- Kategori
- Felsefe
Tek ve çok

Ben “Tek”im, sen de “Tek”sin.
Her birey “Tek”tir. İkiz benzerdir.
Benzer; bir başkasıdır, tıpa tıp da bir başkasıdır.
Her “Tek”in, ruhu da “Tek”tir. Ruhun da benzeri olamaz. Çünkü o da “Tek”tir.
Her başka(sı)nın, yani “Sen”in “Tek”liği de onun için “Tek”tir.
Burada bu “Tek”liği, yalnız insan, yanında karşı cinsten bir partneri olmayan insanla karıştırmamak gerekir. Kişi belki hayatının çok uzun ya da çok kısa bir süresi ya da sürelerinde bir eş, sevgili, arkadaş edinebilir.
Buradaki bireysel “Tek”lik; kişinin tamamen kendi bedeni ve ruhu ile özdeşleşmiş hali anlamında kullanılmaktadır.
İnsan asırlarca kendini tanımaya, anlamaya çalışmıştır. İlk ve Orta Çağlarda çok ağır giden bu süreç, Dünya’ya bu gün egemen olan çok önemli bir buluş sayesinde çok hızla ilerlemiş ve son bir asırda bilgi ve teknoloji katlanarak büyümüş, bu gün ise vardığı noktada artık takip edilmesi dahi çok zor bir hal almıştır.
Elektrik olmasaydı, bu gün, başta bilgisayar olmak üzere hayatımıza neredeyse egemen olan bu çokça alet edevatı neyle çalıştıracaktık. Ancak, 19. Yüzyıl’da insanoğlunun bulduğu elektrik kadar önemli iki adım daha vardır.
Bu buluşlardan biri kuşkusuz fizikçi Wilhem Rontgen’in bulduğu alet vasıtasıyla ışık geçirmez bilinen insan vücudunun aslında saydamlaştığının keşfedilmesidir. Bir anımsatma yapalım: Röntgen, daha evvelden tasarlanmamış bir çalışma esnasında tesadüfen bulunmuştur. Bu tesadüf; insanoğlunun bedenini çözmeye başlamasına yaramış ve tıp da bu tesadüfen bulunan aletten fevkalade yararlanmış ve hızla yol almıştır. Röntgen olmasaydı bu gün belki nükleer tıp alanında bu kadar çok çeşitli tanı cihazları olmayabilirdi.
İnsanoğlunun kendini tanımasında bir başka adım ise Sigmund Freud’un ruhun girilmez sanılan karanlığına girmesi ve bu karanlığın dibine bir ışık tutmasıdır. Vücut ve ruh; bu iki bilim adamının açtığı yoldan gidilerek keşfedilebildi.
İnsan kendini tanıdı, tanıdıkça bir yandan gelişmesini hızlandıracak ya da yaşama sürecinin uzamasını, hastalanma durumunu ortadan kaldırmayı sağlayacak yöntemleri buldu, öte yandan ruhunun derinliklerine girdi.
Birey; kendi usunun da yardımıyla iç dünyasını kendi bulmalı ve kendi ”Tek”liğini, kendi içinde çözmelidir. Kendini bilmek…
Kendini bilmek, yani “Ben”in keşfi…
Yoksa bu yazıdaki maksat; psikanaliz ya da tıp tekniği hakkında yorum yapmak ya da bilgi vermek değil. Ama tıptaki gelişim ile paralel yürüyen psikanaliz, bize bu bilimlerin uzmanları dışında, kendi çabamızla da daha bir bilgilenme. Gerektiğinde internet ya da basılı bilgi kullanarak kendimizi daha anlama imkânı sağladı.
Kişi kendini bilmeli/bulmalı…
Bilmeye/bulmaya çalışmalı/çabalamalı…
Bu süreç; ne kadar yardım da alsa aslında bireyin kendi içinde ve kendi çabası ile varabileceği bir sonuçtur. Burada yine gerektiğinde uzman yardımı alan ya da almak zorunda olanları kastetmiyoruz ve bu yardımı yapanları da yadsımıyoruz. Çünkü zaman geldiğinde, gereksinim duyulduğunda onlar lazımlar.
Felsefe tarihinde “Ayna” çok önemli bir simgedir. İçinde olmayanı dışarıda aramamak gerektiğini simgeler. O aynada kişi kendine baktığında görülen “Tek”tir, “Ben”dir. Bu aynada görülen “Tek” eğer iç dünyasını anlamış ya da kendiyle hesaplaşabilmiş ise bundan sonra erdemler kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Günümüzde "Erdem" çok önemli ve çok da kıymetli bir olgudur. Etrafımızda o çokça çirkinliklerin, kötülüklerin arasında, evvela kendimizin erdemli olması, sonra da yanımızda, etrafımızda erdemli bireylerin çoğalması sanırım bugün çok fazla gereksinim duyduğumuz bir olgu.
