
Tarihe ilk şüpheci yaklaşımlar
Eski tarihçilerin günümüzdekilerden daha az sorumsuz, daha palavracı olmadıklarını görmek, doğrusu pek üzücü. Eski çağların bilgeleri Romulus’a, önceki, sonraki kahramanlara kendi dostları ve hatta aile fertleriymiş gibi yaklaştıklarını görüyoruz. Öyle kendinden emin bir anlatımla yazılıyor ki bu metinler, içinde yalan ve yanlış bulunabileceği ihtimali hiç akla gelmiyor. Roma tarihi yaşanmış bir tarihin hikâyesi gibidir. Milattan önce 2824 yılında, Enea, yanında bir gurup Truvalı olduğu halde, Latium kıyılarına ayakbastı. Üç yıl, denizlerde serseri gibi dolaştıktan sonra Kral Latinus zamanında gelmişti buraya. Kral onu iyi karşılamış, hatta kızı Lavinie ile evlendirmişti. Rutulya kralının kendisini kıskanması üzerine Truvalılar bunlarla savaşmışlar ve yenmişlerdi. Bundan sonra Latium’a huzur gelmiş; kralın damadı Enea kralın ölümünden sonra tahta geçmişti. Bütün bu olaylar güzel bir trajedinin ardı ardına gelen kısımları gibi anlatılmış. Romalı Tarihçiler şimdi bizim gerçek diye kabul ettiğimiz pek çok masallar uydurmuşlardı. Romalılar övünme merakı yüzünden, İtalya’yaTruvalıları getiren Enea aracılığıyla soylarını Venüs’e kadar götürdüler ve bununla yetinmeyip Romulus’u Marsın ölümünden sonra tanrılaştırdılar. Romulus’tan sonra onun yerine geçen Numa tanrı olmasa da aziz olduğu için tanrıların desteğini almıştı.
Masallar üzerine kurulmuş bir tarih anlayışında doğrular yanlışlardan nasıl ayırt edilebilecekti.
Leyden’de Jacop Gronovius, tarihte Romulus diye bir şahsiyetin yaşamadığını iddia etti. Oxford’lu Henry Dodwell bunu destekledi.2500 yıl boyunca tarihçilerin yazdığı ‘ bakir rahibe Rhea Sylvia’nın Marsla olan aşkından doğan iki kardeş, Romus ve Romulus’un Kapitol’e bırakılarak burada bir kurt tarafından emzirildikleri hikâyesi öyle saçmadır ki çürütülmeye bile değmez. Daha sonraları özellikle Roma tarihinin ilk dört yüz yılının tarih açısından hiçbir kesinlik taşımadığı kabul edildi.
Eski Yunan tarihi bu konuda Roma tarihinden çok daha fazla yanlışlıklar içeriyordu. Eski atalarını ve başlangıçlarını bilmiyorlardı. Milli bayramlarını kesin olarak tespit edemediklerinden Aristofanes ay’ı ölçü almaktansa tanrıları yardıma çağırmanın daha doğru olduğunu söylemişti. Fakat tanrılar yardıma gelmekte nedense gecikiyorlardı. Durum bu iken yunanlı tarihçilere nasıl güvenilebilirdi.
Eski tarihin gerçeklerini öğrenme imkânı yoktu. Eskilerin hangi ölçekleri kullandıkları, nasıl hesap yaptıkları bilinmeden eskilerin hayatlarından bahsedilemezdi. Academie Royale des İnscription Et Belles Lettres gibi ilim merkezlerinde bu gibi konular tartışılarak sağlam bilgiye ulaştıracak bir metodoloji üzerinde araştırma yapılıyordu.
