Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

15 Nisan '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Üşümeyecek kadar yakın, incinmeyecek kadar uzakta ...

Üşümeyecek kadar yakın, incinmeyecek kadar uzakta ...
 

Kadınlar daha çok yakınlık isterken, erkek daha çok özgürlük arayışında...Uzlaşmayan bu çelişkinin varlığıysa; ne beraber yani seninle, ne ayrı kısacası sensiz ve türevi ilişkilerin artışına da sebep oluyor kanımca...

Ne üşüyecek kadar uzak, ne birbirini incitecek kadar yakın olmak; zor zanaat...İşte bu sonderece nazik mesafenin korunabilmesi için de; kadın ve erkek arasında ki her tür iletişimde maskeli tutum ve davranışlar sergilenmekte...

Kadın, erkeğin yakının da olmayı isterken boğmamak, erkek kadınla iletişiminde mesafeyi korumak ancak; ne onu, ne de özgürlüğünü kaybetmeyeceği bir yakınlığı da ortalamak durumunda...

"Sevgiye teslimiyet " yada "yüreğinin sesini kılavuz edinmek" korkunun celatlık ettiği ilişkilerde demode olmakla eş tutulur olmuş. Şimdileri sıkca yaşanmakta olansa: Aşk da özgürleşmek adına aşkın ne demek olduğunu hissedemeyecek denli kalın kabuklara bürünmek...

Yüreğini maskelemek içinse, zihnini katmaksızın bir ilişkinin akışına teslim olmak; ölümden korkarcasına korkulacak bir hal almış. Hem aşık olmayı dilemek, hem aşkın bizi sürükleyeceği rotayı belirlemek...
Hatta daha da ileri gidip, bunun haritasını çizip; aşkın pusulasını kumanda etmetmeye de yeltenmek...

Ehh manzara bu olunca da; görünen köye bir de kılavuzluk edilmesine ihtiyaç kalmıyor.
Pek tabi ki durum buysa; siz ne uzaklaşabilirsiniz, ne de yakınlaşabilir artık. Elden ne gelir; yüreğiniz sevgiyi ararken, zihniniz bunu özgürlükle çelişen bir kavram olarak etiketlemişse bir defa ?

Sizin için sevginin; korkulacak, aşkınsa; zinhar uzak durulacak kavramlar olmasından öteye geçişine vize vermiyorsanız... o halde, hayatınızda ki beraberliklerinizede "ilişki" demek mümkün olmayacaktır.

Buraya kadar gelmişken birde; şimdi modern zamanların, modern insanının tanımlamaya çalıştığımız bu hal
durumuna bir de isim verelim... Yok yok bu benim tabirim olmayacak, olmayacak olmasına da; bu benim de katıldığım ve bu aralarda sıkca, orda burda gözüme ilişen bir tanımlama yada daha doğrusu tasvir olacak : "Arkadaşlığın bir üstü, sevgililiğin bir altı". Bu da ne? demeyin işte....bu eski neslin "sevgilik" dediğinin modern zamanlarda yaşanan hali ve bunun ince açılımı...

Peki şimdileri yükselen değerlerdeki bu değişime sebep olan şey nedir ? sorusu mu geliyor sizin de aklınıza...
Evet... bende bunu düşünüyordum: Adını "sevgililik" olarak koyduğunuzda bir bağlılık, beraberinde sevgili olabilmenin hissedişi içinde olmak ve bunun için hali hazırda kendiliğinde oluşacak şartlara da her iki tarafında asgari müşterekte anlaşacağı şekilde sahip çıkılması...İşte tüm bunlar şimdileri taraflar için ya tahüt, yada yük olarak algılanmakta.

Ve işte bu durumda da; bu maskeli tutumlar devreye giriyor: Sanırım ilişkilerde artık "sevmek" dediğimiz his; sevilebilmek için ödenen bir bedel gibi görülüyor. O zaman da : "Beni sevmen uğruna, seni sever gibi yaparım ve türevleri" formatında ilişkiler yaşanıyor...

Bunun yanısıra; büyük ölçüde de aşık olmaya dair duyulan korku, samimi ve sıcak kısacası ilişki gibi ilişkilerden
kaçınışa neden oluyor...

Biz eski zamanların insanları çok mu cesurduk, yada çok mu saf ? "Sevmek ve sevilmek için..." diye başlayan
cümlelerle yaşanacağı öncesinde hesaplamak ve kurgulamak yerine, kendi gibi olmanının yalınlığını ve içtenliğini var kılmak, bunu ilişkiye de yansıtmak, yüreğini koyarak yaşamaktı ilişkiden bizim anladığımız...

Aşk; bizim için sadece huzur, mutluluk ve beklentilere karşılık bulmak demek değildi çünkü...
Bunların olması içten içe arzu edilse de, olmadığında yaşadığımız apaçıkken ona "aşk değildi" diyemezdik, içimiz elvermezdi buna... Çünkü aşk bizim için: Onlarca beklentiyle giydirilip, istekler ve hedeflerle donatılmış bir yılbaşı çamı görüntüsünde; ışıl ışıl parlayan albenisi yüksek, rengarenk gösterişli bir şeyden çok çok öteydi...

Sevmenin o özden gelen saflığına ve coşkusuna, birde kimyasal çekimin, tutkunun karşı konulamaz kokusunun sinmiş haline biz pekala "aşk" derdik...

"Sevgilik" içinse; bu hissedişin karşılığının olması yeterliydi. Birde bunların yanısra dürüstlük, sadakat ve uyum da
varsa... biz ; "bu neden bir ilişki olmasın ki?" diyebilirdik...

Tekrar bu aralar ilişki adı altında yaşananlara konan ada, gelecek olursak; "sevgilikten bir eksik, arkadaşlıktan bir fazla".. Ne diyelim o halde; üç gün sürerse de ne ala... Hatta o zaman bunun da adına; "aşk" bile denebilir pek ala.
Bu tartışması bitmez...
Hele ki, insan sayısı kadar fikir ve hissediş, bir o kadarda, aşk tanımı varken şu dünyada:))
Hem zaten varsın adı da size özel kalsın... Yeter ki; arz ve talep dengesinin sağlıklı işlediği, sevgi ve uyum adına doyum elde edilebilecek ilişkiler yaşansın...

Kişi; kendi talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirdiği hayatını yaşar. Bu bakış açısıyla ve gelinen bu noktada; yalnız yaşamayı tercih eden insan sayısında da dünya genelinde ki bu artışını algılamak böylelikle kolaylaşıyor...

Zaten, olmuş veya olmakta olan her durum; aslında kendi oluşturan şartlarını da, içinde barındırır.
Ve yine bildiğimiz üzere; her oluş, aslında bir ihtiyaca karşılık gelir...

Sevgi ve ışıkla,
Ayna

15.04.07

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara