- Kategori
- Güncel
Van Depremi Karşısında, İnsan Olarak Görevimiz Çok Zor ve Çok Ağır
Bu yaşanan bir insanlık dramı aslında... İşimiz çok zor.
Ülkemizin deprem kuşağında yer aldığını ve bunun sonucu olarak sık sık yurdumuzun pek çok yöresinde depremler yaşadığımızı hepimiz biliyoruz.
Coğrafi olarak 7 bölge ve idari olarak 81 ilden oluşan Türkiye’nin, Edirne’den Van’a, Sinop’tan Mersin’e kadar vatanımızın her karış toprağının şehit kanıyla sulanmış olduğunu da bilmeyenimiz yoktur.
Bu mücadeleyi omuz omuza vermenin bilinciyle bu topraklar üzerinde yaşayan yurttaşlar olarak hepimiz, milletimizin ve memleketimizin bölünmez bütünlüğünü korumaya çalışıyoruz.
*****
Tarih boyu dünyada her insanın bir düşmanı olduğu gibi, her milletin ve devletin de bir düşmanı mutlaka olmuştur. Geçmişi bir savaşlar hikâyesine döndüren çarpışmaların temelinde hep bu düşmanlıklar büyük rol oynamışlardır.
Durup dururken birisine kötülük yapmayı bir meziyet sanan hasta ruhlu insanların, iktidar gücü elde ettiklerinde beyinlerindeki bu düşüncenin “gidip ben şu ülkeye saldırayım” haline dönüştüğü de olmuştur.
Sayıca azınlıkta olmalarına rağmen bu hasta ruhlu kişiler, yüzyıllar boyunca ne yazık ki bütün dünya devletlerine ve insanlarına zarar vermişlerdir. Savaşmak ve bu savaşa karşı durmak için insanlığın bugüne kadar harcadığı emek, para ve zaman, daha mutlu bir hayat için harcanmış olsa, elbette bugün dünya çok farklı bir yerde olabilirdi.
Fakat biliyoruz ki, -dini kaynaklara göre- insan, iyiliği de kötülüğü de yapabilecek tıynette yaratılan ve bu ikisi arasındaki dengeyi sağlayıp, iyilikten yana tavır alması için akılla donatılan, böyle bir imkânı olumsuz yönde kullanması halinde de hesaba çekileceği belirtilen bir yaratıktır. (Bilimsel anlamda insan denilen bu kadar zararlı bir varlığın durup dururken niye meydana geldiğini anlamak herhalde zaten mümkün değil).
İşte insanın kendisini hayvandan ayıran vahşi yönünü törpüleyip, olgun bir anlayışa ve kavrayışa, bu bağlamda da aklın öngördüğü şekilde adaletli bir davranışa sahip olması gerekir. Eğitim ve öğretimin temel amacı da budur.
Tabiatta, içgüdüleriyle hareket eden diğer canlılardan, hak, hukuk, adalet, eşitlik, ihtiyaç, öncelik, merhamet, yardım, acıma, şefkat, sevgi, saygı gibi duygusal özellikler bekleyemeyiz. Bu duygular insana özgü niteliklerdir ve insanı insan yapan özelliklerdir.
Şimdiye kadar bu bağlamda ülkemizin herhangi bir yöresinde yaşanan felâketler, diğer iller ve yörelerde yaşayan insanları yasa boğar, üzüntüye sevkeder ve yardım hislerini galeyana getirirdi. Yaşanan ızdırabın hangi bölgede ve hangi ilde olduğu gibi bir soru ve ayırımcılık kimsenin aklına gelmezdi.
Aynı gün verdiğimiz 24 şehitle, otuz yıldır yaşadığımız terör belâsının en acılı dönemini yaşadığımız bir siyasal ve sosyal travmanın üzerinden çok geçmeden Van-Erciş depremiyle sarsıldık. Vücudun herhangi bir yerinde maydana gelen bir acıyı, beyne bile sormadan şefkatle saran bir el gibi, mihaniki bir hareketle dört koldan deprem bölgesine yardımlar çığ gibi yağarken, çok az da olsa bilerek veya bilmeyerek bir donukluk geçiren, meseleyi muhakeme etmeye çalışan kişiler oldu.
Aynı şekilde “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni tanımamaya, ona karşı bir düşmanlık beslemeye, onun askerini, polisini, öğretmenini, resmi görevlisini mağdur etmeye, hatta yeri geldiğinde öldürmeye yönelik olarak şartlananlar, ülke içinde kendilerine ayrı bir devlet ve ayrı bir millet süsü verenler, uğranılan bu doğal felâket karşısında bile yardımları kendilerince süzgeçten geçirmeye çalışıyorlar.
Yurdumuzun her köşesinden vatandaşların ve her kademede devletin bütün samimiyet ve iyi niyetle gönderdiği yardımlar görmezlikten gelinirken, hatta daha da fecisi yağmalanarak amacından saptırılıp etkisiz ve yararsız hale getirilirken, yandaş kabul edilen belediyelerin nitelik ve nicelik değeri çok da olmayan katkıları abartılarak, şükranla anılmaya ve anlatılmaya çalışılıyor.
Üzülerek belirtmek gerekirse, ayırımcılık ve bölücülük, böyle bir günde bile hâlâ aklını, mantığını, vicdanını, insanca değerlerini kullanmadan, düşünmeden hareket edenler tarafından gündemde tutulmaya çalışılıyor.
Yavrusunu doyurmak için bulduğu yiyecekleri yuvasına götürmeye çalışan bir ceylana acımasızca saldıran vahşi bir hayvan sürüsü gibi, depremden zarar gören yurttaşlara azık taşıyan tırlar, kamyonlar, belki depremin etkisini bile yaşamamış eli bıçaklı haydutlar tarafından daha yolda durdurulup tarumar edilirken, bir taraftan yardım gelmediği propogandası yayılmaya çalışılıyor, bir taraftan iyi niyetle yardıma koşanların samimi duyguları istismar ediliyor, bir taraftan beyinlere ayrılıkçı tohumlar ekiliyor.
“İnsanlıktan nasibini almamış bu kimselere mi yardım edeceğiz?” sorusunu akıllara bir çengel gibi takanların elbette iyi niyet taşımadıklarında kuşku yok. Bu şekilde yaratılan bir kaosun altından nasıl kalkılacağını düşünemeyecek kadar idrak yoksunu olanlara, öncelikle “iyilik” ve “güzellik” duygusunu nasıl aşılayabileceğimizi çok iyi hesap etmek zorundayız.
Zaten bütün mesele bu iki kavramın zihinlere yerleştirilememiş olmasıdır. Her güzelliğe düşman olan, iyiliği içinde barındırmadığı gibi yanında yöresinde bile görmeye tahammül edemeyenlerin insanlığa yapacak bir katkıları da olamaz.
Ne yazık ki, terörü bir nevi doğal hayatın parçası sayabilen anlayışın temelinde bu duygu eksikliği yatmaktadır.
En küçük, en basit ve hatta zararlı kabul edilen bir böceğe bile zarar vermekten müthiş bir rahatsızlık duyan insanla, binbir emekle 20 yaşına kadar yetiştirilmiş büyütülmüş gencecik bir fidanı böcek gibi ezmekten sadistçe bir zevk duyan canlılar arasında yapılan bir savaştayız.
İnsan olarak görevimiz, kolay yolu seçip iyilikten ve yardımdan vazgeçmek değildir. Görevimiz bütün gayretimizle, “insanlık” hasletlerini tanımaya fırsat bulamamış bu kardeşlerimizi eğitmek, onlara bilmedikleri, görmedikleri, duymadıkları güzellikleri öğretmektir.