- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Tribün

Geçtiğimiz yüzyılda dünyanın ilgiyle izlenen sporları arasında birinci sırayı futbol almıştı. Yeni yüzyılın başında da bu ilginin dağılmadığını gözlüyoruz. Belki Amerikalılar futbola biraz daha mesafeli olabilirler. Ama yoksul Afrika’da yâ da Asya düzlüklerinde futbol hala en popüler spor. Avrupa’da farksız. Zengin A.Ş.’ler futbolu sektörleştiriyorlar. Latin Amerika’nın yoksul halkının çocukları futbolcu olup sefalet içerisindeki yaşantılarını değiştirmek istiyorlar. Avustralya ve çevresindeki ülkeler futbolu yeni yeni keşfediyorlar. Büyük organizasyonlarda futbolcular, teknik direktörler ve hakemler kendilerini gösteriyorlar. Spikerlerin en heyecanlı maç anlatanı makbul. Yâ da kulüp başkanları: en büyük transferleri yaparak adlarından söz ettiriyorlar. Ama nefes kesen gösterileriyle tribünler bir başka güzel. Takımına ve o “şanlı” renklerine karşılıksız bir aşkla bağlı taraftarlar bir harika. Tepkilerini, hüzünlerini, sevinçlerini hep bir ağızdan marşlarla, şarkılarla, sloganlarla dile getiren tribünler…
Tribünlerde dünya siyasetine göre şekilleniyor bazen. Örneğin Arjantin’in iki ünlü kulübü var: River Plate ve Boca Juniors. Bu iki kulüpten River Plate daha çok zenginler kulübü olarak görülüyor. Boca’da fakirlerin takımı. İki takımın arasındaki maçlar adeta zenginle fakirin onur mücadelesine dönüşüveriyor. Tribünlerde ki rengârenk görüntüler. Rekabetin doruklara çıktığı anlarda seslerle daha da renkleniyor.
Başka bir örnek İspanya’dan. Real Madrid kralın takımı. Barcelona ise faşizme karşı kurulmuş halk takımı. Yani Barcelona devrimci köklere sahip. Tribünün halkı bu kadar anlatacağı başka bir yer yoktur herhalde. Bütün tepkilerin şarkılarla dile getirildiği bir futbol mabedindesiniz.
Ve Türkiye: iki takım yok. İki tribün yok. Sadece Beşiktaş var. Ve o efsane tribünler. İsimlerini Çarşı olarak tribüne yazmış taraftarlar. Hep bir ağızdan şarkılar söylüyorlar. İçerideki ses rekor düzeyde. Tribünde oturan kimseye rastlayamazsınız. Koca bir stadyum dolusu adam ve kadın aynı anda zıplıyor, aynı tonlamayla şarkılar söylüyor. Sonra sahaya kısa boylu, sıradan bir adam iniyor. Orta yuvarlağa geliyor. Uğultular artıyor. Sonra adının Alen olduğunu öğrendiğiniz Ermeni kökenli bu yurttaş elini ağzına götürüyor ve sadece üç saniye bekliyor. Koca stadyumda bir çocuğun ağlama sesi dahi duyulmuyor. Maça ısınan rakip takım oyuncuları şaşkın. Sonra Alen bir elini havaya kaldırıyor tribünlerin yarısı slogan atıyor, diğer elini havaya kaldırıyor tribünlerin diğer yarısı slogan atıyor. İki elini birden aşağıya indiriyor. Tribünlerde dayanılmaz bir ses. İşte o tribünler maç bitene kadar bir dakika susmuyor. Çarşı için ‘budur’ tarifi yapanlar oluyor.
Ama Çarşı’yı bilenler sadece ‘budur’ demiyor. Çarşı’nın sosyal sorumlulukları nasıl hatırladıklarını ardı ardına anlatıyorlar. 1993 yılında Sivas’taki kanlı Madımak Faciası’nı, Amerikan’ın Irak’ı işgalini, Greenpeace üyelerinin “Nükleer Santral İstemiyoruz” eylemini, Türkiye’nin aydınlarına yapılan suikastları asla unutmuyorlar. 1 Mayıs’ta eylem alanına formalarıyla iniyor, Adam gibi adam Tayyip Erdoğan yazılı Fenerbahçe tribünlerine inat; mabetlerinde Adam gibi adam Mustafa Kemal Atatürk yazıyorlar.
Çarşı yirmi beş yıl önce kuruldu. Bugün Türkiye’nin yolunu aydınlatıyorlar. Bize düşen görev ise bir futbol ülkesi olan Türkiye’de tribünleri solun toplumsal dönüşüm projesi çerçevesinde desteklemek. Kim bilir? Belki bir gün Galatasaray, Gençlerbirliği veya Karşıyaka tribünleri de “Demokrasi İstiyoruz” diye pankart açar. Yada Adanaspor taraftarları devrim türküleri söyler. Ne dersiniz? Hoş olmaz mı?