Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

21 Kasım '11

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Toprak; hayatın kokusu...

Sağlıklı bir toprağın  gönülçelen ve doğal bir kokusu vardır.  Bu hayatın kokusudur… Her şey ondan gelir, ona döner. Yakından bakarsanız, biyolojik bir şenliktir toprak. Ama biz onu, gönlümüzden ve gözümüzden uzak tutmaya çalışırız. 

Çok azımız, toprak erozyonunun   tarihin gidişatını biçimlendirdiğini biliyoruz.      Birçok eski uygarlık, toprağı, büyümenin yakıtı olarak kullandı. Toprak verimliliğinin güçlendirilmesi gereği biliniyor olsa da,  toprak kaybı, ilk tarımsal uygarlıklardan  Antik Yunan ve Roma’ya, oradan da  Avrupa sömürgeciliğinden Amerika’nın Batı’ya genişlemesine kadar birçok toplumun sonunu getirdi. 

Bu sorunlar tarihte kalmış değildir.  Modern toplum, geçmişteki uygarlıkların sonunu hazırlayan hataları tekrarlama riskini göze alarak: Toprağı, kendi kendini yenileme süresinden daha hızlı tüketerek torunlarımızın geleceğini  ipotek altına alıyor.

 

Aristo’nun saydığı dört ana maddenin  – toprak, hava, ateş ve su-  birincisi, yaşamımızın kökeni ve dünyada yaşamın olmazsa olmazıdır. Ama biz ona, ucuz bir sanayi malı gibi davranıyoruz.  Hepimiz petrolü, stratejik bir materyal olarak görüyoruz.  Oysa toprak uzun vadede aynı derecede önemlidir.  Ama kim, toprağın  stratejik bir kaynak olduğunu düşünüyor?

Toprak erozyonunun nedenleri ve ortaya çıkardığı sorunları kontrol eden şey, coğrafyadır.                                                         Bazı bölgelerde, toprağı korumayı göz ardı ederek yapılan çiftçilik hızla toprak kaybına  yol açıyor. Konuya küresel açıdan bakacak olursak, yavaş yavaş topraksız kalıyoruz. Gezegenimizi derisini yüzdüğümüzü öğrenince şok mu olmalıyız? Belki, ama kanıtlar her yerde; traşlanmış ormanlardan akan kahverengi çamurların doldurduğu nehirlerde, verimli ovaların konutlar ve alışveriş merkezleri ile doldurulduğu her yerde bu kanıtları görürüz… Bu sorun sır değil.                             

 

Toprak, değeri en az bilinen ama varlığımız için en gerekli olan doğal kaynağımızdır. Tarihçiler, bir zamanların parlak kültürlerinin çöküşünden sorumlu tutulabilecek birçok unsur bulurlar: hastalık, ormansızlaşma,  iklim değişikliği…

Tarihçiler ve arkeologlar haklı olarak, uygarlıkların çöküşünü “ tek kurşun” teorileriyle açıklamak istemezler. Bugünün açıklamaları,  belli yörelerde ve tarihin belli dönemlerine özgün ekonomik, çevresel ve kültürel güçlerin aralarındaki ilişkileri öne çıkarmaktalar. 

 

Ancak, her toplumun toprağı ile ilişkisi  çok önemlidir. Doyurulacak insan sayısı  toprağın besleyeceğinden fazla olunca   ortaya çıkan sosyal ve siyasal çatışmalar bir çok toplumu mayınlamıştır.

 Çoğu toplum, tekonolojik gelişmesinin  yüksekliği ile doğru orantılı bir hızla toprağı tüketmiştir.

 

Refahla, felaket arasında yarım metrelik  bir üst toprak vardır.

Her yıl, Dünya çapında 24 milyar ton  toprak yitirilmektedir. Yani gezegendeki her kişi başına 4 ton. Bu kadar büyük kayıplar pek dikkat çekmemektedir, çünkü bir insanın yaşamı süresi içinde, erozyon farkına her zaman kolay varılamayacak biçimde, yavaş yavaş ilerlemektedir.