Kitabı Mukaddese baktılar, dünyanın yaratılışından İsa’ya kadar dört bin yıl, kesin bir ifadeyle dört bin dört yıl geçmişti.129 yılına kadar dünyadaki kötülükler artmış, Nuh tufanı 1656 yılında kopmuştu.1757 yılında Babil Kulesi’nin yapımı başladı.İbrahim, 2083 yılında peygamber oldu. Musa’ya yazılı kanunlar İbrahim’den 430 yıl sonra gelmiştir. Aynı yıl Museviler Mısır’dan çıkarıldılar. Bossuet, bu bilgilere dayanarak olayları dönemlerine göre bir sıralamaya soktu. Fakat bu masum inançlar, kronoloji modasının gelmesiyle bozuldu. İnsanlığın kendi tarihine olan şüpheleri arttığı oranda kronoloji saygınlık kazanarak bir bilim dalı haline gelmeye başladı.
Kronoloji bir tarihi vesikanın değerini ait olduğu otoriteye göre değil, aritmetiğe göre kararlaştırıyordu. Kütüphanelerdeki uzmanlar ve araştırmacılar, tarih kitaplarındaki zamanları incelemeye başladılar. Bütün tutkuları, bazı tarihler belirlemek ve yıllarla aritmetik hesaplamalar yapmaktı. Aralarında kavgalar eksik olmuyor ve bu gürültüleri duyan etraftaki insanlar “işte bizimkiler yine kendi aralarında eğlenmeye başladılar” diyerek onlarla alay ederlerdi. Bütün Rönesans boyunca süren çalışmalarını bitirdiklerinde Musevilik ve Hıristiyanlık açısından son derece tehlikeli tespitlerde bulunmuşlardı. Aralarından bazıları dindar olmasına rağmen inançlarını savunabilmek için tarihi çelişkileri gidermeye çalışsalar da bu çabaları sonuçsuz kalmıştı. Tarih metodolijisi bakımından sağlıklı kayıtları olan eski Mısır ya da takvim ve yıllıkları çok olan çinlilerin kayıtlarına bakıldığında bir problemi çözmek için yapılan araştırma, çözümü zor daha başka sorunların ortaya çıkmasına neden oluyordu. Bunun üzerine bilim adamları ümitsizliğe düşmüşler ve içlerinden Le P. Paul Perzon şöyle demiştir; “ Her şeyi yiyip yutan, her şeyi sonsuz bir unutkanlık içine gömen zaman insandan kendi yaratıldığı tarih ve dünyadaki serüveninin süresi hakkında bilgi vermekten kaçınmıştır. Dünyanın taratılışından Mesih’in gelişine kadar geçen zamanı bulmak için yapılan tüm çalışmalar hem boşa çıkmış, hem de bizi gerçekten daha da uzaklaştırmış bulunuyor.”( L’Antiquite des temps retablie, 1687)
Her şeye rağmen tarihi yeniden yapılandırmanın bir yolu olmalıydı. Arkeolojik araştırmalar yapılacaktı. Bilginler, orijinal metinleri seçmek, taşları yontmak, paraların yüzeylerini temizlemek gibi sıkıcı işlere girişmek zorunda kaldılar.
Yararlanılan Kaynak : “ Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme” , (Paul Hazard. Çeviren; Erol GÜNGÖR- Tur Yayınları, 1981 İstanbul, Yüksel Matbaası)
Masallar üzerine kurulmuş bir tarih anlayışında doğrular yanlışlardan nasıl ayırt edilebilecekti.
Leyden’de Jacop Gronovius, tarihte Romulus diye bir şahsiyetin yaşamadığını iddia etti. Oxford’lu Henry Dodwell bunu destekledi.2500 yıl boyunca tarihçilerin yazdığı ‘ bakir rahibe Rhea Sylvia’nın Marsla olan aşkından doğan iki kardeş, Romus ve Romulus’un Kapitol’e bırakılarak burada bir kurt tarafından emzirildikleri hikâyesi öyle saçmadır ki çürütülmeye bile değmez. Daha sonraları özellikle Roma tarihinin ilk dört yüz yılının tarih açısından hiçbir kesinlik taşımadığı kabul edildi.
Eski Yunan tarihi bu konuda Roma tarihinden çok daha fazla yanlışlıklar içeriyordu. Eski atalarını ve başlangıçlarını bilmiyorlardı. Milli bayramlarını kesin olarak tespit edemediklerinden Aristofanes ay’ı ölçü almaktansa tanrıları yardıma çağırmanın daha doğru olduğunu söylemişti. Fakat tanrılar yardıma gelmekte nedense gecikiyorlardı. Durum bu iken yunanlı tarihçilere nasıl güvenilebilirdi.
