- Kategori
- Sosyoloji
Toplum ve Kültür Kavramları
Sabri ÇAKIR[1]
(I)
Toplum ve kültür kavramlarını, herkesin anlayabileceği bir dille bir kültür dergisinin sınırlı kapsamında anlatmanın, yazmanın ne denli zor olduğunun bilincinde olarak bu makaleyi oluşturmaya çalıştım. Buradaki amacımız; içinde yaşamak, değerlerini, kurumlarını, normlarını paylaşmak zorunda olduğumuz toplumu ve onun kültürünü anlaşılır kılmaktır. Bu konuda yıllardan beri birçok araştırma yaptık ve makaleler yayınladık. Aradan uzun yılların geçmesine karşın sadece halkımızın değil, sosyal bilimcilerin, siyasilerin, özellikle de kendini “elitist” olarak sunanların bile bu iki kavram karşısında şaşkınlık yaşadıklarını, anlam ve içeriklerini ayırt edemediklerini görmekteyiz. Bu nedenle bu makalede söz konusu iki kavramın anlamlarının, tanımlarının netleştirilmesi, halkımızın kavrayabileceği bir dille açıklanması için bir kez daha üzerinde durulması zorunlu oldu.. Çünkü bu iki önemli kavram her zaman ve her yerde birbiriyle karıştırılır; içeriği hakkında çoğu insan bir şey söyleyemez ama her alanda da kullanılır. Bunlardan ilki birlikteliklerimizin, etkinliklerimizin, kurumlarımızın ve ilişkilerimizin örgütlendiği ve aynı kültürün ve mekânın paylaşıldığı soyut bir kavram olan toplumdur. İkincisi de insanı insan, toplumu da toplum yapan, ona kimlik kazandıran, zengin bir içeriği ve işlevi olan kültür kavramıdır. Bu iki kavram üzerine inşa edilmiş toplumsal ve kültürel yapı öylesine bir bütündür ki, birinde meydana gelen patolojik bir durum ya da değişme ötekini etkiler ve toplumsal ve kültürel sistemin bozulmasına, işlevlerini yerine getirmesine engel olabilir.
Sanıldığı gibi toplum, bireylerin bir araya gelmesi olarak tanımlanamayacak kadar karmaşık bir yapıya sahiptir. Bir başka söyleyişle, toplum bireylerin sayısal toplamından oluşan bir yığın değildir; onların dışında, onlardan üstün, kendine özgü niteliklere sahip, bireylerin tahmin bile edemeyeceği hedeflere yönelmiş toplumsal bir gerçekliliktir.[2] Daha açık bir ifade ile bir toplumu insan yığınlarından ayıran ve ona özgünlüğünü veren nitelikler ortak paydada oluşan değerler sistemi ve bu değerlerin etkisiyle oluşan kültür kalıpları ya da kurumlaşmış davranış biçimleridir. Toplumbilimin kuruluşundan günümüze dek o denli toplum tanımı yapılmıştır ki, hangisini ele alırsanız içinde kendinizi ve sizi biçimlendiren bir ortak noktayı kesinlikle bulabilirsiniz. Bunlardan biri de hem kültürü hem de toplumsal yapıyı çok yakından ilgilendirdiği için buraya alınmıştır. O da şudur: Toplum, bir kurumlaşmış davranış biçimleri ya da sistemidir.[3]
O zaman kültür kalıpları/kurumlaşmış davranış biçimlerinden ne anlaşılıyor, onu basite indirgemeye çalışalım..