 

Çağdaş toplum, teknolojinin her soruna çare bulacağı inancını taşımaktadır. Teknolojiye olan inancımız ne kadar güçlü olursa olsun,  teknoloji bir kaynağın yenilenmesinden  daha çabuk tüketilmesine çözüm bulamaz.          Dünya ekonomisinin giderek iç içe geçmiş olması ve nüfustaki yoğun artış, toprağa iyi bakmayı, Dünya Tarihinde hiç olmadığı kadar önemli kılmıştır.

 

Eğer,  topraklarımızı  daha özenli koruyup kollamazsak,  bizden sonraki kuşaklar;  kaynakların paylaşımından doğacak ekonomik, siyasi veya askeri çatışmalarla karşılaşacaklardır.

Uygarlık bir gecede yok olmaz.                      

Genellikle, kuşaklar boyu  topraklarının yitirdikten sonra sallanır,  gerilerler ve çökerler.

Gidin bakın: bu öykü toprakta yazılı..!

 

Toprağın oluşum hızı da, yitirilmesi de,  çevre koşullarına bağlıdır.    

1941 yılında doktor ve doğa bilimci  Prof. Hans Jenny, toprak oluşumunu beş ögeye bağlar;                                  ana materyal (kayalar), iklimorganizmalartopoğrafya ve zaman.

Genel olarak dik eğim, daha fazla yağış, zayıf bitki örtüsü ve  insan faaliyetleri erozyon hızını yükseltir.

 

 

Toprak, gerçekten Dünyamızın derisi; jeoloji ve biyoloji arasındaki sınır bölgesidir.                   

Bir metrenin altındaki derinliği ile, Dünyamızın 6.380 km’lik yarıçapının  on milyonda birine yakındır.  İnsan derisinin kalınlığı 2.5 mm’nin biraz altındadır ve boyunun binde birine yakındır.

Oransal olarak, dünyanın derisi,   insan derisinden daha ince ve kırılgandır.

 Yaşam ve toprağın birleşimi Kutsal Kitap’taki yaratılış öyküsünün çerçevesini oluşturur. Tanrı toprağı (Adem)  yarattı ve onun kaburga kemiğinden oluşan yaşam  (Havva) bu topraktan fışkırdı. Kuran, insanlığın toprakla ilişkisine atıfta bulunur: “ Dünyada dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarını görmediler mi?.. Toprağı işlediler ve nüfusu çoğalttılar…. Bu onların yıkımı oldu”  (Sure 30:9)

 

Tekonolojik yenilikler, insanların yeni çevrelerine uyum sağlamalarında büyük rol oynadı. Nedenleri ne olursa olsun Mezopotamya’da, Kuzey Çin’de ve Orta Amerika’da birbirinden bağımsız olarak tarım başladı. Ancak son araştırmalar, Güney Amerika, Meksika ve Çin’de yerleşik yaşam başlamadan önce bitkilerin ehilleştirildiğini kanıtlayan veriler ortaya çıktı.   Ebu Hureyra’da avcı-toplayıcı kültürden tahıl temelli tarıma geçişin özgün kayıtları bulundu. Çiftlik hayvanlarının çoğu, M.Ö. 10-6  bin yılları arasında ehilleştirildi. İlk yazı, kil tabletlere çizilen çivi yazısı  M.Ö. 3bin yılarında Uruk kentinde görüldü. Sümerleri yıkan tuzlanma kuzeye yayıldı. Mısır tarımı 7 bin yıl boyunca firavunlardan, Roma İmp.’nu, ardından Arap uygarlığını yaşattı. Çin’de Yao Hanedanlığı vergilendirmeyi   toprak cinsine göre yaptı.

 

Son iki milyon yılın yüzde 99’u boyunca, atalarımız küçük ve hareketli gruplar olarak topraktan yararlandılar. Çok hızlı da olsa, birkaç yüzyılda da ilerlese, yaşamlarını topraktan kazanan insan topluluklarını erozyon mahvediyor. Diğer her şey – kültür, sanat, bilim- yeterli tarım üretimine bağlı. Refah günlerinde unutulan bu bağlantılar, tarım tökezlemeye başlayınca açıkça ortaya çıkıyor. Son zamanlarda çevresel nedenlerden mülteci olanların sayısı, siyasi sorunlardan göç edenlerin sayısına ulaştı ve Dünya’mızın ciddi insan sorunlarından birisi oldu.

Çok kere doğal afet, kıtlık veya mahsulün kaybedilmesi olarak sunulan sarsıntılar, aslında aynı derecede toprakların kötü kullanımından kaynaklanıyor.

Harvard Ü. Jeoloji Profesörü N.S.Shaler’e göre,  “ Toplumun çıkarlarını korumak yalnızca hükümetlerin görevi değil, devletin ana varlık amaçlarından biri olmalıdır.

Toprak, jeoloji ve biyoloji arasında bir geçiş bölgesidir. Çölleşme yalnızca Afrika’da yaşanmıyor.Dünya arazilerinin yüzde 10’u çölleşir. Bu da gezegenimizin kurak iklim topraklarının üçte biri demektir. Bütün Dünya’da 1860 yılından bu yana, 8 milyar dönüm toprak sürülmüş ve tarıma açılmıştır. 20yy son on yılına kadar, yeni açılan topraklar bozulan toprakların kaybını karşılıyordu. Tarım faaliyetleri Fırat-Dicle Nehirleri arasında başladığından beri ilk defa, ekim altındaki arazilerin yüzölçümü azalmaktadır. Yeni toprak kazanmak için elimizde yalnızca tropik ormanlar var.

Gezegenimizdeki bütün toprakları işlediğimizi düşünecek olursak, küresel ısınmanın tarım sistemleri üzerindeki etkisi korkutucu olabilir. Küresel ısınma senaryolarının gelecek yüzyılda 1 santigrattan 5 santigrat dereceye yükselmesi daha da büyük risk içermektedir.

Tarım topraklarını bekleyen sorunlar yalnızca küresel ısınma ve hızlandırılmış erozyon değildir. Kentlerin büyümesi de, insanların beslenmesi için elzem olan toprakları yok etmeye devam ediyor.

 

Topraktaki ana 7 element üzerinden hesaplanan oranlar 2.5 cm yeni toprak oluşması için 240 yıldan 820 yıla kadar değişen uzunlukta zaman geçmesi gerektiğini gösteriyor.

 ABD Tarım Bakanlığının yaptığı  teknik  ve toplumsal bazda yaptığı çalışmalar, “katlanılabilir toprak kaybı”  hektar başına  1 tondan fazla kaybı, yani 250 yıl için 2.5 cm’lik toprak yitimini öngörmemektedir. Havzalarda “toprak yenilenmesi “ araştırmaları yılda hektar başına 0.1 ton ila 1.9 ton arasında kalması gerektiğine işaret ediyorlar. Bu hesaplamada, toprak erozyonu yeni toprak oluşumunun 4 ila 25 katı olarak seyrediyor.

Gezegenimizin tümünde,  1945 yılından bu yana, orta veya büyük boyda erozyon 1.2 milyar hektar tarım arazisinin bozulmasına yol açtı. Bu,  Hindistan ve Çin’in toplam yüzölçümüne eşittir.

BM  hesaplarına göre ise, küresel olarak tarım topraklarının yüzde 38’i bozulmuş durumda. Her yıl, Dünya’daki tarlalar 75 milyar ton toprak yitiriyor. 1995 yılında yapılan bir araştırmaya,  her yıl 12 milyon hektar tarım arazisinin toprak erozyonu ve bozulmasına uğradığını belirtiyor. Yani, yıllık kaybımız, bütün toprakların yüzde 1’i oranında. Böyle bir oranın sürdürülemez olduğu gayet açık.