Eski tarihin gerçeklerini öğrenme imkânı yoktu. Eskilerin hangi ölçekleri kullandıkları, nasıl hesap yaptıkları bilinmeden eskilerin hayatlarından bahsedilemezdi. Academie Royale des İnscription Et Belles Lettres gibi ilim merkezlerinde bu gibi konular tartışılarak sağlam bilgiye ulaştıracak bir metodoloji üzerinde araştırma yapılıyordu.
Kitabı Mukaddese baktılar, dünyanın yaratılışından İsa’ya kadar dört bin yıl, kesin bir ifadeyle dört bin dört yıl geçmişti.129 yılına kadar dünyadaki kötülükler artmış, Nuh tufanı 1656 yılında kopmuştu.1757 yılında Babil Kulesi’nin yapımı başladı.İbrahim, 2083 yılında peygamber oldu. Musa’ya yazılı kanunlar İbrahim’den 430 yıl sonra gelmiştir. Aynı yıl Museviler Mısır’dan çıkarıldılar. Bossuet, bu bilgilere dayanarak olayları dönemlerine göre bir sıralamaya soktu. Fakat bu masum inançlar, kronoloji modasının gelmesiyle bozuldu. İnsanlığın kendi tarihine olan şüpheleri arttığı oranda kronoloji saygınlık kazanarak bir bilim dalı haline gelmeye başladı.
Kronoloji bir tarihi vesikanın değerini ait olduğu otoriteye göre değil, aritmetiğe göre kararlaştırıyordu. Kütüphanelerdeki uzmanlar ve araştırmacılar, tarih kitaplarındaki zamanları incelemeye başladılar. Bütün tutkuları, bazı tarihler belirlemek ve yıllarla aritmetik hesaplamalar yapmaktı. Aralarında kavgalar eksik olmuyor ve bu gürültüleri duyan etraftaki insanlar “işte bizimkiler yine kendi aralarında eğlenmeye başladılar” diyerek onlarla alay ederlerdi. Bütün Rönesans boyunca süren çalışmalarını bitirdiklerinde Musevilik ve Hıristiyanlık açısından son derece tehlikeli tespitlerde bulunmuşlardı. Aralarından bazıları dindar olmasına rağmen inançlarını savunabilmek için tarihi çelişkileri gidermeye çalışsalar da bu çabaları sonuçsuz kalmıştı. Tarih metodolijisi bakımından sağlıklı kayıtları olan eski Mısır ya da takvim ve yıllıkları çok olan çinlilerin kayıtlarına bakıldığında bir problemi çözmek için yapılan araştırma, çözümü zor daha başka sorunların ortaya çıkmasına neden oluyordu. Bunun üzerine bilim adamları ümitsizliğe düşmüşler ve içlerinden Le P. Paul Perzon şöyle demiştir; “ Her şeyi yiyip yutan, her şeyi sonsuz bir unutkanlık içine gömen zaman insandan kendi yaratıldığı tarih ve dünyadaki serüveninin süresi hakkında bilgi vermekten kaçınmıştır. Dünyanın taratılışından Mesih’in gelişine kadar geçen zamanı bulmak için yapılan tüm çalışmalar hem boşa çıkmış, hem de bizi gerçekten daha da uzaklaştırmış bulunuyor.”( L’Antiquite des temps retablie, 1687)
Her şeye rağmen tarihi yeniden yapılandırmanın bir yolu olmalıydı. Arkeolojik araştırmalar yapılacaktı. Bilginler, orijinal metinleri seçmek, taşları yontmak, paraların yüzeylerini temizlemek gibi sıkıcı işlere girişmek zorunda kaldılar.
Yararlanılan Kaynak : “ Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme” , (Paul Hazard. Çeviren; Erol GÜNGÖR- Tur Yayınları, 1981 İstanbul, Yüksel Matbaası)