Kurumlaşmış (örüntüleşmiş-kalıplaşmış) toplumsal davranış biçimleri demekle, “uzun zaman ve mekân dilimleri içinde durmadan tekrarlanan ya da toplumsal olarak üretilen davranış biçimleri”[4]amaçlanır. Örneğin dil, ekonomi, eğitim, sağlık, ahlak(etik), sanat, ekonomi, hukuk vb. alanlarda üretilen ve geleceğe aktarılan kurumsal davranışlar; örf, töre, gelenek, görenek gibi toplumsal ve kültürel yapıyı biçimlendiren geleneksel davranışlar, kültür kalıpları ya da kurumlaşmış, süreklilik kazanmış davranışlar olarak nitelenirler. Bu özelliklerinden dolayı toplum, birçok bilime veri sağlamıştır. Örneğin felsefe, antropoloji, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, siyaset bilim, tarih, coğrafya vb. bilimler toplumu anlamak, yorumlamak ve sorunlarını çözmek için bilimsel alanda varlık göstermişlerdir. Bize göre bunlardan ilki antropoloji(insanbilim), ikincisi de sosyoloji(toplumbilim)dır. Çok genel tanımıyla antropoloji insanı inceler. İnsanın yaptığı yarattığı şeyleri, yani kültürünü inceler. Davranış biçimlerini, farklılıkları, bunları yaratan sosyo-ekonomik nedenleri, öteki toplum ve bireylerle karşılaştırarak ortaya koymaya çalışır. Bu yönüyle de topluma ve toplumun özüne değinir. Çünkü insan doğduğu andan itibaren üyesi olduğu toplumun gelenekleri, normları, değerleri, kişinin deneyim ve davranışlarını biçimlendirip bireye bir alan ve bakış açısı çizer. O toplumda ortak değerlerin sürekliliğini, gereksinme duyulan kurumların, kültür örüntülerinin oluşmasını sağlar. Bunlar da toplum denilen kendine özgü yapıda vücut bulur ve bu merkezi konumdaki değerler o toplumun niteliklerini oluşturur.
Her toplumun kendine özgü nitelikleri arasında, onu ötekilerden ayıran kendine özgü kılan biri de kültürüdür. Çok tartışılan, her şeye çok karıştırılan, her örgütlenme biçimine adını veren, her etkinlikte öne çıkarılan ve çok tanımlanan bir kavram kültür.. Bireyin içinde yaşadığı ve üyesi olduğu toplumdan edindiği ve yaşamında uyguladığı her değer onun kültürünü oluşturur. Bu bağlamda dünyaca ünlü yazın adamımız Yaşar Kemal bir söyleşisinde, “kültür bitince insanlık biter”[5] özdeyişiyle neyi amaçlamıştır? Gerçekten kültürsüz bir insandan, kültürü olmayan bir toplumdan söz edilebilir mi? Yoksa kültür, insan oluşumuzun, toplum içindeki ortak değerlerimizin, gereksinmelerimizi sağlayan kurumların, sistemlerin bir gerekçesi mi? Tüm bu soruların yanıtlarını burada irdelemeye çalışsak da olası değildir. Ancak bazı önemli noktalar araştırmacının, okuyucunun dikkatine sunulabilecektir..[6]
O zaman kültür nedir?
Bugün, her insanı doyurucu biçimde bu soruya yanıt vermek olanaklı değildir. Çünkü bu alanda çalışan bilim adamlarının bile kültürü yeniden tanımlama çabaları, kültürün yalnızca bir tanımı olmadığını, olamayacağını, her an yeni eklentilerle başka bir biçimlere dönüşebileceğini göstermektedir. Bu yeniden tanımlama çabaları kökende bir çelişki değildir. Çünkü sosyal bilimler, doğal bilimlere nazaran daha fazla araştırma alanına ve konusuna sahip oldukları gibi, bu oranda da çeşitli kollara ayrılmıştır. Bu nedenle gelişmeler daha geniş zaman gerektirmiş, olaylardan sonuçlar çıkarıp sosyal bilimin yasalarına varılamamıştır. Bu da gösteriyor ki kültür tanımlamalarında birlik, beraberlik, kısaca bütünlük söz konusu değildir. Böyle ayrıcalıklar olmasına karşın bugüne dek yapılmış olan tanımlar gözden geçirildiği takdirde, tümünde ortak bir noktanın bulunduğu, kültürden ne anlatılmak istediğini ya da amaçlandığını anlamak olanağı görülmektedir.
