- Kategori
- İnançlar
Washington Anıtı'nın en tepesinde Fatiha Süresi'nın ilk ayeti "Hamd Allah'a mahsustur" yazıyormuş...
Sayın Hilmi Polat'a cevaptır (2)
Sayın Polat'ın "Öz eleştiri ve din gerçeği" başlıklı yazısında, dinlerin peygamberlerce icat edildiklerini yazması üzerine "Hz. Muhammed yalancı olabilir mi?" başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıma cevaban Sn. Polat "Hz. Muhammed yalancı olamaz" başlıklı bir yazı daha yazdı. Bu yazısında, "icat" sözcüğünü sehven kullandığını, yerine "öğreti" demesi gerektiğini, Hz. Muhammed'in insanlara yararlı işler yaptığını, Muhammedül Emin olduğunu, bu nedenle yalancı olamayacağını yazdı. Yazdı ama peşinden de yalancılığı teyit eden bir sürü yeni görüşler ileri sürdü. Bir insana yalancı demek için illa ki "yalancı" sözcüğünü kullanmak gerekmiyor ki!
Sn. Polat'ın yazısının her satırına verilecek cevabımız hazırdır.
Öncelikle beritmeliyim ki; bu dünyada, yalancı sözcüğüyle bir cümlede yan yana gelemiyecek bir kişi varsa, o da Hz. Muhammed'tir. Bu konu dolayısıyla, bu tür cümleleri kullanmak zorunda kaldığım için büyük bir vicdani huzursuzluk duyduğumu belirtmeliyim.
Sn. Polat, başka bir yazısının girişinde, dini konularda uzman kişilerle tartışmaya girecek kadar iddialı olmadığını, bu yazısında da "bilim adamı değilim" dediği halde, hem dini konularda, hem de ilmi konularda, şüpheye yer bırakmayan kesin hükümlerde bulunmuş!
Şimdi de Sn. Polat'ın, anlamakta güçlük çektiğim çelişkilerine değinmek istiyorum;
1- Hz. Muhammed'in Muhammedül Emin olduğunu, yalancı olamayacağını söylüyor ama önceki bir yazısında aynen: "Hz. Muhammed gezdiği yerlerden edindiği bilgilere dayanarak bütün bu kavramları kendi düşünceleri ile harmanlamış, şiirsel bir şekilde ifade ederek Kuranı Kerim'i yaratmış ve hem kendisini peygamber, hem de bu sözleri Allah'ın emirleri olarak inananlarına kabul ettirip yeni bir din kurmuştur. (Gerçekten de yalancı dememiş!)
Bu şekilde Kuranı Kerim: Hz. Muhammed'e vahyedildiği zamanın icaplarına ve meydana gelen olaylara göre; tamamen onun düşüncelerinden kaynaklanmış, muhtelif dinlerden derlenip toparlanmış ve şiirsel ifadelerle söylenmiş öneriler, kurallar ve öğretiler olarak nitelemek mümkündür" (Bu sözlerden benim anladığım; Hz. Muhammed, kendisine inananları kandıran yani yalancı ve diğer dinlerden aşırma yapan "intihal"cıdır!!!)
Sn. Polat bu yazısında da şunları söylüyor:
"Dinler, her devirde yaşayan bir takım üstün yeteneklere sahip insanlar tarafından, o devrin gereksinimlerine göre, insanlara faydalı olmak, onları bir kısım kötülüklerden korumak, iyiye, doğruya yöneltmek ve kendilerine inananlarca yayılan ve genişletilen öğretilerdir"
"12 yaşından 40 yaşına kadar bütün Arabistan'ı gezmiş, hanlarda, kervansaraylarda çeşitli din adamları, hahamlar ve papazlarla haşır neşir ve bilgi sahibi olmuş, üstün yeteneklere ve muthiş bir hafızaya sahip ve dahi, Muhammedül Emin bir insan neden bu vasıflarından yararlanıp, kavmının ve çevresinin insanlarına faydalı olmak için bir şeyler yapma arzusu duymasın ki" (Nasıl olsa insanlar bana güveniyor, şu insanları bir güzel kandırayım mı demiş!)
"Hz. Muhammed büyük dahi. Milyarlarca insanı kendine inandırıp, her gün beş vakit minarelerden ismini okutuyor" (Hem dahi, hem yalancı, hem de "narsist"! Her gün 5 vakit adının duyulmasından büyük haz alıyormuş!)
