Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '09

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Türkiye Türklerin midir, Kürtlerin mi?

Türkiye Türklerin midir, Kürtlerin mi?
 

Geçtiğimiz hafta Fotoğrafların Dili: Türkiye'nin Dünyadaki yeri isimli bir blog yazmıştım. Böyle yazılar bazen yanlış anlaşılıyor. Sanki Türkiye'nin ne kadar önemli bir ülke olduğunu, nasıl büyüdüğümüzü ve dünyada söz sahibi olduğumuzu anlatmaya çalışıyormuşum; hamaset nutku çekiyormuşum gibi okunabiliyor. Kuşkusuz bu yazının içeriğinde veya vurgusunda bu anlam da vardır. Ancak bütün bunlar bir başka şeyle birleştirilmeden düşünülmezse eksik kalır.

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin hemen arkasında Clinton'ın Türkiye'yi ve bölgeyi ziyareti çok ilgimi çekmişti. Öncesinde PKK konusunda ABD ile yapılan işbirliği ile Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesi de altı çizilmesi gereken bir hamleydi. Aynı yılın son ayında Türkiye Helsinki'de toplanan AB görüşmelerine çağrılmış, 10 Aralık 1999 günü Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak ilan edilmişti.

3 Ekim 2009 Cumartesi günü Sn. Erdoğan partisinin büyük kongresinde Türkiye ile ilgili çok çarpıcı veriler saydı. Bu veriler yüzünden Türkiye'nin dünyadaki fotoğrafı değişti zaten. Söylediği hemen her şeyde bir doğruluk payı var.

Yalnız Sn. Başbakan'ın konuşması bize bir şey hatırlattı; siyaset kötü bir şey. AKP'nin kuruluş tarihi 2001'dir. Bir sene sonra büyük çoğunlukla iktidara geldiğinde henüz 1 yaşındaydı. Oysa Türkiye Cumhuriyeti AKP'nin hükümet kurduğu yıl 79 yaşındaydı. 79 yıl göreceli bir zaman dilimidir. Fransız Cumhuriyeti ile kıyaslarsanız tazeciktir. Ama Kosova Cumhuriyeti'ne göre yaşlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin başarı ve kazanım tarihini 2002'den başlatmak büyük bir haksızlıktır. Bugün kimilerinin 2002'den önceyi lanetledikleri gibi…

Ecevit'in başbakan olduğu 1999 - 2002 yılları Türkiye'nin en zor dönemi olmuştu. Tarihin en büyük ekonomik krizi yaşanmıştır. Üç partili koalisyon hükümeti bir taraftan AB sürecinde Kopenhag Kriterleri'ne uyumlu yasalarla uğraşırken, diğer taraftan büyük bir ekonomik durgunlukla mücadele etmekteydi. Bu krizin detayları bu yazının konusu değil; ancak bütün krizlerde kazanan ve kaybedenler olduğunu biliyoruz.

12 Eylül, ANAP iktidarını yaratmıştır.

2001 Krizi de AKP iktidarını...

Her iki dönem de Türkiye'nin ekonomik olarak geliştiği, atılım yaptığı zaman dilimleridir. 1. dönem, liberal ekonominin temelleri atılmıştır. 2. dönemde liberal ekonomi siyasallaştırılmaya çalışılmaktadır. Demokrasi ayağı tamamlanmaktadır.

Türkiye özellikle 2001 Krizinden sonra çok ciddi bir yeniden yapılanma dönemine girmiştir. 2003 yılından sonra Türkiye'ye yabancı yatırımcılar gelmeye başlamış, özelleştirme hız kazanmış, devletin ekonomideki payı küçülmüştür. Global ekonomi ile ilişkiler biraz daha gelişmiştir. Türkiye'nin dünya ekonomisindeki yeri 26.'lıktan 17. liğe yükselmiştir. Bunun 2050 yılında ilk on içinde yer alacağının projeksiyonu yapılmaktadır.

Bugün ülkemizde dünyanın en büyük ekonomi-finans şahsiyetleri toplanmış, bir taraftan kamuya açık forumlar yapılırken, diğer taraftan da dünyanın ilerleyen dönemdeki ekonomisinin nasıl şekilleneceği yönünde toplantılar düzenlemektedirler.