İşte bu anda, “Tek” artık “Çok” olmaya başlamıştır. Bu diğer “Tek”lerin artması ile etrafımızda “Çok”ça bir kitle oluşur. Bu “Çok”luğa ihtiyacımız vardır. Bu “Çok”luk içinden, bir eş, sevgili ya da partner de bulunmalıdır. Hani şu davulun dengine vurduğu misaldeki gibi, bu eş, sevgili ya da partner de “Tek”le uyum içinde olmalıdır. Değilse, süreçte bir yerlerde bir kopukluk, ayrılık kaçınılmazdı.
İşte günümüzde yürümeyen evlilikler, ilişkiler hep bu denk olmama durumuna bağlıdır. Bir gün bir yerden kopma kaçınılmazdır. Kopmuyorsa, süreci uzatan, ezilen ya da verici olan biri vardır ki bir gün gelecek kopma onun aklında, usunda, benliğinde olacak ve belki de yukarıda yazılan uzmanlara gereksinimi olacaktır.
Denklik de çok göreceli bir kavram. Maddi anlamda, fiziksel anlamda, eğitim anlamında ama en önemlisi donanım anlamında. Bu donanımı da mesleki donanımla karıştırmamak gerekir. Donanım; bireyin entelektüel birikiminden başlayarak, hobileri, beğenileri ve duyguları ile duygularının tezahürünün de eşleşmesi, yani gerçek ruh ikizi olmaları durumudur. Peki, herkes gerçek ruh ikizini bulabilmekte midir? Bu şüphesiz çok zor oluşan bir durumdur. Ama bir de bulundu mu kaçırmamak için gereken ne ise yapılması gerekir.
“Çok” artık vardır. Çünkü iki “Tek” birleşerek çoğul durumuna geçmişler ve artık bu “Çok”luğa daha fazla “Tek”ler eklenmeli ve “Çok” daha da “Çok” olmalıdır. Ancak etrafımızda çokça bulunan ve maalesef yok saymak gereken başka bireyler de vardır. Peki, ne yapacağız? Beşeri ilişkiler çerçevesinde, bu çokça bulunan ve de maalesef yok saymamız gereken kişilerle çoğu zaman temas halinde olmamız gerekmektedir. Bu temas günlük yaşam esnasında iş hayatı, alış veriş ve diğer gereksinimler dolayısı ile kurulmak zorunda olan ilişkilerdir.
Peki, yukarda yok saymaktan bahsederken burada bu “kurulmak zorunda olan ilişkiler” tanımında bir çelişki mi var? Hayır, çelişki yok! Günlük zaruri ve iş temasları dışında birey gönül hanesine, eş, aile bireyi, sevgili ya da partner dışında kalanları, gereksinim haricinde, gönül hanesine almak zorunda değildir. Demek ki her temas edilen kişi bireyin kendi “Çok”ları arasına alınmamalıdır.
İşte bu her önüne geleni, kısmen insancıl duygularla o “Çok”ları arasına alanlar, bir gün üzülmektedirler. Burada bir başka olgu daha ortaya çıkmaktadır. Yardımlaşma! Bu gün imkânlar nispetinde etrafımızda sadece insan da değil başka canlılara da yardım etmek durumundayız. Ama yardım etme duygusu ile etrafımızda bize ait “Çok”lar arasına alınmaması gereken çokça birey de var. İşte burada yine zaman zaman ortaya çıkan bir yanılgı, hüsran her zaman olağandır.
Nicelik ve Nitelik…
Nicelik, çokluktur ama ne anlamda? Bu bireyin kendi usunu kullanarak varması gereken bir olgu. Nitelik, evet işte etrafımızda oluşturmaya çalıştığımız/çabaladığımız “Çok” topluluğu için nitelik şart.
Burada ne alaka diyen de olacak. Bir evrensel yasa olan “Nicelikten Niteliğe Geçiş Yasası” ya da eski Türkçe söylemi ile “Kemmîyetin Keyfiyete İntikali Kanunu”na bir atıf yapmak gerekir mi?
Bu yasanın açıklanması ve içinin doldurulması uzunca bir yazı gerektirir ve tam buraya oturması için de çok dolambaçlı bir tarife ihtiyaç vardır. Ama söylemdeki ifade bana hep bu anlatıma uyar diye gelmektedir. Nicelik yani çokluk… Ve o çokluk tanımı içine giren çokça bireydeki, nitelikleri tanımlamak/vurgulamak adına burada bir anımsatma yapıldı.
Nicelerini kendi “Çok”larımız arasına almadan evvel “Nitelik”lerini de dikkate alalım.
Tabi ki onlar da kendi muratlarına kavuşsunlar ama biz de etrafımızda evvela erdemlerle donatılmış, nitelik sahibi bireylerden oluşan “Çok”larımızı toplayalım.
Çünkü o kadar çok “Yok Saymak” zorunda olduğumuz kişi var ki etrafımızda…
Bojidar Çipof
14 Ağustos 2009 Yeşilköy