Kültür sosyolojisinin sorunu ve ilgisi, ilk elde” kültür” kavramının açık-seçik tanımlanmamasındaki zorluk olarak görülebilir.[7] İstisnai bir karmaşıklığı olan bu kavramın tarihi ve kullanımı, Kroeber ve Kluckhohn (1952) ile Williams’ın (1958 ve 1976) eserlerinde görülebilir.“Ürün yetiştirimi”(cultuvation), “sürmek, ekip biçmek” (Colere), Türkçe’deki “ekin” ya da “hayvan yetiştirimi” ( çobanlık ve besicilik) ve “zihin yetiştirimi ”ne (etkin cultivation) doğru anlamını genişleterek belirli bir halkın “bütün bir yaşam biçimi” demek olan bir “tin” konfigürasyonunun (yapılandırmasının) ya da genellemesinin adı oldu.[8] Culture sözcüğü 17.yüzyıla kadar Fransızca’da “ekin” ya da “toprağı ekip-biçmek” anlamında kullanıldı.[9] Bu da kültürün kökeninin madde olduğunu, maddi bir uğraşının Latince’den kaynaklandığını göstermektedir.
Herder (1784–1791) ilkin kavramı, her çeşit tekil anlamından (…) kurtararak anlamlı bir çoğunluk, “kültürler”i kastetmek üzere kullanmıştır. Daha sonra, özellikle de 18.yüzyılda antropolojinin gelişmesiyle, geniş çoğulcu bir kavram olarak, bütüncül ve ayrı bir yaşam biçimini ifade etmek özelliğini sürdürmüştür.[10] Daha sonraları, Fransız düşünür ve yazıncısı ünlü Voltaire cultura sözcüğünü, “ insan zekâsının oluşumu, gelişimi, geliştirilmesi ve yüceltilmesi” anlamında kullanmıştır.[11] Böylece, en genel anlamda “eğitimi” de içeren kültür kavramı, insan belleğinin (zihnin) etkin olarak geliştirilmesi anlamını oldukça güçlü bir biçimde kazanmıştır. Burada kültür kavramının anlam katmanlarını:
Belleğin gelişkin bir durumundan - “kültürlü kişi”, “kültür almış kişi”
vb.
Bu gelişme sürecine -“kültürel ilgiler”, “kültürel etkinlikler” vb.
3. Bu süreçlerin araçlarına -“sanat” olarak ve “beşeri (insani) entelektüel çabalar” olarak anlaşılan kültür kavramı gibi- kadar değişen anlamlarıyla ayırt edebiliriz. Zamanımızda ise bu üçüncü anlam katmanı diğerleri arasında en yaygın kabul görenidir.[12] Bununla birlikte, kavramın antropolojik ve geniş sosyolojik kullanımı, ayrı bir halkın ya da başka bir toplumsal grubun”bütün bir yaşam biçimi”ni kastetmektedir.[13]
Kavramın zorlukları açıkça görülmektedir. Fakat kavram, en kullanılışlı biçimiyle, ilgi alanlarının birbirine yakınlaşmasının en eski biçimlerinden biri olarak anlaşılabilir. İki temel biçim göze çarpmaktadır:
(a) Toplumsal etkinliklerin – dil, sanat yöntemi, entelektüel çalışma biçimleri gibi- bütün “kültürel” etkinlik katmanlarının üzerinde yer alan, bütün bir yaşam biçimini içeren” bilgilendiren tin” olarak ve (b) öncelikle diğer toplumsal etkinlikler biçimlendirilmiş bir düzenin doğrudan ya da dolaylı ürünü olarak, tam olarak betimlenen bir kültürün içinde yer aldığı”bütün bir toplumsal düzen” olarak.[14]
Kültürü tanımlamaktaki zorluğun kök nedeni bilgi ve veri yetersizliğinde aramaktan daha çok başka noktalarda aramak daha yerinde olur. Her şeyden önce, kavramlar da ilişkili oldukları bilimlerin oluşumuna, ya da gelişme sürecine uymak ve onu takip etmek zorundadırlar. Bu nedenle de yeniden tanımlamak zorunda kalırlar. Böylece her bilimin içeriğinde bulundurduğu kavramlara, o an için genel, herkes tarafından kabul edilebilir bir anlatım vermeye çalışırken eski anlamlarını korumak, güncel dile bile geçmiş olan daha öncelikli tanımlarla karşılaşmak, bunları yenileştirmek konusunda uğraşı göstermek zorunda kalmaktadırlar. Bu uğraşı çoğu kez bilimin esas görevini yerine getirmesini güçleştirmektedir. Çünkü günlük dilde kullanılan terimlerin, bilimin onlara vermek istediği anlamlardan tamamıyla başka, hatta karışık, çelişik anlamlar kazandırdığı da görülmektedir.
Şimdiye kadar çok yönlü kültür tanımları yapılmıştır. İngiliz antropologu E.B.Tylor en eski tanımı yapmıştır. Tylor’a göre kültür: “En geniş anlamı ile toplumun bir bireyi olarak insanın kazandığı bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, adet ve diğer kabiliyetlerdir”.[15] 1871 yılında ortaya atılan bu tanım 1900 yılına kadar tartışmasız kabul edilmiştir. 1900–1950 yılları arasında “kültür nedir?” sorusu üzerinde çok fazla durulmuş ve A.Krober’in de saptamasına göre 164 tanım ortaya atılmıştır. Bugün ise bu sayı 300’ü aşkındır. Yine antropolog C. Wissler kültürü şöyle tanımlamıştır: Kültür, bir halkın yaşama tarzıdır. Başka bir tanıma göre kültür, insanın soydan soya geçen başarılarından oluşmaktadır.
Bu konuda önemli bir tanımı da Alman insanbilimci Thurnwald yapmıştır. Ona göre kültür, “Tavırlardan, davranış biçimlerinden, örf ve törelerden, düşüncelerden, değer sistemlerinden oluşmuş; zamanla tüm öğelerinin birbirine kaynaşması sonunda ortaya çıkmış bir bütündür”.[16] Thurnwald kültürü bu biçimde tanımlarken uygarlık kavramını da yer vermiştir. Ona göre uygarlık, birikmiş bir bilgiye ve teknik araçlara sahip olmaya dayanır. Kısaca kültür takınılmış bir tavır, uygarlık ise bilme ve yapabilme olarak görülmüştür.(Devamı var...)
[1] Antropolog&Sosyolog
[2] E.Durkheim, Toplumbilimsel Yönetimin Kuralları, 1985,s.15
[3] A. Giddens, Sosyoloji, Eleştirel Bir Giriş, 1999,s.18
[4] a.g.e.,s.18
[5] Yaşar Kemal, TRT–2 Akşama Doğru Programı, 27 Mayıs 1999.
[6] Kültür konusunda daha geniş bilgi ve araştırma için bkz. Sabri Çakır, Üretimden Tüketime İnsan-Kültür ve Toplum Yazıları, Fakülte Kitabevi, Isparta–2008
[7] Reymond Williams, Kültür, Çev. Suavi Aydın, İmge Kitabevi, s.8, Ankara–1993
[8] a.g.e., s. 8-9
[9]Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür: Antropolojiye Giriş, s.96, Ankara–1972
[10] Reymond Williams, a.g.e., s.9
[11] Bozkurt Güvenç, a.g.e., s. 96.
[12] Reymond Williams, s.9
[13] a.g.e., s.9-10
[14] a.g.e., s.10.
[15] Sabri Çakır, s.189–190
[16] S.Çakır, s.49-50