- Kategori
- Siyaset
Tünelden önce son çıkış: "Hayır"
12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan anayasa değişikliği referandumu ile ilgili olarak çok şey yazıldı, söylendi. Ancak, bu değişiklikler, Eskişehir Emniyet Müdürü (merkeze alındı) Hanefi Avcı’nın yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitapta, cemaatin, devletin çeşitli kurumları içindeki örgütlenmesinde geldiği boyut birlikte değerlendirildiğinde, çok ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuz görülecektir.
Emniyet, yargı ve ordu içindeki örgütlenme, hedef seçilen insanların ve kurumların hayatlarını bir gecede karartabilecek boyutlara ulaşmıştır. Artık hiç kimse “bu ülkede hukuk ve hâkimler var” diyemeyecek duruma gelmiştir. Bu tehlikenin yanında, “tünelden önce son çıkışı kullanmak, daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa yapabilmenin yolunu açmak için emekçiler ve ezilenler açısından bazı önemli konuların altını çizmek ve eğer basiretimiz bağlanmadıysa, referandumda oy kullanırken bir kez daha düşünmek gerekiyor.
1-Ülkemizde, 90 yıla yakın bir süredir parlamenter demokrasinin kuralları uygulanmaya çalışılıyor. Parlamenter demokrasinin olmazsa olmazı olan “kuvvetler ayrılığı ilkesi”dir ve bu ilke, bu anayasa değişiklikleri ile rafa kaldırılmaya çalışılıyor.. “yasama” ve “yürütme” erki zaten AKP’nin(cemaatin) uhdesindeydi, yapılacak olan değişikliklerle “yargı” erki de AKP (cemaat) denetimine girecektir.
2-Yapılacak değişikliklerle sendikaların, üyeleri adına yargıya başvurma hakkı ortadan kaldırılacaktır. Artık, iradenin hukuka aykırı iş ve işlemlerine karşı, üyesi olduğumuz sendikalar, idari yargıya başvuramayacaklardır.
3-Yüksek mahkemeler “yerindelik denetimi” yapamayacak, idarenin kamu mallarını, haraç-mezat satması anlamına gelecek özelleştirme, kiralama gibi uygulamalarına sadece “usul” açısından bakabilecektir.Bu durum, mayınlı arazilerin 49 yıllığına kiralanması gibi, Galataport projesinin ihalesiz bir şekilde yandaşlara verilmesi gibi konularda yargı denetimini ortadan kaldıracaktır.
4-Çalışanların, birden çok sendikaya üye olmasının yolu açılarak hem sendikalı çalışan sayısı olduğunda fazla gösterilecek hem de grev sırasında grevi kırmanın yasal yolu açılacaktır.
5-“Ekonomik ve Sosyal Konsey” anayasal bir kuruluş haline getirilerek, çalışanlar, işveren ve hükümet temsilcilerinin çoğunlukta olduğu bir kurulda hak aramak zorunda bırakılacaktır.
6-Memurlara toplu sözleşme hakkı veriliyormuş gibi yapılarak, yürürlükteki düzenlemeden daha da geri bir konuma düşürüleceklerdir. Şimdiki düzenlemeye göre memurlar, kamu işveren kurumuyla yapılan görüşmelerde uyuşmazlık çıkması halinde uzlaşmazlığı “uzlaştırma kuruluna” götürürken ve o kurulun aldığı kararlar hükümete tavsiye niteliğinde olurken, (bu noktada en azından çeşitli eylemlerle hükümet üzerine baskı kurulabilir) yeni düzenlemeye göre, uzlaşmazlık halinde “yüksek hakem kurulu”nun aldığı kararlar toplu sözleşme hükmünde ve kesin olacaktır. Bu düzenleme, çalışma hukukuna da aykırı bir düzenleme olmasının yanı sıra, 20 yıldan bu yana emekçilerin mücadele ile elde ettikleri kazanımları yok eden bir düzenlemedir.
7-Uluslar arası sözleşmelerle iç hukuk normu haline gelmiş olan memurlar için “grev hakkı”, anayasal düzenlemeyle yasaklanmaktadır. Hazırlanış biçimi, muhalefet ve toplumsal dinamiklere sunulmaması, toplumsal kesimlerle uzlaşma aranmaması, toplumsal sorunların çözümüne katkı sunmaması aksine sorunları arttırması, emekçilerin ve ezilenlerin haklarını geriletmesi, yürütmeyi güçlendirmesi ve kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırması, 12 Eylül anayasasının ruhunu koruması ve güçlendirmesi bu anayasa değişikliklerinin temel özelliğidir. Emekçiler ve ezilenler, eksiklikleri bir yana, yaklaşık 90 yıldır uygulanmakta olan parlamenter sistemin “köküne kibrit suyu dökecek” ve emekçilerin bedel ödeyerek elde ettiği sınırlı kazanımları da yok edecek olan bu hamleyi boşa çıkarmakla yükümlüdürler. Tünelden önce son çıkış, referandumda “HAYIR” diyerek, hem 12 Eylül anayasasını hem de AKP anayasasını kabul etmemektir. Sonrası, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesine bağlıdır.
Abdullah DAMAR
Emniyet, yargı ve ordu içindeki örgütlenme, hedef seçilen insanların ve kurumların hayatlarını bir gecede karartabilecek boyutlara ulaşmıştır. Artık hiç kimse “bu ülkede hukuk ve hâkimler var” diyemeyecek duruma gelmiştir. Bu tehlikenin yanında, “tünelden önce son çıkışı kullanmak, daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa yapabilmenin yolunu açmak için emekçiler ve ezilenler açısından bazı önemli konuların altını çizmek ve eğer basiretimiz bağlanmadıysa, referandumda oy kullanırken bir kez daha düşünmek gerekiyor.
1-Ülkemizde, 90 yıla yakın bir süredir parlamenter demokrasinin kuralları uygulanmaya çalışılıyor. Parlamenter demokrasinin olmazsa olmazı olan “kuvvetler ayrılığı ilkesi”dir ve bu ilke, bu anayasa değişiklikleri ile rafa kaldırılmaya çalışılıyor.. “yasama” ve “yürütme” erki zaten AKP’nin(cemaatin) uhdesindeydi, yapılacak olan değişikliklerle “yargı” erki de AKP (cemaat) denetimine girecektir.
2-Yapılacak değişikliklerle sendikaların, üyeleri adına yargıya başvurma hakkı ortadan kaldırılacaktır. Artık, iradenin hukuka aykırı iş ve işlemlerine karşı, üyesi olduğumuz sendikalar, idari yargıya başvuramayacaklardır.
3-Yüksek mahkemeler “yerindelik denetimi” yapamayacak, idarenin kamu mallarını, haraç-mezat satması anlamına gelecek özelleştirme, kiralama gibi uygulamalarına sadece “usul” açısından bakabilecektir.Bu durum, mayınlı arazilerin 49 yıllığına kiralanması gibi, Galataport projesinin ihalesiz bir şekilde yandaşlara verilmesi gibi konularda yargı denetimini ortadan kaldıracaktır.
4-Çalışanların, birden çok sendikaya üye olmasının yolu açılarak hem sendikalı çalışan sayısı olduğunda fazla gösterilecek hem de grev sırasında grevi kırmanın yasal yolu açılacaktır.
5-“Ekonomik ve Sosyal Konsey” anayasal bir kuruluş haline getirilerek, çalışanlar, işveren ve hükümet temsilcilerinin çoğunlukta olduğu bir kurulda hak aramak zorunda bırakılacaktır.
6-Memurlara toplu sözleşme hakkı veriliyormuş gibi yapılarak, yürürlükteki düzenlemeden daha da geri bir konuma düşürüleceklerdir. Şimdiki düzenlemeye göre memurlar, kamu işveren kurumuyla yapılan görüşmelerde uyuşmazlık çıkması halinde uzlaşmazlığı “uzlaştırma kuruluna” götürürken ve o kurulun aldığı kararlar hükümete tavsiye niteliğinde olurken, (bu noktada en azından çeşitli eylemlerle hükümet üzerine baskı kurulabilir) yeni düzenlemeye göre, uzlaşmazlık halinde “yüksek hakem kurulu”nun aldığı kararlar toplu sözleşme hükmünde ve kesin olacaktır. Bu düzenleme, çalışma hukukuna da aykırı bir düzenleme olmasının yanı sıra, 20 yıldan bu yana emekçilerin mücadele ile elde ettikleri kazanımları yok eden bir düzenlemedir.
7-Uluslar arası sözleşmelerle iç hukuk normu haline gelmiş olan memurlar için “grev hakkı”, anayasal düzenlemeyle yasaklanmaktadır. Hazırlanış biçimi, muhalefet ve toplumsal dinamiklere sunulmaması, toplumsal kesimlerle uzlaşma aranmaması, toplumsal sorunların çözümüne katkı sunmaması aksine sorunları arttırması, emekçilerin ve ezilenlerin haklarını geriletmesi, yürütmeyi güçlendirmesi ve kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırması, 12 Eylül anayasasının ruhunu koruması ve güçlendirmesi bu anayasa değişikliklerinin temel özelliğidir. Emekçiler ve ezilenler, eksiklikleri bir yana, yaklaşık 90 yıldır uygulanmakta olan parlamenter sistemin “köküne kibrit suyu dökecek” ve emekçilerin bedel ödeyerek elde ettiği sınırlı kazanımları da yok edecek olan bu hamleyi boşa çıkarmakla yükümlüdürler. Tünelden önce son çıkış, referandumda “HAYIR” diyerek, hem 12 Eylül anayasasını hem de AKP anayasasını kabul etmemektir. Sonrası, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesine bağlıdır.
Abdullah DAMAR