Biz bütün bunlarla övünmemiz mi yoksa başka şeyler düşünmemiz mi gerektiğini sorgulama durumundayız.

Global ekonomi için Türkiye artık önemli bir yere gelmiştir. İMKB'deki yabancıların yatırımı %50'nin üzerindedir. Bankalarımızın önemli bir bölümü yabancılara geçmiştir. Çok büyük şirketlerin ortaklık yapılarındaki yerli yatırımcı yüzdeleri hızla düşmektedir. Perakendecilik, büyük mağazacılık, AVM yatırımında yabancıların ağırlığı azımsanmayacak dereceye ulaşmıştır. Yabancıların mülk edinmesi önündeki engeller kalktığı için bütün bunlar biraz daha kolaylıkla yerleşik hale gelebilmektedir.

Bütün bunlardan Türkiye Cumhuriyeti Devleti vergi almakta, katma değerini toplamaktadır.

Ancak artık Türkiye'nin yerli sermaye gücü zayıflamaktadır. Türkiye'de teknoloji üretilmediği için hala montaj sanayi ile teknolojik olmayan bir üretime bağlı bir ekonomi vardır.

AKP'nin temsil ettiğini söylediğimiz o gelişen burjuva sınıfı da Forbes görmeye alıştığımız türden bir vizyon vermektedir. Daha çok komisyoncu, aracı gibi çalışmaktadır.

Bütün bunları sayarken sanılmasın ki ulusalcı bir söyleme kaymak amacındayım. Bu dünya ekonomisinin yapısıdır. Türkiye bu yapıya, ilişkilere karşı duramaz.

2001 Krizi sırasında şöyle bir şey söylemiştim.

"Bu krizin amacı Türkiye'nin sigortası esnafın yok edilmesi sürecini başlatmaktır."

2010 yılına girerken bunun çok daha hızlı gelişiyor olduğunu gözlemleyebiliyorum. Esnaf giderek işçileşiyor.

Kuşkusuz bu ekonomik ilişkiler kişi başına düşen geliri arttırıyor. Alım gücümüz arttıkça dünya fonlarına değer katan borçlanmamız ve kredilerimiz de artıyor.

Çok daha borçlu hale geliyoruz. Sadece devlet olarak değil, tek tek kişiler olarak da.

Türkiye çok daha artı değer yaratan bir ülke haline gelirken kuşkusuz siyasal olarak da güven veren bir huzura kavuşmalıdır. Bu anlamda Türkiye'nin komşuları ile olan ilişkileri, Yunanistan-Kıbrıs, Ermenistan, Kuzey Irak-Kürt Sorunu'nun belli bir yere getirilmesi gerekmektedir. Sebep-sonuç ilişkisi bakımından...

Türkiye'nin yeni sınırlarını çizen haritalar ortalarda dolaşmaktadır.

Bunlarla ilgili olarak geçen sene Cumhurbaşkanı'nın Ermenistan'a gidişi doğru mu? isimli yazımda söz etmeye çalıştığım "mücavir alan" tanımını genişletmek istiyorum. Bu haritalar Türkiye'nin ekonomik erişim alanları olarak görülmeldir. Global ekonomi bunu talep etmekte, bu ekonominin Türkiye'nin kontrolünde yapılmasını beklemektedir. Türkiye derken ne demek istediğimi bu yazının içinde yukarıda, Türkiye'nin aldığı yeni ekonomik aktörleri sıralarken tanımladım.

Şimdi bu bağlamda Türkiye'nin Türklere mi yoksa Kürtlere mi ait olduğu, milliyetçiliğin ne anlama geldiğini bir başka gözle yeniden değerlendirmemiz gerekiyor.

Sol da dünyaya bu pencereden ve gerçeklerden bakarak yeni siyaset yapabilmelidir.

Biraz uzun oldu. mümkün olduğunca özetlemeye gayret ettim. Yazının içinde bir çok alt başlık var. Süreç içinde bunları da detaylandırmaya çalışacağım...

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..