- Kategori
- Dünya Kadınlar Günü
Ve kadınlar!

Bizim kadınlarımız
Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız yarimiz
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
Ve soframızdaki yeri
Öküzümüzden sonra gelen
Ve dağlara kaçırıp
Uğrunda hapis yattığımız
Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
Ve kara sabana koşulan
Ve ağıllarda
Işıltısında yere saplı bıçakların
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle
Bizim olan kadınlar
Bizim kadınlarımız!...
İşte bizim kadınlarımızı anlatan ve üzerinden neredeyse bir asır geçen Nazım Hikmet’e ait bu dizelerdeki kadınlar zannetmeyin ki geride kaldı. Kırsal kesime çıkıp şöyle bir bakarsanız geçerliliğini bugün hala koruduğunu görürsünüz. Kırsal kesimde hal böyleyken zannetmeyin ki kentli kadın ezilmiyor. Türkiye nüfus fonunun yaptığı bir araştırmaya göre kadınların %80’i hala dayak yiyor. Ve aynı araştırma sonuçlarına göre kadınların %40’ının kendilerine uygulanan bu şiddeti haklı bulduğu ortaya konuyor. İşte asıl sorgulanması ve üstünde kafa yorulması gereken acı tablo bu. Bu demektir ki; Nazım’ın deyimiyle hani şu bizim olan, hani kaçırıp dağlara uğrunda hapis yattığımız, hani anamız, avradımız, yârimiz, her şeyimiz olan kadınlar 21. yüzyılda da dayak yemeye devam edecek hala. Ve yine önce dayak atıp, ardından yatağa atarak hayvan gibi sevişeceğiz onlarla. İncinmiş duygularına ve akan gözyaşlarına aldırmadan. Ve yine öğütler vereceğiz evlendirirken. Kocandır; döverde, severde, kocan seni kapıdan kovsa da bacadan gireceksin diye. Gelinliğinle çıktığın bu eve kefenle dönebilirsin ancak diye. Ardından günler armağan edeceğiz onlara özür dilercesine.
İşte bu günlerden biri de 8 Mart Dünya Çalışan Kadınlar Günü. İnşallah bu günüde amacından saptırılmış diğer günler gibi boş söylemlerle ve sloganlarla harcamaz, yukarda sunduğum ve hiç de hoş olmayan utanç tablosunu değiştirmek adına bir fırsat olarak değerlendiririz.
Burada en önemli görev tabii ki bizzat kadının kendisine düşüyor. Eğer kadın kendi hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp onlara sahip çıkmazsa bu devranda böylece sürer gider. Kendi hak ve özgürlüklerine sahip çıkmanın, çıkabilmenin temelinde ise ekonomik özgürlük yatar. Bu tüm bireyler, hatta toplumlar içinde böyle değimlidir?
Yazıma yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazdığım ve bir kadının dramını anlatan bir hikâyeyle son vereceğim. Olayın kahramanlarının hala içimizde yaşadığını belirttikten sonra.
O Dağların kızıydı. / Adı: Selver'di....Gözlerini denizden, yüreğini dağlardan, ormanlardan, sevgiden dermişti... /O dağların kızıydı / Adı: Selver'di, / Bir namlunun gölgesin de, / Zorla!.../Bekaretini verdi! /Kimseye anlatamazdı, söyleyemezdi./ Anlatsa bile kimse ona inanmazdı! / Yedi ay sonra anladılar! /Önce ağabeyleri, sonra babası;
Allah ne verdiyse...Anlatamadı dinlemediler!..Gözyaşları karıştı yüreğinden akan kana...
Satıldı sonra, babası yaşında adama!/ Karnında 7 aylık bebeğiyle...Babası yaşında beş çocuklu adama!/ Şimdi onun çiftliklerinde köle!
O dağların kızıydı; adı: Selver'di...Umutlarını, hayallerini, yarınlarını...Bir namlunun gölgesinde; zorla!/ O namussuza verdi...Ve bir kere bile göremeden; koklayamadan, saramadan bebeğini...Bir kere bile!..Onu da verdiler yaban ele…O namussuz mu? / Hala yaşıyor köyde./ Utanmadan, yüzü kızarmadan! / Hala yaşatıyorlar onu!/ Bizim köyde!....Selver!se hala köle!/ Beş çocuklu adamın çiftliklerinde...Hayvanlarla eşit muamelede!...