- Kategori
- Gündelik Yaşam
Veee… Blog toplantısı ve hayal kırıklıkları ve güzellikleri…

Blog toplantısına katılan blog yazarlarının büyük çoğunluğu, gözlemlerini dile getirirken, ortak birkaç noktaya değinecekler şüphesiz.
Hanzade Doğan ve Güneri Civaoğlu'na nezaketleri nedeniyle sonsuz teşekkürle başlayıp, Can Dündar başta olmak üzere Çetin Altan, Ece Temelkuran, Fikret Bila, Osman Ulugay, Serpil Yılmaz, Yalvaç Ural, Yaman Törüner ve Yasemin Çongar'a hem okuyucu olarak hem de ailenin bir bireyi olarak -Sayın Hanzade Doğan öyle söylediği için- bu toplantıya katılacaklarını beyan ettiklerini düşündüğüm ve gelmeme gerekçelerini bir telefon ile bildirme gereği görmedikleri için, üzüntülerimden oluşan bir buketle başlamak istiyorum...
Buda nereden mi çıktı?
Bizlere katılıp katılmayacağımızı soran Milliyet Blog yönetim kadrosu, mutlaka yukarıda isimleri geçen yazarlarımız ile kontak kurmuş ve olumlu yanıt almış olacaklar ki, onların isimlerine yaka kartları hazırlamışlardı. Örneğin Abbas Güçlü, Derya Sazak, Doğan Heper, Hasan Pulur, Hurşit Güneş, Melih Aşık, Meral Tamer, Taha Akyol... isimleri'ne düzenlenmiş yaka kartları yoktu.. Demek ki bir yukarıda isimlerini sıraladığımız yazarlarımız "Geleceğiz" demişlerdi.. İşte üzüntüm bundandı öncelikle..
Boncuk Ali ile bahis bile tutuştuk, "gelirler-gelmezler" üzerine. Bahsi kazandım ama Nevizade'ye gitmek bile istemedi canım. Döndük Silivri'mize...Onlardan edineceğimiz çok önemli bilgiler olacaktı gün geceye ilerlerken.. Canları sağolsun ne yapalım..
Sevgili Çiğdem Toraman, yumuşacık sesi ve rahatlatıcı diksiyonu ile yeni oluşumlardan söz ederken, bir kısım blogcu'nun yorgunluk belirtileri kendini göstermiş, bazıları bar taburelerini işgal ederken, bir bölümü salonun dibinde sahne olduğunu düşündüğümüz yükselti üzerine konuşlanmıştı.. Bizler için uğraş veren bir kadronun sesi olan Toraman'ı yakından ve ilgi ile dinleyenler iki buçuk el parmaklarıydı ve ne yazık ki anlatılmak istenenden çok beklentileri ve kırgınlıklarını dile getirildi, mikrofonu eline geçirme şansı olanlar..
Oysa önce blog'un ne olduğunu anlamaları gerekiyordu arkadaşlarımın.. Bir çoğu okurlarsa bu yazıyı alınacaklar şüphesiz ama şunu iyi bilsinler "dost acı söyler" her ne kadar dostluk kavramı konumumuz itibarı ile tartışılır olsa da!
Yaşadığım bir başka hayal kırıklığı ise içeri girerken Blog Yönetimince düşünülmüş olan nezaket göstergesi minik kırmızı çantalar içindeki anlamlı armağanlardan dolayıydı. İçlerinde, birer bloknot ve birer kalem vardı. Orada gerek görenlerin not tutmaları, birbirlerinin adres ve telefonlarını not edebilmeleri ve benzer noktalarda kullanılmak üzere hazırlanmış çantam uçtu.. Oysa gelen tüm konuklara verilmişti görevli arkadaşlarca.. Çıkarken özellikle adını belirterek Can Dündar'ın çantasını bana verir misiniz dediğimde kızcağızın "Salak mıdır nedir?" edasıyla bakarken "Efendim bunlar hepsi aynı" deyişiyle "Sazan... sazan.." diye haykırmamak için zor tuttum kendimi.
Hep olumsuzluklar, hep hayal kırıklıkları mı vardı? Elbette değil.
Alkollü, alkolsüz her türlü içeceğin eksiksiz servisi, catering hizmeti veren şirketin üstün performansı taktire değerdi. Bir araya sahneye fırlamama neden olan ve içimdeki coşkuyu hoplaya zıplaya çevredekilere yayma çabama gerekçe oluşturan "direnen mızıkacılar" tek kelimeyle muhteşemdi. Bir de Roman yapsalardı da Boncuk Ali'yi sahneye alsaydık ya! Melda'nın havası foossss diye sönerdi:)) Şaka bir yana diyaframını kullanamasa da sesini ve mikrafonunu iyi kullanan Melda tek şarkılık bir performans ile bu işi profesyonelce yaptığını kanıtladı. Widney Huston olmak gibi bir niyeti de yok zaten. O Aşk yazarı olma yolunda emin adımlar ile yürüyor.
Sabiha Rana, Oya Tekin yüreklerindeki sevgiyi tatlandırmış olarak dolandılar ellerindeki akide şekeri ve kavrulmuş lokum paketleri ile blogcuları tek tek..
Hüseyin Narin'i cesur yürek editör ilan ettim gönlümde.. Büyük tepki ile karşılacağını bile bile onca bloger arasına girmek yürek işiydi elbet... Güleç yüzüyle herkesin gönlünü almayı bildi. Herkese sabırla geri dönen yazı gerekçelerini bıkmadan anlattı...
Orada söz alıp konuşmak istesem de sıranın bana gelmesini beklemeye tahammül gösteremeyip vedalaştım yolum üzerindeki bloger arkadaşlarımla. Vedalaşamadıklarım haklarını helal etsin... Alabilseydim mikrafonu "HOCAM" diye seslenmeme mahcubiyet tebessümü ile yanıt veren Çiğdem'den; "Bu tanışma toplantısıydı. Demokratikliğinizi gösterme adına uzattığınız mikrafona bireysel beklenti ve sıkıntılardan çok blogun daha işlevsellik kazanmasını sağlayıcı öneriler söylenebilseydi keşke" diyecek ve ekleyecektim "Bunun bir sonrasını düşünüyorsanız eğer, 'Geleceğiz' diyen yazarlarınızı bir bir evlerinden toplayıp, orada hazır bulunmalarını sağlayın. Ardından, onların biz ‘çömez yazarlar'ın, verecekleri önemli derslerden yararlanmamızı sağlayın. Bu işi oturma düzeninde gerçekleştirin ve yeme-içme, eğlenceyi en sona bırakın"
Velhasıl, yazılarından tanıyıp sevdiğim insanların enerjilerini paylaşmak güzeldi.
Bir de Can Dündar gelseydi...