1990’lı yılların ortasında, Cornell Ü.’den  D. Piment’in araştırma grubu  toprak erozyonunun ekonomik faturasını hesaplamıştı.   Sonuçta erozyon zararlarının telafisi için ABD’de yılda 44 milyar dolar ve Dünya çapında yılda 400 milyar dolar harcanması gerektiğini belirlediler.  Bu, gezegenimizde kişi başına yılda 70 dolarlık bir harcama demekti. Yoksulluğa karşı küresel savaşta ilerleme sağlanamamasının nedenleri üzerinde çok değişik yorumlar var.

Gerçek şu ki, şiddetli yoksulluk yaşanan   her yerde çevre bozulması da yaşanmaktadır.Yoksulluğa karşı savaş toprağı daha da bozan yöntemlerle kazanılamaz.

Topraklar konusunda en radikal görüş jeolog Eugene Hilgard’ın  1860’daki raporunda geçiyor. Hilgard’a göre toprak, ” kimyasal ve biyolojik süreçlerin karşılıklı etkileşimi ile değişen ve korunan dinamik bir yapıdır. Bir tarım ülkesinde   devamlı refah sağlanmasının temel gereği,   toprak veriminin korunmasıdır…   Toprak tükendikçe nüfus yok olur; ya göç eder  ya da vatanındaki toprakların sağlayamadığı  gıdayı ve rahatı fetih yoluyla elde etmeye çalışır.” 

Toprağı bir endüstriyel sistem gibi değil,  bir ekolojik sistem gibi görmeliyiz.Yiyeceklerimizin yüzde 95’ini sağlayan devamlılığını yitirmesi en önemli küresel sorundur.

 Her zaman bugünün krizine odaklanmış siyasi sistemler, toprak erozyonu gibi kronik sorunlara çözüm aramıyor.  Ancak, toplumuzun uzun dönem ayakta kalabilmesi için, siyasi kurumlarımızın toprak bakımı ve korunmasını kritik ve herkesi ilgilendiren bir sorun olarak ele almalıdır.

 

TEMA Vakfı, 1992 yılından bu yana erozyonla mücadele temelinde başlattığı çalışmaları; ülke toprağının geliştirilmesi, verimli kullanılması ve doğru yönetimi amaçlarına yönelik çeşitli etkinliklerle çaba göstermektedir.

Türkiye toprak zengini bir ülke değildir!

- Toplam arazisinin ancak üçte biri tarımsal üretime elverişlidir. 

- Toprak derinliği ve organik madde yetersizdir. 

- Taşlılık, çoraklık, drenaj sorunları yaygındır.

- Tarım arazileri; kent, sanayi, turizm, ulaştırma, altyapı vb. nedenlerle amaç dışı kullanılmaktadır.

- Topoğrafyası, kuraklık riski yaşamaktadır.

- Yüzyıllardır süren yoğun ve yanlış tarım nedeniyle, toprağımız yorgun düşürüşmüş, verimlilik ve üretkenlik azalmıştır.

- Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak Türkiye’de kuraklık kalıcı olmaya başlamıştır.

- Tarımda kullanılan suyun kullanımında savurganlık vardır.

- Türkiye kara yüzeyinin %86.5'sında,   tarım arazilerinin %73'ünde yoğun  erozyon yaşanmaktadır.

- Miras yoluyla, 1.sınıf tarım arazileri hızla parçalanmaktadır. 

 

 

Kaynak: Toprak (Uygarlıkların Erozyonu) David R. Montgomery TEMA –T.İş Bankası Yay.

 
Toplam blog
: 272
: 734
Kayıt tarihi
: 13.10.07
 
 

1959 Sinop Bektaşağa Köyü doğumluyum. Yaşamda, anlaşılacak bir şeyi olanlara ve bunu öğreti yapan..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara