Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '10

 
Kategori
Öykü
 

Tren evimiz

TREN’DE -Öleceğim; Bari doğduğum yerde olsun istiyorum. Ama yol uzun. Uzanıp yatabileceğim bir yolculuk yapabilirim ancak. Gücüm kalmadı.

-Hani çocukluğumuzda trenle İstanbul’a gitmiştik hatırladın mı?
-Ben çok az şey hatırlıyorum.
-Galiba ben bir şeyler hatırlıyorum.

Gözleri parlamıştı, bu çocukluk anısının bir parçası olmak bile onu hayata bağlamıştı bir an için bile olsa. Hadi Yunus ağabeyimi ara. Ablamı, mahmutu’da bakalım onlar neler hatırlayacak. Ağabeyimin hasta yatağının ayakucunda bende geçmişe uzanmanın büyüsüne kapılmıştım. Geçmişte gezintiye çıktı bellegim. Kayıp geçmişin izlerini bulabilmek için uzandım not defterime . Tellal Mahmut halkı istasyonda toplamak için aynalarla, renkli halat ve örtü ile süsleyip püsledigi deveyi kasabanın çarşı pazarında bağırarak, mani söyleyerek dolaştırıyordu. Devenin peşi sıra koşuşturan burnu sümüklü, gözü çapaklı, eli yüzü kirli, kimi cicili bicili elbiseli, kimisi üstü başı yırtık kirli entarili çocukları arada bir dağıtıyordu tellal Mahmut. Trenin kasabaya ilk gelişini böyle hatırlıyordu. Belleğinde taptaze bir anı olarak yer etmişti bu deve ve arkasında koşuşturan çocuklar. Bir yaz ailece İstanbul’daki teyzemle oturan anneannemi ziyarete etmeye karar vermiştik. Evde bir telaştır gidiyordu. Baba dışında bütün aile trene binilecek günü iple çekmeye başlamıştık. Üç gün sürecek yolculuk için dolmalar, börekler, kavurgalar, üzüm pestilleri, meyveler hazırlanıyordu. O gün gelip çattı. İçilecek su bile toprak testi içinde kompartımandaki yerini aldı. Annem, Yunus ağabeyim, Aysel ablam, Mehmet ağabeyim, ben ve annemin kucağında Mahmut. İlk gün heyecanıyla tekerlerin raylar üzerindeki tıkırtısını ve ray aralarına denk gelen sarsıntılarını duymadık bile. Pencereden dışarıya sarkmak rüzgârı hissetmek, ayakta zor durmamıza rağmen birbirimizle boğuşmak, trenin büyüsüne kapılmış gibi zamanı unutmak yolculuğu renklendiriyordu. Hele Mahmut’u uyutmak için kompartımanın içine kurduğumuz salıncaktan fışkıran ılık sidik yolcu kızın yüzüne doğru yol alınca bir feryat kopmuş daha da neşelenmiştik. Annem ablama. Kız niye oğlanın altını bağlamadın. Bak olana diye gülmesini zor tutarak kızıyordu. Kömürlü Şimendifer kazanının su ihtiyacını karşılamak için veya yolcu almak için durulan istasyonlarda simit, alıç, elma, armut, gazete satanlar, inen, binen yolcular vagonların koridorlarını dolduruyordu.

Gâvur dağlarındaki birbiri peşi sıra girilip çıkılan uzunlu kısalı tünellerin kömür kokulu karanlığını ise hiç unutmayacaktım. Genizlerimizi yakan kömür kokusu tünelden çıkıldığında yerini pencereden giren ot kokusuna bırakıyordu. Su testisini hemen istasyondaki çeşmelerden doldurmak için indiğimizde treni kaçırma telaşı içimizi kaplıyor, korkudan uçarcasına gidip geliyorduk. Üç gün nasıl geçmişti. İstanbula varışımızın heyecanı ile tren durur durmaz basmaklardan inip Mehmet ağabeyimin elinden kurtulmuş geniş Haydarpaşa peronlarında koşmaya hazırlanıyordum. Ayaklarım yerden kesildi. Kendimi taş zeminde buldum. Bir an ağlamayı düşündüm hemen vazgeçtim. Çünkü babam yanımızda olsaydı hemen söyleyeceği şu olurdu;

-Oğlum bak taşı kırdın şimdi bizden parasını isterler. Bu sözü duyan çocuk yüreğimiz ağlamaktan vazgeçerdi hemen. Ağabeyimde bir başka tarafta yerde yatıyordu. Ayağa kalktım ancak ayakta zor duruyordum. Yerden kalkan ağabeyim gülüyordu bende onun yüzüne bakınca gülmeye başladım. İkimiz birbirimize katıla katıla gülüyorduk. Şemsi maymun gibisin Sende maymunsun diyordum ona. Kömür karası yüzlerimiz birbirine gülerken, sersemlememizin nedenini de anlayamamıştık çocuk yüreğimizle.

 
Toplam blog
: 16
: 687
Kayıt tarihi
: 13.03.10
 
 

Sürekli okuyan, öğrenen, insanlarla sevgi temelinde ilişki kurabilen, egitime, insanların kardeşl..