Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '12

 
Kategori
Alternatif Enerji
 

Türkiye, yeşil yakıtlarda yanlış ata mı oynuyor?

Türkiye, yeşil yakıtlarda yanlış ata mı oynuyor?
 

EPDK'nın yerli ürün etanol ve biyodizel karıştırma hedefleri


Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun (EPDK), 19 Eylül 2011 tarihinde aldığı bir karar ile 2013 yılından itibaren benzin ve motorine her yıl artan oranlarda yerli tarım ürünlerinden üretilen etanol ve biyodizel katılması zorunlu hale getirilmektedir. Etanol ve benzin karışımına biyobenzin, motorin ve bitkisel yağ karışımına ise biyodizel adı verilir. Etanolun kaynağını şeker kamışı, mısır, buğday ve diğer tahıllar oluştururken, biyodizelin yağı kolza (kanola), ayçiçek, soya, pamuk (çiğit), aspir, okaliptüs, palm gibi yağ bitkilerinden elde edilmektedir.

Tüm ülkeler CO2 emisyonuna olumlu katkıları nedeniyle bu doğal yeşil yakıt karışımlarını taşımacılıkta kullanmaktadır. Nitekim AB 2010 yılında kara nakil araçlarında kullanılan yakıtın %5,75'ini biyo yani yeşil yakıttır. ABD de ise 2006 yılında 19 milyon m3 olan etanol kullanımını 2017 yılında 132 milyon m3’e çıkartılmayı hedeflemektedirler. Bu yaklaşımda temel neden, azalan dünya petrol rezervleri, artan petrol fiyatları, dışa bağımlılıktan kurtulma yaklaşımları ve temiz çevre özlemidir. Türkiye'de de, gerek biyodizel ve gerekse biyobenzin konusunda bazı hamlelere rastlanmaktadır. 2007 yılı itibarı ile biyodizel üretim tesisi için onlarca firmaya yetki verilirken, etanol konusunda henüz dört şirkete ruhsat verilmiştir. Dünyada üretilen 38 milyar litrelik yeşil yakıtın %90'ı etanol bazlıdır.EPDK’nın son kararları doğrultusunda, aşağıdaki tabloda belirtilen yıl ve oranlarda motorine yağ ve benzine de etanol karıştırma mecburiyeti getirildi. Söz konusu yağ ve etanolun yerli üretimle karşılanması koşulu, özellikte tarımsal üretimi yakından takip edenlerce şüpheyle karşılanmaktadır. Türkiye 2010 yılında yaklaşık 16 milyon m3 (14 milyon ton) motorin ve 2,7 milyon m3 (2,1 milyon ton) da benzin tüketmiştir. Söz konusu meblağları EBDK’nın oranları ile çarptığımızda söz konusu tabloda verilen rakamlara ulaşırız. Örneğin 2014 yılı için 492 bin ton bitkisel yağ ve 27 bin ton da etanola gereksinim olacaktır.

Ayçiçeği yağı mutfağa yöneliktir. Soya ve aspir ekimi Avrupa’nın tersine ülkemizde çok sınırlıdır. Okaliptus ve palm yağı zaten tümüyle ithal olunmaktadır. Geriye yalnız kolza kalıyor ki onun da ülkemizde ekim alanı 2009 yılı itibarı ile 33 bin Hektar, üretimi ise 114 bin tondur. 2014 yılı için mazota %3 oranında katılacak bitkisel yağ miktarı 500 bin ton civarında olacaktır. Yağ verimini % 40-45 kabul etsek, gereksinim duyulacak kolza miktarı bugünkü üretimin on katı yani 1,14 milyon civarında olmak zorundadır. Bu da 300 bin hektarlık ekim alanının diğer bitkilerden geri alınmasına neden olacaktır. Hâlbuki Türkiye temel yağ gereksinimini karşılamak için her yıl yaklaşık 850 bin ton bitkisel yağ ile 1,4 milyon ton da yağlı tohum dış alımı için milyarlar harcamaktadır. Buradan Türkiye’nin biyobenzin konusundaki yaklaşımının pek sağlıklı olmadığı ortaya çıkar. Yani “bu ata oynanmamalıdır”. Hele hele yaygın bir kolza üretimi için ne üretici bilinçli ve ne de üretim tekniği ile ilgili temel kavramlar aydınlık kazanmamışken.

Buna karşın etanol konusu oldukça kolay çözümlenecek gibi görünüyor. 2014 yılı tahmini gereksinimi 27 bin m3 biyoetanol için 80-90 bin ton mısırın genel üretimde bir sorun yaratmayacağı, hatta 2016 yılı ihtiyacı için dahi herhangi bir zorlamaya gerek kalmadan sorunun çözülebileceği beklenebilir.  Çünkü hemen her ekoloji için uygun çeşitler belirlenmiş ve yüksek üretim tekniği benimsenmiştir.

Türkiye  2000’li yıllardaki iki milyon tonluk mısır üretimini dört milyon tona çıkartmıştır. Hatta ülkemizde mısır üretimi kat kat artıracak olanaklar  da vardır:

  • Türkiye’de mısırın ana ürün tarımı ekim nöbeti çerçevesinde neredeyse tüm makro ekolojilerde gerçekleştirilir;
  • Bu standart üretim, ikinci ürün ekimi ile artırılabilir. Çukurova başta olmak üzere birçok yörede, mısırın ikinci ürün tarımı sorun yaşamaktadır.
  • Özellikle havadan ilaçlamaya getirilen kısıtlar ve sap-koçan kurdunun iki generasyonundan olumsuz etkilenmesi nedeniyle Türkiye minumum 100 bin hektarlık mısır ekim alanında ikinci ürün tarımınından yeterli yararlanamamaktadır. Çıkarılacak biyogüvenlik yasası tahmini 600 bin tonluk ürün kaybına engel olacaktır. (orijini Türkiye olmayan bu ürünün yabanileri de bulunmadığına göre “gen kaçma sorunu” yoktur.

Bu durumda biyoyakıtların kullanımında ön görülen oranların sözü edilen hammadde bitkilerinin Türkiye’deki yetiştirme olanakları göz önünde bulundurularak yeniden belirlenmelidir.

Diğer taraftan son günlerde su kaynaklarındaki ve dolayısıyla üretim alanlarındaki ve verimdeki sınırlamalar; var olan doğal kaynakların gıda dışına, yani enerjiye yönlendirilmesi gıda fiyatlarının artışlarında tek neden olarak gösterilmiştir. G-20’lerin biyoyakıt endüstrisinin öne çıktığı ülkelere, desteklerin kaldırılması doğrultusunda yaptığı çağrı, ABD’ce olumlu karşılanmıştır. Buna karşın AB 2020 yılında biyoyakıt kullanım hedefi olan %20 oranından taviz vermeme niyetindedir. AB’nin bu kararında gıda dışı bir biyoyakıt kaynağı su yosunlarının devreye girebilecek olması etkili olmuştur. Özellikle var olan kaynaklara dokunmadan, çevre dostu enerjiyi sağlayabilen algler, ne ilave üretim alana, ne tatlı suya ve ne de üretimde gerekli gübre – ilaç girdilerine fazlaca gereksinim duymayan bu biyoyakıt kaynağıdır. Alglerin başta ilaç ve fonksiyonel besin endüstrisinin hammaddesi olarak yüzyıllardır kullanıldığı bir gerçek. Bazı araştırmal sonuçlarına göre bir hektarlık yosun üretim alanından yılda ortalama 354 ton hamyağ elde edilebileceği tahmin edilmektedir. Ki bu, mısır için 120, soya için 440, ayçiçeği için 950, kolza için 1200 ve palmiye için 6000 litredir!

Bu konuda Türkiye’de neler yapılabilir? Yerli petrol şirketlerinin ARGE birimlerinin bu yönde projelerinin olduğu muhakkak. Diğer taraftan algler konusunda Fen Fakültelerimizin Biyoloji Bölümlerinde çok sayıda uzmanın var olduğu da bir gerçektir. Ülkemiz coğrafyasında kayıtlı ve kayıtsız tüm alg örneklerinin[1] amaca uygun fizyolojik, biyolojik ve moleküler karakterizasyonun yapılacağı güdümlü projelere hız vermenin en uygun zamanı. Hele TÜBİTAK – Teydep’in 1007 sayılı sanayi - üniversite işbirliği projelerinin işin destek kapılarını ardına kadar açtığı günümüzde!

Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz



[1]Şu sırada ABD’de üstünde en çok çalışılan alg materyali Suudi Arabistan çöllerinde Hint asıllı bir Texas Üniversite dokdora öğrencisi tarafından toplanmıştır.

 
Toplam blog
: 145
: 432
Kayıt tarihi
: 04.01.12
 
 

1964 yılında Ankara Üniversitesini bitiren Nazimi Açıkgöz, doktorasını 1972 yılında Münih Teknik ..