- Kategori
- Basın Yayın / Medya
TRT ne durumda?

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu kapalı bir kutu gibi görülse de yayınlarından neler olup bittiğini anlamak pek zor değil. Atalarımızın dediği gibi: Aynası iştir kişinin lâfa bakılmaz. Basına yansıyan kimi haberler yanında ''hak aramak peşinde koşan gençler'' ile benim gibi ''olması gerekenleri savunan'' kimi yazarlarımız ile tarihçilerimiz de olmasa TRT ile ilgilenmek mümkün değil.
Kamu yayıncılığının bir göstergesi olarak eskiden büyükçe bir Basın Odası vardı TRT'de. Yayınlar konusunda olduğu kadar yönetimin işleri de yalansız dolansız yansıtılırdı kamuoyuna. Ankara'da gazeteciler haber sıkıntısı çekmezlerdi TRT yayınları için. Büyük gazetelerin birer TRT Muhabiri vardı. Rahmetli Yavuz GÖKMEN ile Nursal TEKİN 'den başka Taner DEDEOĞLU, Kenan MACİT, Sedat BOZKURT ile Hülya KARABAĞLI gibi çok değerli gazeteciler TRT Muhabiri olarak önemli haberlere imza attılar.
Benzer bir durum değişik biçimle ile de olsa İstanbul'da yaşandı. Bu alanda özellikle Erman ŞENER, Tuna SERİM, Hıncal ULUÇ ile Melih AŞIK'ın katkıları hiçbir zaman unutulamaz. Basının gözü sürekli olarak TRT üzerinde olmuş; iyiye iyi, kötüye kötü demekten hiçbir zaman çekinmemiştir basın. TRT ile basın arasındaki etkileşim yaklaşık 2000 yılına kadar sürdü. Bu haber alışverişi ve tanıtım çabaları özel televizyonların; spor ve magazin yayınları yanında diğer çok yönlü etkinlikleri yüzünden söndü gitti. Bu yüzden yönetim yapısı yanında metin yazarlığının da önemsenmediği TRT kendisini anlatmakta zorlanmaya başladı. Çünkü birçoğu günlük gazete destekli özel televizyonlar özellikle Türkiye'deki ''reklam pastası'' için giriştikleri çabalardan dolayı; değişik kapsamlı üstünlükleri ele geçirdiler. Bu yüzden de TRT ile ilgili eleştiriler kimi zaman yapıcı olmaktan, yol gösterici olmaktan çok yıkıcı olmaya başladı.
Özel televizyonlar ile radyoların yayın merkezlerinin İstanbul'da bulunması ''popüler yayıncılık'' açısından da onların yararına olmuştur. 1976 sonunda girdiğim TRT elektronik çağın gerekleri doğrultusunda siyah beyaz (standart) televizyon yayıncılığından, ondalık (dijital) ve yüksek çözünürlüklü (HDTV) televizyon yayıncılığına geçmiş bulunuluyor. Ne ki 12 Eylül Darbesi’nden sonra hızla uygulanmasına başlanılan 24 Ocak Kararları doğrultusunda açılması kaşınılmaz olan özel televizyonların 1989’dan sonraki yükselişleri karşısında TRT teknik yönden olduğu kadar yayıncılık ve reklam gelirleri ile spor programlarının yayınları konusundaki tekel olma durumunu da üstünlüğünü de yitirmeye başlamıştır. Bana göre ayrıntısına girilmesine burada gerek olmayan bu genelleme çerçevesinde diyebilirim ki TRT günden güne gelişen televizyon yayıncılığı ve hukuku alanlarında kendince direnmeye başlamıştır. Bu kapsamda diyebilirim ki özel radyo ve televizyon yayıncılığının kurulmasında olduğu kadar bugünkü başarısında, birkaç istisna dışında, eski TRT çalışanlarının etkisi inkâr edilemez.
TRT'nin yeni Genel Müdürü İbrahim ŞAHİN neler yapıyor?
Bugün için baktığımızda Dünya Kupası yayında. Bütün gözler TRT'de. İster istemez söylemek zorundayım: Daha çok özen gösterilmeli bu yayınlar sırasında. Oynanan futbola bakarken bazı açıklamalar ile çarpıcı yorumlar da duymak istiyor. Çünkü yarın bu maçları konuşurken az da olsa bilgisini göstermek isteyecek, kendi anlatımlarını da ekleyerek!
Haber yayıncılığı diğer alanlardaki yayıncılıktan daha iyi ilerliyor. İçinde bulunduğumuz siyasi ve ekonomik sorunlardan dolayı haberciliğin gündemi de oldukça yoğun. Var olan kimi boşlukların yeterli ve kalifiye eleman sıkıntısından doğduğu anlaşılıyor.
