Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

06 Mart '08

 
Kategori
Futbol
 

VIP'ten Fanatiğe Fanatikten VIP'e Şahin Uçurmak

VIP'ten Fanatiğe Fanatikten VIP'e Şahin Uçurmak
 

Fanatik futbol taraftarı için tuttuğu takım ibadet yeri gibi kutsaldır. Takımının kulübü, antrenman ve maç sahaları adeta birer tapınma yerleridir. Din’in ibadet yeri Cami, Kilise ve Havra neyse, fanatik taraftar için de ibadet yerleri; takımının kulübü, antrenman ve maç sahalarıdır. Din, her toplum için en önde gelen toplumsal kurumlardandır, vazgeçilmezdir. Tanrı ile içsel hesaplaşma, inanılan din ile gerçekleştirilir.

Fanatik olmayan futbol taraftarı için ise tuttuğu takım; fanatik olan gibi değildir. Taraftarlığı bir hobidir, sevinçler ve üzüntüler en uç noktalarda yaşanmaz. Ama fanatik taraftar, her şeyi uç noktalarda yaşar. Bu yüzden “taraftarlık” ile “fanatik taraftarlığı” ayırmak lâzımdır. Fanatik taraftar, illa da şiddet gösteren değildir. Şiddet göstermek, sevinçlerin ve üzüntülerin en uç noktalarda yaşanması karşısında gelişen ve önceden tasarlanan veya tasarlanmadan ortaya çıkan “son dua’dır”. Tıpkı cenaze namazındaki son görev gibidir.

-Meftayı nasıl bilirdiniz?

-İyi bilirdik.

-Hakkınızı helâl ettiniz mi?

-Helâl olsun.

-Allah da sizden razı olsun.

Mefta’ya bundan sonra yapılacak bir şey yoktur. Dualarla defnedilir.

Defnedildikten sonra mefta’ya yapılabilecek hiçbir şey olmamasına karşın, fanatik taraftarın yaptığı en “son dua’ya” çok daha fazla şeyler yapılabilir. Ama yine de başarılı olunmaz. Çünkü tüm dünyada bu böyledir. Fanatik taraftarın şiddetine engel olunamaz, ama azaltılabilir. Her ülkede şiddet olmasaydı “fair play” diye bir kavram uluslararası düzeyde ortaya atılmazdı. Önemli olan, şiddeti önleme çalışmalarında “tek doz ilâç” kullanmaktır. Gelişmiş ülkelerde hastalık tamamen iyileşmese de bu “tek doz ilâç” kullanımında başarı sağlanmaktadır. Çünkü ilâç toksik bir maddedir. Fazla dozda alınan ilâç insanı zehirler. Önemli olan yeterli doz alabilmektir. Hastalıktan nasıl kaçılmazsa, hasta olduktan sonra da yeterli doz ilâç kullanmak gerekmektedir. Değilse sağlığa kavuşma olmaz. Fanatik taraftarlık da işte böyle bir şeydir, yani bir tür hastalıktır. Bundan kaçış yoktur. Zaman zaman insanın vücuduna bir girer ki çıkmak bilmez. Bu yüzden iyi teşhis ve teşhise uygun tedavi şarttır. Tedaviye başlamamak veya başlansa bile yanlış ilâç kullanmak hastalığın devam etmesini sağlar. Çabuk iyi olsun diye fazla dozda ilâç kullanmak da insanı öldürür. Ya da aynı tür ilâç, insan vücudunda bağışıklığa neden olur. Her hastalıkta kullanılacak ilâcın hep aynı olması da yanlış bir tedavi yoludur. Tedavinin uzun soluklu olması gerekmektedir. Aksi takdirde hastalık kronikleşir. Ne yapsanız fayda etmez.

Eğitim şarttır ama kısa vadede sonuç alınmaz. Alınması da beklenmemelidir. Sonuç alınması için kısa aralıklarla verilen “spor kardeşliktir, fair play’dir” mesajları fayda sağlamaz. Bu “ulu” sözlerin tutulması için, eylem birliği ve süreklilik şarttır. Değilse, her zaman “genel-geçer” sözler, her zaman “gelip-geçer”.

Taraftarın kendi evinde oynadığı maçlarda, deplasman takımının taraftarı; adeta “yabancı” topraklara gelmiş gibidir. Ev sahibinin “kutsal” toprakları hiçbir zaman yabancıların eline geçmemelidir. Ele geçirilme durumu, deplasman takımının ev sahibi takıma karşı galip geldiği andır ki, işte o zaman “kutsal” topraklar “düşmanın” eline geçmiş demektir. Burçlara bayrak dikilmesi benzetimi, stad ortasına bayrak dikilir veya dikilmeye çalışılır ki, ev sahibi takım için ülke toprakları son bir gayretle düşmanın elinden kurtarılmalıdır. Sanki iki karşı ordunun meydan savaşı sırasında çıkan arbedede kılıçlar çekilmiştir. Araya giren kolluk kuvvetleri çoğu zaman yetersiz kalır.

Taraftarlığa, din gibi, kutsal topraklar gibi bakıldığında iş işten çoktan geçmiştir.

Futboldaki şiddeti “işsiz, güçsüz takımın yaptığı işler” olarak geçiştiren görüş, yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır. Çünkü artık “VIP” tribünü olarak anılmaya başlanan eski “şeref tribünleri”nde de rakiplere uzatılan eller ve kollarla yapılan taciz işaretleri ve küfürler pekâla görülmekte ve duyulmaktadır. O zaman, “işli, güçlü takımın yaptığı işler” de olabilmektedir bu taşkınlıklar.

“VIP” tribünündeki “şerefli insanların” neden böyle bir eylemi gösterebildiklerinin ise tek bir yanıtı vardır: O’nlar da sahip olduklarından memnun değillerdir. Daha da fazla, daha da farklı mutlu olmak istemektedirler.

Eskiden kullanılan bu “şeref” sözcüğü, diğer insanların sanki “şerefsiz” olduğunu hissettirdiğinden midir yoksa İngilizce meramımızı Türkilizce (!...) ile anlatmak istediğimizden midir nedir; “şeref” sözcüğünden vazgeçilmiş, “VIP” (Very Important Person-çok önemli insan) sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır.

Bugünkü Türkiye’mizde, bu “fanatik taraftarlık”, futbolun beşiğindeki İngiltere’den daha masumdur. “Buna da sevinmeliyiz” gibi bir düşünceyi taşımamakla birlikte daha da kötüsünün olmaması için dua etmeliyiz. Çünkü İngiltere’de Türkiye’den çok daha farklı örgütlenmiş ve “vurucu tim” diyebileceğimiz taraftar grupları vardır. Westham United takımının “Inter City Firm” (Sert Şehir Gömücüleri) grubu, Leeds United takımının “Leeds Service Crew” (Dayak Ekibi) grubu vardır. “Adlarında bulunan iki kelime, yani ‘service’ ve ‘crew’ aslında çok betimleyicidir. ‘Crew’ yani ‘grup’ veya argo ‘tayfa’, adı geçen ‘servisi’, yani dövme işlemini yapan kişilerdir. Bu tür grupların asıl özelliği, maçı seyretmek değil, kavga etmektir” (Abanazır, Can., “Sadece Bir Oyun mu?”, Felsefe –Yazın Dergisi, Ocak – Şubat 2006, sayfa:22).

Manchester United takımının “The Red Army” (Kırmızı Askerler) grubu, Chelsea takımının “Anti – Personel Crew” (Personelsavar Ekip) grubu, Manchester City takımının da “Main Line Service Crew” (Ana Yol Dayak Ekibi – Asıl Dayak Ekibi) grubu vardır. Örnekler çoğaltılabilir. Türkiye’mizde buna benzer ekipler yoktur. Genellikle Beşiktaş ve Feriköy mezarlığı çevresinde, Taksim meydanında veya Maçka parkında toplanan gruplar, ülke topraklarını yabancılara karşı korumakla görevli ve gönüllü “fanatik taraftarlar”dır, ama bunları da genellikle güvenlik güçleri joplarla dağıtır. Televizyon görüntülerine sadece döner bıçakları yansır. 1967 yılındaki 40 kişi ölümlü Kayseri – Sivas maçı sayılmazsa, bizim futbol terörü kaybımız azdır. İngiltere ile kıyasladığımızda buna “sevinmeliyiz” gibi bir düşünceyi de asla taşımadığımızı hemen belirtmeliyiz. Çünkü bir “can” bile önemlidir.

Türkiye’mizdeki “fanatik taraftarlık” sonlandırılmak istenmemektedir. Bilhassa, Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki gibi daha da “fanatik” yapılmak istenmektedir. Oralardaki fanatiklik olgusunun çıkış nedenleriyle ülkemizdeki “fanatiklik” nedenleri ayrı ayrıdır. Kültür, din, ekonomi ve sosyal yaşam farklılıkları, neden ve sonuç farklılıkları da yaratmaktadır.

Avrupa’daki “fanatik hastalık” ile, Türkiye’mizdeki “fanatik hastalık” aynı kategoride değildir. Dolayısıyla tedavi yöntemleri de farklıdır. Avrupa’da “fanatik hastalığın” neden ve sonuç ilişkilerinin biliniyor olması ve tedavinin de uygulanıyor olması, aynı tedaviyle ülkemizde de başarı sağlanacağı demek değildir. Her hastaya, ayrı ilâç gerekmektedir. Ortak noktalar vardır, ama özel tedaviye de gereksinim vardır. Ortak noktaların en önemlisi “eğitim”dir. Bu uzun vadeli bir programdır. Özel tedavinin en önemlisi ise “basın” ve “takım yöneticileri”yle olanıdır. Bu kısa vadeli bir programdır. Sonuçlar hemen alınmaz ama önemli aşama kaydedilir. Bunlar:

1. Taraftar yazarlar 3 farklı sonucu kabul edeceklerdir. Galip geldiklerinde nasıl ki hiçbir çevre faktörü gündeme getirilmiyor ve bahane üretilmiyorsa, mağlup olduklarında da hakeminden, federasyonuna, rakip takım yöneticisinden sahadaki rakip taraftarlara kadar bahane üretmeleri gazete ve televizyon ekranlarından yansımayacaktır. Baskı yoluyla değil, ortak bir platformda karar alınacaktır. Yani basın’a en önemli görev düşmektedir. Kışkırtıcı başlıklar ve spekülasyon haberleri, belgeye dayanmayan kurgulama ve hayalî yorumlar yapılmayacaktır.

2. Takım yöneticileri, rakip takım aleyhinde demeç vermeyeceklerdir.

Bu iş bu kadar basittir.

Olur mu acaba? Bu topraklarda yaşarken oksijen alıp karbondioksit veren biri olarak, ayakları yere basmayan bir tedavi mi sundum dersiniz?

VIP’ten fanatiğe, fanatikten VIP’e uçan uçana.

Muzaffer Sarısözen’in bir türküsü vardı:

Kaleden kaleye şahin uçurdum

Ah ilen vah ilen ömrüm geçirdim.

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara