Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '10

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

TURİST

TURİST
 

Kleopatra'nın Metropolitan Müzesindeki heykeli


Saat 08.00.”Kaldırıma park etmiş aracınızı lütfen kaldırınız..!” anonsu ile uyandım.Anonsu kim?zabıta mı, polis mi yaptı bilmiyorum. “Bravo, yöneticimiz uyumuyor “dedim içimden. Saat 08.15. Oğlumu uyandırdım, “Hadi denize gidelim? “ dedim.” Babaaaaa..!” dedi. “İyi len, gelmezsen gelme, ben gidiyorum…” Damlataş Caddesindeki turunç ağaçlarının diken gibi adamın kafasına batan dal uzantılarından başımızı koruyarak plaja ulaştık. Hava puslu, deniz dingin, ortalıkta beş – on turist ve iki köpek.Etrafıma bakınıp dururken Damlataş Resturant’ın üzerindeki boş kaya gözüme çarptı. Aklıma yıllar önce bu alanın yeni düzenlemesini gösteren fotoğraflara bakan eser sahiplerine ettiğim laflar akılıma geldi. “Keşke şu kayanın üzerine bir Kleopatra heykeli dikseydiniz!” Geri dönüp tuhaf tuhaf yüzüme baktılar. “Hatta “ dedim, “Liz Taylor’un oynadığı filminin bir sahnesinde gördüğüm – geminin güvertesinde elini kaşının üzerine koymuş uzaklara bakan pozunun- heykelini yapsaydınız!!! Çocukken Sinop’a pek turist gelmezdi. “Turist geldi, turist gitti” diye konuşmalar duydukça “Bu turist nasıl bir şey, acaba bizim gibi iki ayaklı, iki gözlü mü? ” diye merak ederdim. Yaşım ilerledikçe ben de turist görmeye başladım. Büyüklerimiz gelen turisti, bugünün Cumhurbaşkanı gibi karşılar, ağırlar, ağzının içine bakarlardı. Safça, tanıyor mu diye Avrupadaki akrabalarını, nereden gelip nereye gittiklerini sorarlardı… Onlarda, sırtında bir çanta, saç sakal karışmış, ayağında şipidik terlik veya bot, kıçında bir kot, elinde bir sözlük, güleç ve meraklı gözlerle tarzanca anlatılanları dinlerlerdi. Turist, aynen bizim gibi insandı; konuşan, gülen, somurtan, korkan, çekinen, utanan, ağlayan, sevinen, endişelenen… Gençliğimde daha çok turist görmeye başladık Sinop’ta.. Özellikle yazın, gemiden ve otobüsten inen turistler, gittiğimiz Güdük Cemil’in kahvesinin karşısındaki Turizm Danışma Bürosuna mutlaka uğrarlardı. İngilizcem baya iyiydi. Tercümanlık için Bürodan beni çağırırlardı (!) Nasıl yardım edebiliriz? diye, büyüklerimizden gördüklerimizi yapmaya çalışırdık; yatacak yer, yiyeceği yemek, bineceği vasıtaya kadar tek tek sorardık. Bir keresinde, akranım üç Fransız gencine yardımcı olmam istendi. Cepte beş para yok, bunları komşumuz Muhsin Usta’nın lokantasına götürdüm. Balık istediler, ben de…Hay istemez olaydım..! Balığa ellerini sürmeden çatal-bıçakla yiyorlar…Ben, onlar gibi yiyemiyorum. Garson önüme bir porsiyon balık getirdi. “Nereden bu?” Garson başıyla ileriki bir masayı işaret etti. Orta yaşlı, kıyafetleri düzgün iki bey. Yanlarına gittim. Yüzü bana dönük olan, gülerek “Oğlum, onlar yedi sen baktın. Utanmana gerek yok, nasıl biliyorsan ye!” dedi. Yakın yıllarda ALTSO’da, “ Alanya Turizminin Sorunları ve Çözüm Önerileri” çalıştayı yapılmıştı. Çeşitli STK’lar, meslek kuruluşları, yerel ve merkezi yönetim yetkilileri, sektör temsilcileri vs. uzun uzadıya Alanya Turizminin artı’ları, eksi’leri üzerine görüş ve düşünceler açıklandı. İki laf da ben etmiştim, artı’larımız yönünde.” Hala, Türk insanı misafirperver ve hoşgörülüdür.” (Rapora girdi) Ben hala iki görüşümde ısrarlıyım. Bir: plajıyla özdeşleşen o kayanın üzerine bir Kleopatra heykeli dikilmelidir. İki: Türk Halkı misafirperver ve hoşgörülüdür.
 
Toplam blog
: 272
: 734
Kayıt tarihi
: 13.10.07
 
 

1959 Sinop Bektaşağa Köyü doğumluyum. Yaşamda, anlaşılacak bir şeyi olanlara ve bunu öğreti yapan..