Halk kültürü ve tanıtım içerikli uzun süreli bazı yayınlar giderek oturacak bence. Belgesellerdeki tasarım, kurgulama, metin yazımı ve konuşmaların gelişigüzel serpiştirilmesi yine can sıkıcı bir durumda. Bu da bu alanlarda çalışanların eğitimlerinin boşluğundan kaynaklanıyor, bu açık. Çünkü TRT’de genel anlamda Hizmet İçi Eğitim yanında yönetmenlerin gelişmelerini sağlayabilecek olan eğitimler ile bilişsel çabalar dün olduğu gibi bugün de yapılamıyor. Bence bütün bunları da içine alan Kurum İçi ve Kurum Dışı değişik içerikli canlı yayınlar almış başını gidiyor. Öte yandan özel televizyonlar birbirinden ''güzel diziler'' ile reyting rekorları kırıyor. Bu alanlarda TRT'nin adı yok. Çünkü TRT oyunu kurallarına göre oynamakta zorlanıyor! Yayıncılıktaki başarılı kişiler ve belli başlı programlar olarak da TRT çalışanlarını görmek mümkün değil. TRT’nin etkinliğine gölge düşürecekmiş gibi görülse de bu konuda oyunun kurallarını gerektirdiği gibi oynaması mümkün değil TRT’nin. Ankara merkezli olması, gazete ve dergi desteklerinden yoksun olması yanında Devlet memuriyeti zihniyetinin varlığı yüzünden ortaya çıkan bu durumun bir başka yönü de geleceğe dönük uzun soluklu tasarılarının olmayışıdır bence.
1961 Anayasası ile kurulduğundan bu yana kendisi için öngörülen tarafsızlık ve özerk nitelikleri bulunmayan TRT kamu yayıncılığının gereği olarak, oldum olası ‘’hükümet yanlısı’’ olagelmiştir. Bu yüzden TRT yetkilileri kurumun yayınlarına yöneltilen her türlü eleştiriyi ‘’muhalefetin bir uzantısı olarak’’ görmek eğiliminden kurtulamadığından; söz konusu yaklaşımlar doğrultusunda hiçbir değişime yönelmemekte direnmiştir.
Gerektiğinde Hazine’den almakta olduğu destekler ile halkın elektrik tüketiminden kesilen pay yüzünden, bir anlamda kendisine yeter bir durumda bulunan TRT, ‘’reklam toplama işlerini’’ de becerememiştir. Bugün en az üç milyar dolar seviyesinde olduğunu sandığım Türkiye reklam pastası yıldan yıla büyürken TRT 1990’dan sonra bu alandan yavaş yavaş çekilmek zorunda kalmıştır. Yayınlarındaki çeşitliliğe rağmen TRT’nin kendi içinde yapması gereken tanıtımları etkili bir biçimde yapamadığından seyircisi azaldıkça azalıyor. Neden böyledir? Çünkü TRT içinde çağdaş anlamda; bütün yayınları kapsayabilecek genişlikte hiçbir tasarım, reklam, tanıtım, pazarlama ve yayın arşivlerini değerlendirme birimi yoktur. Her yetkili bu işi bildiğini söylese, tecrübesini konuşturmaya başlasa bile yarı yola bile varmadan tıkanacağı açıktır. Görebildiğim kadar yeni yayın kanalları açmak dışında kamuoyunu etkilemek için öne çıkan hiçbir yayını yok TRT'nin. Bu kanalların bir kaçı da gereksizdir bence. Çünkü Devlet’in ticari alanlardan çekilmesi gereken ‘’küreselleşme’’ yaklaşımları bakımından Devlet yeni yeni işletmeler kurmamalı.
Ayrıca açılan yeni kanallar da alt yazı düzeninden, ekran tasarımına kadar gelişigüzel kuruluveriyor.
''Ben yaptım oldu'' anlayışı egemen yine. Bu yönü ile sanırım gizli bir el ‘’özelleştirme’’ için, az da olsa var olan bazı imkânlar doğrultusunda yeni alt yapılar oluşturmak istiyor. Oysa ''kamu yayıncılığı'' şeffaf olmamak demek değil.
Beri yandan halk TRT'den yeni kanallardan çok yeni diziler bekliyor. Birbiri ile yarışan kimi güdümlü yayınlardan çok hayatın kendisi demek olan dramatik anlatımlı diziler istiyor halk.
Unutmayalım ki iyi tasarlanmış, özenle çekilmiş, güdümsüz, gerçekçi, seyrederken kimseyi yormayan diziler izlenme rekorları kırıyor. Bu arada sevgiyi de çatışmayı da dengeli olarak vermek gerekiyor; bu iş nasıl yapılıyor bilemem! Tanıyabildiğim yönleri ile eğitici, öğretici tavırları yadırgar bizim halkımız. Hemen soğur sizden. Kendisine hiç kimsenin, hiçbir kurumun tepeden bakmasını istemez. Savurgan olmadığı için bu türden hiçbir davranışı da hoş görmez.
Oysa yapısı gereği yayıncılık bir savurganlık alanıdır. Üç beş aylık, bazen da bir yıllık çabalar toplamı 41’da uçar gider! Tıpkı sinema gibi ‘’bir kurgu’’, ‘’yalan dolan’’, ‘’hovardalık’’ ya da ‘’düş gücünü aşan’’ bir yanı olsa da televizyon yayıncılığı eğlendirirken öğreten, bilgi yükleyen propagandist bir araçtır. Bu yüzden para ve zaman bakımından savurganlık yapar. Kimilerini karşısına alır, kimilerini göklere çıkartır; kamuoyunu ikna edebilmek için bilgi, görgü ne varsa ortaya döker. Karşılıklı etkileşimin olmadığı yerde ne televizyon ne gazete ne de radyo yayınlığını yapılabilir. Tiyatro bile bu yapısını son elli yıl içinde iyice değiştirmiş; seyirciye oynamaktan çok seyirci ile birlikte oynamak yolunda ilerlemeye başlamıştır; bazı tehlikeleri olsa da. İşte bu yüzden savurganlık yayıncılığın özünde vardır. Kısaca yayıncılık hiçbir pürüzü, hiçbir ''paraziti'' kaldırmaz değil; doğabilecek her türlü sorun karşısında tavır alabilmeyi gerektiren bir meydan okumadır.
Yenilik, çarpıcılık, karşılıklı etkileşim olmadan olmaz yayıncılık. Alanına giren ne var ise ince eleyip sık dokumak gerekir. Bu yönü ile yayıncılık teknik yönleri olduğu kadar estetik boyutları da olan bir sanattır. Kendisini bağlayıcı tasarıma ek olarak yalın ve güvenli bir konuşma, ilgili görüntüler ile tutarlı bir anlatım ister. ''Aydınlatma'' yerine ''ışık'', ''gelişi güzel konuşma'' yerine ''bilgili ve saygılı bir tavır'' gerektirir. Eğer ''yayıncı hazır değil'' ise, ''kendisine güvenmiyor'' ise seyirci tedirgin olur; kaçar sizden.
Oysa TRT boş durmuyor
TRT kanal sayısını hızla artırdı. Sanırım şu an on televizyon kanalı ile Arnavutluk'tan Pakistan'a; Moskova'dan Muskat'a kadar en güçlü yayın ağını kurdu TRT. Neden, niçin, nasıl, diye sorduğumda karşılığını bulamıyorum pek. Halk da: Bu kadar çok kanal ne işe yarar ki, diye soruyor. Bence TRT bu açılardan da halkın gözünden düştü. Bu gelişmelerden dolayı bazı kaygılar duyduğu çok belli.
Bu konuda TRT'nin kamuoyunu aydınlatması gerekirdi. Bildiğim kadarı ile bu yapılmadı.
TRT2, TRT INT, TRT4 ve TRT GAP kanallarının açılışlarını yakından izlediğim ve bazı katkılarım da olduğu için, o yıllarda bile değişik tanıtıcı yayınlar yapardık.
TRT'deki değişimin boyutları
Sürekli olarak değişen bir kadro ile çalışmak durumunda olduğu anlaşılan Genel Müdür İbrahim ŞAHİN çoğu konuda olduğu gibi bu konularda da sevmiyor konuşmayı. Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ da konuşmuyor TRT için. Oysa kamuoyu yayıncılığın ne demek olduğunu öğrendiği TRT'yi unutmak istemiyor. Anlaşılan o ki TRT'de kimi yayınlar; ince eleyip sık dokunmadan, önerildiği gibi ivedilikle kotarılmak isteniyor. Bu yüzden de yayınlardaki eğitim, kültür, gençlik, çocuk, eğlence, drama, yabancı dizi ve belgeseller arasındaki oranlar gözetilmeden bir yayın akışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bana göre TRT Kurumu ''kamu yayıncılığı'' yapmak durumunda olmak bakımından, eskiden beri gelen yanlış yayın anlayışlarını da bırakabilmiş değil. Bu sorunun ayrıntılarına girmeden ancak şunu söylemekisterim: Bazı seçme drama dizileri dışında, özellikle ne yabancı haber dizilerinin ne de yabancı belgesel tek ya da dizi programlarına yer vermemelidir TRT. Bu tutum kendi varlığını inkâr etmekten öte; hizmet içi eğitimsizlik nedeni ile elyordamı ile yayıcılık yapmakya çalışan TRT program kadrolarının, gelişmesini de engellemektedir.
Ne oldu TRT'ye, diyor karşılaştığım kimi insanlar. Dilim döndüğünce anlatmaya çalışsam da onları yeniden TRT'ye döndürmek çok zor, anlaşılan. Küsmüşler. Kullandıkları elektriğe bağlı olarak her ay en az üç ya da beş on lira verdikleri TRT için kaygılı eski TRT seyircileri. Onlar ki 1970'ler ile 1980'ler boyunca ''telesafirlik'' yaparken ne kadar da mutluydular. Batı'nın renkli televizyon dönemine geçtiğinde bize siyah beyaz televizyonlar dayatılmıştı. Dünya da bu kadar karışmamıştı. Ülkemizde terör de yoktu çok uzun bir dönem.
Komşuluk, sevgi saygı, dürüstlük, doğruluk vardı. Söz senetti o yıllarda. Kendi yağımız ile kavrulur giderdik. Kimi zaman kıtlıklar çeksek de aç gözlülük bu kadar yaygın değildi. TRT Kurumu’nun televizyon yayınları ile birlikte ‘’telesafirlik’’ başladı komşular ile akrabalar arasında. Konuşmak, görüşmek, özlemiş olmak tatlı birer bahaneydi. Amaç görüntülü ana haberlere bakmak yanında Tatlı Cadı, Küçük Ev, Kaçak, Kung Fu, Kral ve Ben, Kaynanalar, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Bonanza, Zengin ve Yoksul, Aşk-ı Memnu, Beş Hikâye, Bir Ceza Avukatının Anıları, İbiş’in Rüyası ile Tatlı Sert dizileri yanında Laurel ve Hardy ile Şarlo’yu seyretmekti. Öğrenciliğimde telesafirlik için gittiğim bazı akrabalarım ile uğrak verdiğim yurtlar da çay ocakları da yok artık. 2002 başında emekli olduktan sonra her şey gibi TRT'ye de uzaktan bakmak, zorunda kaldım.
Her şey gibi TRT de değişiyordu. ''Eşyanın tabiatında'' olan değişim TRT'yi de sarmış her şey allak bullak olmuştu. Bir kaç yeni kanal açılması dışında; nerede ise olumlu hiçbir gelişme yansımıyordu TRT'den. Çoğu yurttaşımız gibi ben de günden güne koptum TRT'den. Bir de olması gereken kimi yayınlar kadar olması gereken bazı çağdaş tasarımlar ile teknikler de yoktu TRT’de. Hayattaki en önemli okulum olarak gördüğüm TRT'deki değişiklikler her nedense beni kendisine bağlayamıyordu. En küçük bir pürüz gözüme batıyor; nasıl olur bu iş, diyordum arada bir. Bana göre TRT ne TÜRKİYE için ne de çağdaş yönetim ve yayıncılık anlayışı için sağlıklı bir yönelim gösteremiyordu. 1980'lerdeki yapı 1990'larda az da olsa değişse bile yine de olması gereken yerde değildi TRT.
Prof. Dr. Şaban KARATAŞ'tan Şenol DEMİRÖZ'e
Bilindiği gibi çok gecikmeli de olsa 2004'te göreve gelen Şenol DEMİRÖZ bu aşamada büyük bir umuttu. Kendisinden önceki bol ortaklı ve boz bulanık TRT yönetimi yerine tek parti iktidarının tercihi olarak nice güzel yayınlar yapmak için gelmişti makama. Bu konularda ilk adımları atmış olsa da 2005'te kimi ''dedikodular'' nedeni ile görevden ayrılmak zorunda kalmıştı.
O'nu çekemeyenler uzakta değil yanı başında bulunan kimi eski arkadaşları ile makam sevdalısı kimi yeni arkadaşlarından başkası değildi. Eski arkadaşları bazı hevesleri ve hırsları yüzünden öyle değişmişlerdi ki ellerine geçen yönetim gücü ile çevrelerini küstürmüşler; ''eski tas eski hamam'' uygulamasına ağırlık verilmesinden yana bir tavır içinde boğulmuşlardı. Değişmeleri mümkün değildi. Çevresine doluşan kimileri ise yayıncılık adına hiçbir yenilik düşünmedikleri için özellikle TRT'nin dış temsilciliklerine talip olmuşlardı. ''Çok güzel işler'' yapmak isteyenler ise sürümden kazanmak adına ''acele işe şeytan karışır'' sözümüzün hikmeti gereğince başarılı olamadılar.
''Dış yapım olarak'' dizi işleri verdiği kimi şirketler; ellerindeki işleri çekerlerken ''daha çok iş'' alamayınca dedikodu topuna tutmuşlardı Şenol DEMİRÖZ'ü. Oysa Şenol DEMİRÖZ, bana göre TRT için son bir şanstı. Basın yayın okumuştu; ufku genişti. Kültür, medeniyet ve edebiyat konularında iyi yetişmişti. Prof. Dr. Şaban KARATAŞ'ın sağ kolu olarak İsmail CEM'den sonra TRT'ye yön vermeye çalışmıştı. Yayın planlama nedir, nasıl yapılır bunu uygulatmıştı TRT'de. O'nun bu çalışmaları sırasında özellikle Genel Müdür danışmanı Hüdai BAYIK, TV Dairesi Başkanı Eşref DİRLİK, Program Planlama Müdürü Nedret İKİZ, Ankara TV Müdürü Ahmet DERİN, Yönetmen Yücel ÇAKMAKLI, yapımcı Ahmet BAYAZIT ile yönetmen Tuncay ÖZTÜRK'ün yapmış olduğu katkılar unutulamaz.
İstanbul Belediyesi Kültür A.Ş. Genel Müdürlüğü yanında İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yeni atılımları ve oyun repertuarının genişletilmesi için çok çalışmıştı. Sanatın çoğu alanındaki bilgisi ve görgüsü yanında yurt dışı ilişkiler bakımından da kendisini yetiştirmişti. Öğrenciliğinden beri ilişkilerinde dengeli ve özenli olmaya çok uğraşmış, hiçbir aşırılığa da sapmamıştı, bildiğim kadarı ile. Ne ki makama geldiğinde sağlıklı bir kadrolaşma yapamadığı için tasarlamakta olduğunu sandığım nice işleri yapamadı. Kamu yayıncılığını az da olsa piyasa şartlarına göre yönlendirmeye çalışacaktı sanırım. Batı'dan çok içinden geldiğimiz kültür ve medeniyet ağırlıklı yayınlar için ilk adımları atmaya başlamıştı.
Kimi TRT'ciler yine eski dönemlerde olduğu gibi mahkeme kapılarında görülmeye başlamışlardı. Yönetimindeki arkadaşlarının bazı ''idari'' tasarrufları ile ileri boyutlara ulaşan bazı ''duygusal'' ilişkileri yüzünden koltuğu sarsılmaya başlamıştı. Kadrosu istediği gibi çıkmamıştı. Önceki dönemlerde ötelenmiş, hiç bir yöneticilik görevi üstlenmemiş kişiler ile ne kadar verimli çalışabilirsiniz? Böyle bir ortamda çelişkiler, çatışmalar, sen-ben kavgası ile çıkar çatışmaları olmaz mı? Bu yüzden TRT yeniden kamu yayıncılığı kabuğuna çekilmek durumunda kaldı bence. Kısaca özetlemeye çalıştığım bu süreçte zor günler yaşadığını sandığım Şenol DEMİRÖZ 12 Ocak 2004 günü geldiği TRT Genel Müdürlük Makamını; emekliliğini isteyerek 1 Ağustos 2005 günü basına hiçbir açıklama yapmadan bıraktı.
Kemiyet mi keyfiyet mi önemlidir?
Benzer bir durumu bazı yönleri ile makama geldiğinden beri İbrahim ŞAHİN de yaşıyor.
Bu konuda Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ'ın geçen yıl yaptığı kimi çıkışlar gazetelere yansımıştı. Arkası gelmedi. Ne olup bittiği de pek anlaşılamadı. Anlaşılan TRT yönetim sorunu yaşıyor.
Anlaşılan TRT ''böyle gelmiş böyle gider'' sürecine kapıldı yeniden. Üzülerek söylemeliyim: Bugün TRT'nin politika ağırlıklı bir kaç dizisi dışında; aranan ne ''bir tek yayını'' ne de ''bir tek yıldızı'' var. Eski sunuculara görev vermekten imtina etmeye başlayan TRT yeni sunucular ile yoluna devam etmek istiyor. Genç arkadaşların başarıları için dua etsem de eğitimlerinden kaynaklanan bazı aksaklıklar var. Anlaşılan o ki 2001'den beri sancısı çekilen ne yeniden yapılanma ne de ''ballı emeklilik'' TRT'ye yaramadı.
Özellikle 2000'den bu yana TRT'nin izlenebilirliği günden güne düştü. Sanırım reklam toplama işini özel bir şirkete vermiş TRT. Buna rağmen durakları, konakları afişler ile donatsa da kamuoyu soğudu TRT'den. Türkiye’deki ilk on ya da ilk yirmi içinde değil belki ilk yüz yayın içinde bile ancak iki ya da üç programı var TRT'nin. Oysa TRT dün olduğu gibi bugün de Ortadoğu'nun en güçlü yayın kuruluşu. Suriye ile Ürdün dışında tek rakibi Lübnan televizyonları bence. Ne ki tutarlı bir yayıncılık modeli yok TRT’nin. Girişilen kimi işlere bakınca anlıyorum ki yalnızca bazı haberler ile ülkeler arası etkileşimin boyutları gelişmez. Bu yönden girişilen savurganlık, yayın etkinliği için yapılması gereken savurganlık değil oysa. Kendince geliştirilen ''sözde eşgüdümlü yayıncılık'' da ancak bu kadar olur.
Üç soru
THM ve TSM Konserleri eski yıllardakileri fersah fersah aşmaya başladı mı? TRT arabeskleşmeyi durdurdu mu? TRT yayın adlarını bir çırpıda Türkçeleştirdi mi?
TRT ölçümlerden çıkınca ne oldu?
TRT her yayını ile ''bir numara'' olsa da ''ölçüm teknikleri'' TRT'yi yerden yere vuruyor.
Bu yüzden de TRT altı aydan beri AGB ölçümlerinde yok.
Televizyon İzleme Araştırma Kurulu (TİAK) da artık TRT'siz çalışıyor.
Bana göre TRT yetkilileri bu kurulda olması gereken ağırlıklarını koyamadılar, yıllardan beri.
Çok kanallı bir kurum olarak; ölçümlerdeki açmazları etkili bir biçimde denetlettireceğine, TRT sahayı terk etmiş bulunuyor. Bu yüzden reklam verenler için önem taşıyan hiçbir izlenebilirlik belge yok TRT'nin elinde. Böylece TRT kısa adı (IAA) olan Uluslararası Reklamcılık Derneği'nin ölçümlerinde yok. Reklam verenler açısından, diğer yayıncılara göre hiçbir karşılaştırma yapılamayacak bir durum ortaya çıkmıştır. Son duruma göre reklam toplama işi özel bir şirkete verildiğine göre; reklam gelirlerinde büyük bir sıçrama yapacak olan Dünya Kupası'na bağlı olarak TRT'nin reklam gelirleri, ilgili ihalede nasıl yer almıştır, merak ediyorum.
Dizi adlarının gizemi
''Çeyiz Sandığı'' ya da ''Çeyiz Günü'' değil bol yemekli ''Çeyiz Şov'' yayınlıyor.
İçinde ne ararsanız bulabileceğiniz ''İşte Türkiye'' ya da ''İşte Hayatımız'' değil ''Hayat +'' adlı yayınlar yapıyor TRT.
Halkın elektrik faturalarındaki kesintiler ile beslenen TRT ne yazık ki halka hitap etmekte zorlanıyor.
Çünkü yayın adları günden güne anlaşılmaz bir kelimeler öbeği oluşturmaya başladı TRT'de:
Ana Haber'den sıkıldıysanız ''Haber Vizyon'' ile ''Avrupa Vizyon'' var TRT'de.
''İş Hayatımız'', ''Geçim Dünyası'' ya da ''Para Parayı Kazanır'' yayını arıyorsanız ''Ekonomi Ajandası'' var elinizin altında.
''Altın Bilezik'', ''Mesleki Eğitim'', ''Mektebimiz'', ''Üniversitemiz'' ya da ''Okumak Yazmak'' gibi katı dizi adları geçmişte kaldı.
TRT'de ''Kampüs Vizyon'' var artık.
Türkiye'de ve dünyada ne olup bittiğini anlamak için Ana Haber sizi kesmiyor ise anlı şanlı ''Türkiye Ajandası'' ile ''Dünya Postası'' emrinizde.
''El Yapımı'' ile ''Derin Kökler'' adlı dizilerden bıktıysanız daha zengin içerikli ''Turkuvaz'' var artık.
TRT çok değişti
TRT Eski Genel Müdürü Yücel YENER döneminden kalan logosunu değiştirmemekte dirense de TRT çok değişti bence de. Görkemli açılışlar, bol para dağıtılan diziler, yarı açık sanatçıların gezindiği programlar da var TRT'de. ''Dış yapımların sayısı'' aydan aya artıyor TRT'de. Bence de artmalı. Çünkü Kurum içi iş yapmak ''dağa çıkıp kök sökmekten beter'' bence. Çünkü hiç bir alan, hiçbir malzeme gerektiği kadar verimli kullanılamaz TRT'de. Bu bağlamda kameradan stüdyoya, kurgu masalarından bilgisayar donanımlarına kadar böyledir bu.
Masa başı çalışması yanında ekip çalışması da ''gelişi güzel'' başlar ve biter. Hiç kimse, hiçbir yayın ''eğri mi, doğru mu, oldu mu, olmadı mı, nerede ne gibi yanlış yapılmış olabilir, daha güzel ne yapılabilir'' diye değerlendirilmez. ‘’Salla başı al maaşı’’ ile olmaz bu işler. Bir ay tek bir ay çift maaş alınıyorsan işini sağlam yapacaksın; evde uykuların kaçacak ''iş için'' arkadaş. Bir de biliniyor ki bazı TRT çalışanları 'dün olduğu gibi bugün de 'piyasada'' bazı ''devlet işleri'' ile ''özel işler'' yaparak ''zengin olmak'' yolunda hızla ilerliyor.
''TRT'nin dış yapımları'' artıyormuş; bazıları bütçe üzerinden ''çıkar'' sağlıyormuş.
''Vermeden almak'' olmazmış. Bence bütçe açısından olduğu kadar ''yaklaşımlar'' ve ''estetik'' yönlerinden değerlendirilemediği(!) için bu tür dedikoduların önü alınamaz.
''Ben inanmıyorum'' buna. Oysa görüştüğüm kimi ticaret erbabı, ben böyle deyince gülüp geçti! Ne kadar cahil olduğumu söyleseler, kızmazdım. Onlara göre şişkin fatura da sözleşmesiz iş yapılması da paraların elden ödenmesi de işin doğasında var! Bu durumda ''hak hukuk, adalet'' nasıl aranacak? Emeğini, sanatını, yılların birikimini satmak zorunda olan kişiler mahkemeye ne götürecekler giderken? Oysa bir çuval dolusu söz ile dolmaz ki mahkeme salonu! Yargıç da savcı da somut deliller ister. Yazılı hukuk bu tür somut delilleri öngörmüyor ise suçlu kim?
TRT'nin karmaşık bir yapısı var
Hiçbir iş belli kalıplara göre, belirli bir bütçeye göre yapılmaz. Her bir işin özellikleri gereğince bu mümkün değil. Birbirine çok benzeyen iki yapım bile birbirinden çok değişik bütçeler ile çekilebilir.
Bu da ''her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır'' özdeyişimize uygun. Bu konuda zorlama da yapılamaz hiçbir yazara, yönetmene. Bu çerçeve de Kurum İçi Yapımlar yanında Kurum Dışı Yapımlar da TRT'de karşılığını bulur. Kurum içine çok titiz olan TRT yönetimleri her ne hikmet ise Kurum Dışı Yapımlar için o kadar titiz olmazlar. Bu bağlamda bir kaç fatura ile yayın bandı yeter. Oysa konu, bazı teknik alt yapı ve teknik kalite tartışmaları bir yana; piyasanın işleyişine bırakılacak kadar basit değil. Bana göre geçtiğimiz yıllarda pek çok örneğini gördüğümüz ve bildiğimiz gibi bu konular ilgili meslek erbabı arasında konuşulmaktadır.
Bu yönleri ile kamuoyuna açık olan TRT yapısı gereği, yapılan işin peşine düşmelidir.
Bildiğimiz gibi değişik baskı grupları kadar değişik sanat akımlarının birikimleri için de bir buluşma yeridir TRT. Bu alanlardan gelen teklifler belirli bir oran içinde uygulamaya konulabilir. Dün olduğu gibi bugün de bu konuda bir çaba var, bu açık. Ne ki ''çok güzel dizi düşüncesi olanlar'' teklifleri çalınır diye TRT'ye gitmiyorlarmış. Yukarıda sıralamaya çalıştığım kimi gelişi güzel uygulamalar da sanırım çoğu ''sanatçılık yönü ağır basan'', ''bağımsız çalışmak'' isteyen kişileri TRT'ye bağlayamıyor.
Bütün bunlara rağmen TRT Dış Yapımlar için kapılarını sonuna kadar açık tutmak zorunda. ''İnce eleyip sık dokumalı'' gelen teklifleri. TRT'nin bu konuda yeteri kadar etkili olduğunu sanmıyorum. Önceden de yoktu. Bir de ''devlet memuru kafası ile'' yapılmaz bu işler. Yukarıda sıralamış olduğun nice sakatlıkların özü de burada gizli. Çünkü ''bir sanat'' demek olan ''yayıncılık'' ne yaparsanız yapın ''memur kafası ile'' olmaz. Bu konuda on kanallı TRT çok daha titiz (!) davranmak zorunda. ''O benim adamımdır'', ''Bu şirket bizdendir'' yaklaşımı ile de olmaz bu işler. Bir gün kokusu çıkar bir yerlerden.
Gelişmelerin ihale boyutu ne olacak?
TRT Kamu İhale Kanunu kapsamında değil, her nasılsa.
Çünkü yapılan işin doğası gereği; söz konusu işi TRT değil de karşı taraf önerir. Oysa TRT de bazı yayınlar için ''ihale'' açabilir. Bu durumda TRT harcamalarını da ayrıntılı olarak Kamu İhale Kurumu'na bildirmez. Oysa TRT ''reyting ölçümleri'' ile ''reklam alanlarının pazarlanması'' konularında ihale açıyor. Bu ihaleler de sanırım KİK kayıtlarına girmeyecek. Bu yüzden mali denetimi yanında şikâyetler konusunda da ancak mahkemeler yetkilidir. Bu konu baştan sona TBMM'nin yetkisinde. İşte bu yüzden de her yıl TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu TRT için de toplanarak ''aklama ya da aklamama'' çalışması yapar.
Dış Yapımlar bakımından piyasanın işleyişi
''TRT'nin dış yapımları'' konusunda emek piyasası oldukça rahatsız. Çünkü TRT'den geçen yapım teklifleri içindeki hiç bir kalem açıklanmaz. Şirket yetkilileri dışında, ortaklar bile, hiç bir çalışan görmez ilgili bütçeyi. Söz konusu bütçelerde çalışanların ''imza atabilecekleri'' ve ''adam yerine konulduklarını'' gösteren hiç bir ''onaylı resmi evrak'' yoktur. ''Gizlidir'' her şey. ''Emek sömürüsü'' yanında ''haksız kazanç'' da almış başını gidiyor. Bu konuları konuştuğum bir şirket ortağının çok dertli olduğunu belirtmeliyim burada. Çünkü her şey ''bulanık suda balık avlamak'' biçiminde başlayıp bitiyor! İşi alan şirket ile çeken şirket de ayrı olduğu için ''pirinci ayıklamak'' oldukça zor.
''Kimin eli kimin cebinde'' belli olmaz bu işlerde.
Yönetmeninden ışıkçısına, konuğundan makyajcısına kadar herkes ''sömürüldüğü'' düşüncesine kapılmış.
Bu durum 1980'lerde de böyle idi; bugün de böyle ne yazık ki.
Piyasadaki işlerde ne bir sözleşme ne de banka üzerinden ödeme yapılır.
Muhasebeleştirilen faturalar ise ''istenildiği kadar şişirilmiş'' olduğunda Maliye de bu işe karışmıyor.
Yeter ki ''naylon fatura'' olmasın piyasada dolaşan.
''Kayıt dışı ekonomi'' ile at başı gittiğini sandığım ''kara para'' trafiği böyle işliyor, sanırım.
Devlet piyasaya vermek zorunda olduğu işi denetlemez ise bu alanda olduğu gibi, inşaat alanlarının çoğunda olduğu gibi ''emek sömürüsü'' hiç durmayacak bu ülkede.
Nerede ''adalet'', nerede ''dürüstlük'', nerede ''kul hakkı''?
Bu tür gelişmelerden TRT de kendisini kurtaramaz. Çünkü ''dış yapımlar'' anlı şanlı ''TRT adına'' yapılıyor ise TRT yönetimi de kendisine gelen bütçe kalemlerini birer sözleşme ve banka belgeleri ile denetlemek zorundadır. Bu uygulamayı kendi İç Yapımlarında sağlamış bulunan TRT, adının kullanılmakta olduğu ''dış yapımlar'' için de istemek zorundadır bence.
Kısaca TRT'nin de içinde bulunduğu kitle iletişim alanları; para akışı yanında telif ücretleri ve hizmet sözleşmeleri bakımlarından ''emek sömürüsü'' yapılan bir piyasadır. İçinde yetişmiş olduğum TRT'nin Dış Yapımlar olarak girdiği bu piyasadaki çalışanları; ilgili mevzuat çerçevesinde denetlemesi gerekmektedir.
İki ay kadar önce Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’ın sanırım nisan ayında, tekstil sektörü için söylemiş olduğu ''acımasızca emek sömürüsü yapılıyor'' konusundaki hassasiyetin kitle iletişim sektörüne de teşmili düşünülemez mi? Kaldı ki yürürlükteki kanunlara ve yönetmeliklere göre zorunlu olan hizmet sözleşmesi hiç yapılmıyor bu sektörde. Ücretlerin ödenmesi konusunda da ne yazık ki elden ödemelere cevaz veriyor mevzuat!
Yeni atılımlar var
TRT'nin kanal sayısı çok yakında on beşe çıkabilir. Hazineye yük olsa da dış temsilciliklerin sayısı artırıldı. Daha da artabilir. Kimi mutlu azınlık için HD Kanalı da açılmış bir ay önce. Bugün bile evine uydu bağlatamayacak durumda olan yurttaşlarımızın varlığını düşünecek olursak TRT’nin teknik alt yapı olarak karasal erişimlerden vazgeçmemesi gerektiği şimdi daha iyi anlaşılır. Masa başı çalışmaları iyi yapılmadığı için, çok sorunlu görülen Dünya Kupası yayınları halkın tek ilgi odağı. Bu konudaki düşüncelerini yazan bir emekli ‘’haram olsun’’ başlıklı bir yazı yazmıştı geçenler. Kırsal kesimdeki gençler açısından da durumun ne kadar düşündürücü olduğunu ayrıca belirtmek zorundayım.
Vekillerimizin görüşlerini yayınlayan TBMM TV dün olduğu gibi bugün de TRT logosu altında yayın yapıyor. TBMM Başkanı Mehmet Ali ŞAHİN bilse ki bu yanlışlık ''bir çift söz ile'' düzeltilir; gereği yerine getirilir o an. TRT Genel Müdürü İbrahim ŞAHİN'e dense ki ''bu uygulama yanlıştır''; bugünkü yayın anında bile düzeltilir bu yamalı görüntü.
İlk olarak ''güler yüzlü'' bir genel müdürü var TRT'cilerin.
Görebildiğim kadarı ile TRT'nin ''küreselleşmeyi de içeren'' çözüm bekleyen pek çok sorunu var.
Bütün bunlara rağmen umarım başarılı olur.