"İnsanların Cebrail tarafından Hz. Muhammed'e tebliğ edilmiş, Allah'ın kelamı, vahiy dediği, benimse ilham olarak, şiirsel ifadelerle süslenmiş sözler şeklinde nitelediğim Kuranı Kerim her gün, her yerde okunuyor ve insanlara büyük rahatlık, huşu ve huzur veriyor"
"Her yıl milyonlarca insanı hac farızası olarak Hicaz'da toplayıp ülkesine milyarlar kazandırıyor"
Hz. Muhammed'e, insanlara çok yararlı işler yapan, Muhammedül Emin, dahi diyeceksiniz sonra da o insana doğrulukla ve dürüstlükle bağdaşmayan bu ifadeleri kullanacaksınız! Bu açık bir çelişki değil midir?
Sn. Polat, Hz. Muhammed'in diğer dinlerden aşırarak, kendisi uydurarak Kuran'ı yarattığını söylüyor. Önceki yazılarından birinde ve bir yoruma verdiği cevapta buna delil olarak Fatiha süresini gösteriyor. Fatiha süresinde, birinci tekil şahıs zamiri yerine üçüncü tekil şahıs zamiri kullanıldığına göre, bu, Kuran'ın Allah tarafından gönderilmediğinin ispatıdır, diyor. Yeterli dini bilgiye sahip olmadığını itiraf edip, sonra da dini konuda kesin hüküm vermeye kalkınca sonuç bu olur tabii ki...
Hz. Muhammed'e, "üstün yeteneklere ve muthiş bir hafızaya sahip ve dahi, Muhammedül Emin" diyeceksiniz, sonra da "Ben Allah'ın resuluyum, Kuran Allah'ın vahyidir" diyen, Muhammedül Emin bu büyük dahi, birinci tekil zamiri yerine özne olarak üçüncü tekil zamirini kullanarak foyasını ortaya çıkaracak basit ve aptalca bir hata yapacak. Böyle bir çelişki, böyle bir mantık olabilir mi?
Hz. Muhammed ya dahi ve Muhammedül Emin değildir, ya da ortada bir hata yoktur. Tabii ki ortada bir hata yoktur. Allah'ın isimlerinden biri de "Rab"dır. Rab; eğiten, öğreten, terbiye eden anlamlarına gelmektedir. Allah Kuran'da sadece emirleri ve yasakları bildirmemiş, aynı zamanda nasıl dua edileceğini de bildirmiş ve öğretmiştir. Kuran'da Fatiha süresi gibi daha bir sürü dua ayetleri bulunmaktadır.
Bir de Sn. Polat, Fatiha süresindeki kafiyelere dikkat çekerek, Kuran'ın şiirsel yazıldığını, dolayısıyla Allah kelamı olamayacağını ima ediyor. Bu doğrudur; Kuran'da şiirsel uslup, olağanüstü bir anlatım vardır ama bu Kuran'ın bir mucizesidir. Aksi olsaydı yani sıradan bir uslup ve anlatım olsaydı, o zaman inkar daha kolay olmayacak mıydı? O zaman da "Bu, bir insanın eseri" denmeyecek miydi? Kuran'da bir ayette, "bu bir şiirdir" diyerek inkar edenlere "siz de bir emsalini getirin" denilerek meydan okunmaktadır. Gerçekten de her peygamberin bir mucizesi vardır, Hz. Muhammed'in mucizesi de Kuran'dır. Hz. musa döneminde sihirin çok gelişmiş olması sebebiyle, Hz. Musa'nın, asasını yılana dönüştürerek, başta büyük sihirbazlar olmak üzere bütün insanları acze düşürmesi gibi, Arabistan Yarımadasında şiirin çok geliştiği ve revaçta olduğu bir dönemde, Kuran, bir mucize olarak, insanüstü bir uslupta ve anlatımda nazil olarak, şüphe içerisinde olan insanları acze düşürerek iman etmelerinde yardımcı olmuştur. Kuran, insan hakları ve eşitlik konularında getirdiği hükümlerle insanları etkileyerek iman etmelerini sağlarken, Hz Ömer gibi bazıları için de olağanüstü uslupu etkili olmuştur. O Hz. Ömer ki Hz. Muhammed'i öldürmek üzere yola çıkmışken, ondan habersiz müslüman olmuş olan kızkardeşinin evinden gelen Kuran sesleriyle kalbi yumuşamış ve İslam'ı seçmiş, bilahare de Müslümanların ikinci halifesi olmuştur.
Ayrıca; Fatiha Süresi'nin ilk ayetleri Anayasa gibi temel bir hükümden bahsettiği için de zaten böyle olmalıydı:
"Hamd, alemlerin rabbi, rahman ve rahim olup ceza gününün maliki olan Allah Tealaya mahsustur." (*)
İfade "bana aiittir" şeklinde olsaydı eğer, mana nasıl da sübjektifleşecek, gücünü ve etkisini kaybetmiş olacaktı...
Her şeyde bir hayır vardır, denir. Yazımın yayımı uzun süre bekletildi ve sonunda reddedildi. Bu uzun bekleme döneminde, konuyla ilgili ve beni çok etkileyen bir olay yaşadım. Bu bir tesadüf müydü acaba, bilemiyorum;
Star Gazetesi yazarlarından Murat Birsel, Dan Brawn'ın son kitabı olan The Lost Symbol adlı kitabıyla ilgili 26.9.2009 tarihli köşe yazısında aynen şunları yazıyordu:
"Washington Anıtı'nın en tepesinde bir pirinç levha var ve Güneş doğduğunda ışığın şehirde ilk vurduğu nokta işte burada. Her sabah güneşten gelen hüzme önce Washıngton D.C.'nin en yüksek noktasında yazılı o iki kelimeye vurgu yapıyor ve ardından şehrin üzerine doğuyor.
O iki kelime ne sizce?
Kitap yazılana kadar bu kelimeleri ve bu gerçeği bilen çok az insan vardı.
'Lous Deo'
Yani?
Hamd Allah'a (mahsustur)"
Yani, Sn. Polat'ın "Allah'ın sözleri olamaz" dediği Fatiha süresinin ilk ayeti!!!
Sn. Polat, Atatürk, Volta, Edison, Pastor, Madam Curie gibi dahi ve insanlığa yararlı hizmetler yapanlara da peygamber mi diyelim, diye soruyor. Hz. Muhammed kendisi peygamber olduğunu söylemiş, adı geçen dahilerin böyle bir iddiaları yok ki! Burada insanların yakıştırması söz konusu değil ki!
"Atatürk'ün irticayı önleyen inkılapları nedeniyle ona yalancı mı diyelim" ifadesinin anlamını ve konumuzla ilgisini anlamış değilim!
Hac ibadetinin tamamen ekonomik olarak görülüp, Hz. Muhammed adına bir uyanıklık olarak nitelenmesini gerçeklerle bağdaşmayan, maksadı aşan bir yorum olarak görüyorum.
Kabe'yi Hz. Muhammed değil, Hz. İbrahim inşa etmiştir. O zamandan beri de hac ibadeti yapılmaktadır. Hz. Muhammed'in yaptığı, sonradan Kabe'nin içine yerleştirilen ve tapılan putları yıkıp imha etmek olmuştur. Hz. Muhammed İslamiyet döneminde bir kere hac ibadetini yapmıştır. Mekke'nin fethinden sonra eski yurdu Mekke'de durmamış, Medine'ye dönmüştür. Eğer bir ekonomik gelir düşüncesi olsaydı, bunun için Medine'yi tercih etmesi daha mantıklı olmaz mıydı?
Durumları yeterince iyi olmadığı halde, kendilerini zorlayarak bir kere, ya da durumları çok iyi olduğu halde, çevrelerinde bir sürü eğitim, sağlık, geçim yardımına muhtaç insanlar varken defalarca hacca gidilmesini ben de yadırgamış olmakla beraber, aklına vuran bir yemekle Roma'ya, parfüm veya moda giyim için Paris'e, plaj için Miami'ye uçan insanları yadırgamadan, belirli ve mütevazi bir ücretle, bir insan hakkı olan inançları gereği yapılan hac ziyaretlerine gönderme yapılmasını da iyi niyetten uzak bir çifte standart olarak gördüğümü belirtmeliyim.
2- Sn. Polat, bir taraftan dinin uydurma olduğunu söyleyerek ibadetleri temelsiz bırakmasına rağmen, ibadetlerin insanlar için çok yararlı olduğunu, hatta kendisinin her gün gusül abdesti aldığını söylerken diğer taraftan ezana, namaza, camilere, mesçitlere, hacca göndermeler yaparak, neredeyse bunların kaldırılmasını ima etmektedir. Bu, çelişki üstüne çelişki değil midir? O zamanın şartlarına göre yapılan öğretilerin artık günümüz şartlarına uydurulması gerektiğini söylüyor.
Bir de Sn. Polat, gusül abdesti aldığıma göre inançlı olmayışım kınanmamalıdır, diyor! İnanmak ya da inanmamak kişisel bir tercihtir, neden kınansın ki? Ama inanmadan alınan gusül abdestinin neye yaradığını, inanın anlamış değilim! Gusul abdesti, inananlar için bir anlam ifade eder. Dinen pis olan bir inananın, şartlar sebebiyle gusül abdesti alamadığında yaşadığı huzursuzluğu ve abdest aldığında da manen nasıl rahatladığını ve mutlu olduğunu ancak o duyguları yaşayan inanan insanlar bilebilirler.
İbadetlerin temeli dindir. Dinin uydurma olduğunu söylerseniz ortada ibadet diye bir şey kalmaz ki! İnanç olmadan kim, kesintisiz 30 gün boyunca her gün 18 saat oruç tutar, kim 5 vakit abdest alıp namaz kılar, kim binbir zahmetle kazandığı parasına kıyıp zekat verir, kim mahşeri kalabalıkta, Cehennem sıcağında ölümüne hacca gider? İnançlarımızı çağa uyduralım diyor, Sn. Polat! İnançların ve ibadetlerin değiştirilmesi demek, Sn. Polat'ın, dinlerin uydurma olduğu iddiasını kabul etmek anlamına gelir.
İnançlar ve ibadetler dışındaki muamelatla ilgili hükümlerin çağın şartlarına göre yenilenmesinin mahsurlu olduğu kanaatinde değilim.
3- Bana soru olarak yöneltilen, İslam'ın temel hükümlerinden olmayan, geleneklerle ilgili olan, hatta Ramazan davulu gibi, çok sonraları uygulamaya başlanılan adetlerin, dinle ilgili devletin yanlış uygulamalarının tartıştığımız konuyla ilgisinin olduğu kanatinde değilim. O günün toplum ve aile yapısıyla bugünün toplum ve aile yapısı aynı olmadığına göre, yukarıda da belirttiğim gibi, muamelata ilişkin hükümlerin çağın gereklerine göre düzenlenmesi normaldır diye düşünüyorum.
4- Sn. Polat yazısının sonunda, tartışmalara hazır olduğunu belirtiyor ve beni de inançlılara dahil ederseniz çok mutlu olurum, diyor. Sn Polat'ın hem bu isteğini yerine getirmek, hem de yazısında değindiği inançlarla ve dolayısıyla genel anlamıyla dinlerle ilgili görüşlerine cevap vermeyi ve kendi görüşlerimi açıklamayı isterdim ama yazım çok uzadı. İnşallah, bu konuyla ilgili ayrı bir blog yazacağım.
Saygılarımla...
(*) Ömer Nasuhi Bilmen, Kura'anı Kerim'in Türkçe Mealisi ve Tefsiri, Cilt: 1
Sayın Polat'ın "Öz eleştiri ve din gerçeği" başlıklı yazısında, dinlerin peygamberlerce icat edildiklerini yazması üzerine "Hz. Muhammed yalancı olabilir mi?" başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıma cevaban Sn. Polat "Hz. Muhammed yalancı olamaz" başlıklı bir yazı daha yazdı. Bu yazısında, "icat" sözcüğünü sehven kullandığını, yerine "öğreti" demesi gerektiğini, Hz. Muhammed'in insanlara yararlı işler yaptığını, Muhammedül Emin olduğunu, bu nedenle yalancı olamayacağını yazdı. Yazdı ama peşinden de yalancılığı teyit eden bir sürü yeni görüşler ileri sürdü. Bir insana yalancı demek için illa ki "yalancı" sözcüğünü kullanmak gerekmiyor ki!
Sn. Polat'ın yazısının her satırına verilecek cevabımız hazırdır.
Öncelikle beritmeliyim ki; bu dünyada, yalancı sözcüğüyle bir cümlede yan yana gelemiyecek bir kişi varsa, o da Hz. Muhammed'tir. Bu konu dolayısıyla, bu tür cümleleri kullanmak zorunda kaldığım için büyük bir vicdani huzursuzluk duyduğumu belirtmeliyim.
Sn. Polat, başka bir yazısının girişinde, dini konularda uzman kişilerle tartışmaya girecek kadar iddialı olmadığını, bu yazısında da "bilim adamı değilim" dediği halde, hem dini konularda, hem de ilmi konularda, şüpheye yer bırakmayan kesin hükümlerde bulunmuş!
Şimdi de Sn. Polat'ın, anlamakta güçlük çektiğim çelişkilerine değinmek istiyorum;
1- Hz. Muhammed'in Muhammedül Emin olduğunu, yalancı olamayacağını söylüyor ama önceki bir yazısında aynen: "Hz. Muhammed gezdiği yerlerden edindiği bilgilere dayanarak bütün bu kavramları kendi düşünceleri ile harmanlamış, şiirsel bir şekilde ifade ederek Kuranı Kerim'i yaratmış ve hem kendisini peygamber, hem de bu sözleri Allah'ın emirleri olarak inananlarına kabul ettirip yeni bir din kurmuştur. (Gerçekten de yalancı dememiş!)
Bu şekilde Kuranı Kerim: Hz. Muhammed'e vahyedildiği zamanın icaplarına ve meydana gelen olaylara göre; tamamen onun düşüncelerinden kaynaklanmış, muhtelif dinlerden derlenip toparlanmış ve şiirsel ifadelerle söylenmiş öneriler, kurallar ve öğretiler olarak nitelemek mümkündür" (Bu sözlerden benim anladığım; Hz. Muhammed, kendisine inananları kandıran yani yalancı ve diğer dinlerden aşırma yapan "intihal"cıdır!!!)
Sn. Polat bu yazısında da şunları söylüyor:
"Dinler, her devirde yaşayan bir takım üstün yeteneklere sahip insanlar tarafından, o devrin gereksinimlerine göre, insanlara faydalı olmak, onları bir kısım kötülüklerden korumak, iyiye, doğruya yöneltmek ve kendilerine inananlarca yayılan ve genişletilen öğretilerdir"
"12 yaşından 40 yaşına kadar bütün Arabistan'ı gezmiş, hanlarda, kervansaraylarda çeşitli din adamları, hahamlar ve papazlarla haşır neşir ve bilgi sahibi olmuş, üstün yeteneklere ve muthiş bir hafızaya sahip ve dahi, Muhammedül Emin bir insan neden bu vasıflarından yararlanıp, kavmının ve çevresinin insanlarına faydalı olmak için bir şeyler yapma arzusu duymasın ki" (Nasıl olsa insanlar bana güveniyor, şu insanları bir güzel kandırayım mı demiş!)
"Hz. Muhammed büyük dahi. Milyarlarca insanı kendine inandırıp, her gün beş vakit minarelerden ismini okutuyor" (Hem dahi, hem yalancı, hem de "narsist"! Her gün 5 vakit adının duyulmasından büyük haz alıyormuş!)
"İnsanların Cebrail tarafından Hz. Muhammed'e tebliğ edilmiş, Allah'ın kelamı, vahiy dediği, benimse ilham olarak, şiirsel ifadelerle süslenmiş sözler şeklinde nitelediğim Kuranı Kerim her gün, her yerde okunuyor ve insanlara büyük rahatlık, huşu ve huzur veriyor"
"Her yıl milyonlarca insanı hac farızası olarak Hicaz'da toplayıp ülkesine milyarlar kazandırıyor"
Hz. Muhammed'e, insanlara çok yararlı işler yapan, Muhammedül Emin, dahi diyeceksiniz sonra da o insana doğrulukla ve dürüstlükle bağdaşmayan bu ifadeleri kullanacaksınız! Bu açık bir çelişki değil midir?
Sn. Polat, Hz. Muhammed'in diğer dinlerden aşırarak, kendisi uydurarak Kuran'ı yarattığını söylüyor. Önceki yazılarından birinde ve bir yoruma verdiği cevapta buna delil olarak Fatiha süresini gösteriyor. Fatiha süresinde, birinci tekil şahıs zamiri yerine üçüncü tekil şahıs zamiri kullanıldığına göre, bu, Kuran'ın Allah tarafından gönderilmediğinin ispatıdır, diyor. Yeterli dini bilgiye sahip olmadığını itiraf edip, sonra da dini konuda kesin hüküm vermeye kalkınca sonuç bu olur tabii ki...
Hz. Muhammed'e, "üstün yeteneklere ve muthiş bir hafızaya sahip ve dahi, Muhammedül Emin" diyeceksiniz, sonra da "Ben Allah'ın resuluyum, Kuran Allah'ın vahyidir" diyen, Muhammedül Emin bu büyük dahi, birinci tekil zamiri yerine özne olarak üçüncü tekil zamirini kullanarak foyasını ortaya çıkaracak basit ve aptalca bir hata yapacak. Böyle bir çelişki, böyle bir mantık olabilir mi?
Hz. Muhammed ya dahi ve Muhammedül Emin değildir, ya da ortada bir hata yoktur. Tabii ki ortada bir hata yoktur. Allah'ın isimlerinden biri de "Rab"dır. Rab; eğiten, öğreten, terbiye eden anlamlarına gelmektedir. Allah Kuran'da sadece emirleri ve yasakları bildirmemiş, aynı zamanda nasıl dua edileceğini de bildirmiş ve öğretmiştir. Kuran'da Fatiha süresi gibi daha bir sürü dua ayetleri bulunmaktadır.
Bir de Sn. Polat, Fatiha süresindeki kafiyelere dikkat çekerek, Kuran'ın şiirsel yazıldığını, dolayısıyla Allah kelamı olamayacağını ima ediyor. Bu doğrudur; Kuran'da şiirsel uslup, olağanüstü bir anlatım vardır ama bu Kuran'ın bir mucizesidir. Aksi olsaydı yani sıradan bir uslup ve anlatım olsaydı, o zaman inkar daha kolay olmayacak mıydı? O zaman da "Bu, bir insanın eseri" denmeyecek miydi? Kuran'da bir ayette, "bu bir şiirdir" diyerek inkar edenlere "siz de bir emsalini getirin" denilerek meydan okunmaktadır. Gerçekten de her peygamberin bir mucizesi vardır, Hz. Muhammed'in mucizesi de Kuran'dır. Hz. musa döneminde sihirin çok gelişmiş olması sebebiyle, Hz. Musa'nın, asasını yılana dönüştürerek, başta büyük sihirbazlar olmak üzere bütün insanları acze düşürmesi gibi, Arabistan Yarımadasında şiirin çok geliştiği ve revaçta olduğu bir dönemde, Kuran, bir mucize olarak, insanüstü bir uslupta ve anlatımda nazil olarak, şüphe içerisinde olan insanları acze düşürerek iman etmelerinde yardımcı olmuştur. Kuran, insan hakları ve eşitlik konularında getirdiği hükümlerle insanları etkileyerek iman etmelerini sağlarken, Hz Ömer gibi bazıları için de olağanüstü uslupu etkili olmuştur. O Hz. Ömer ki Hz. Muhammed'i öldürmek üzere yola çıkmışken, ondan habersiz müslüman olmuş olan kızkardeşinin evinden gelen Kuran sesleriyle kalbi yumuşamış ve İslam'ı seçmiş, bilahare de Müslümanların ikinci halifesi olmuştur.
Ayrıca; Fatiha Süresi'nin ilk ayetleri Anayasa gibi temel bir hükümden bahsettiği için de zaten böyle olmalıydı:
"Hamd, alemlerin rabbi, rahman ve rahim olup ceza gününün maliki olan Allah Tealaya mahsustur." (*)
İfade "bana aiittir" şeklinde olsaydı eğer, mana nasıl da sübjektifleşecek, gücünü ve etkisini kaybetmiş olacaktı...
Her şeyde bir hayır vardır, denir. Yazımın yayımı uzun süre bekletildi ve sonunda reddedildi. Bu uzun bekleme döneminde, konuyla ilgili ve beni çok etkileyen bir olay yaşadım. Bu bir tesadüf müydü acaba, bilemiyorum;
Star Gazetesi yazarlarından Murat Birsel, Dan Brawn'ın son kitabı olan The Lost Symbol adlı kitabıyla ilgili 26.9.2009 tarihli köşe yazısında aynen şunları yazıyordu:
"Washington Anıtı'nın en tepesinde bir pirinç levha var ve Güneş doğduğunda ışığın şehirde ilk vurduğu nokta işte burada. Her sabah güneşten gelen hüzme önce Washıngton D.C.'nin en yüksek noktasında yazılı o iki kelimeye vurgu yapıyor ve ardından şehrin üzerine doğuyor.
O iki kelime ne sizce?
Kitap yazılana kadar bu kelimeleri ve bu gerçeği bilen çok az insan vardı.
'Lous Deo'
Yani?
Hamd Allah'a (mahsustur)"
Yani, Sn. Polat'ın "Allah'ın sözleri olamaz" dediği Fatiha süresinin ilk ayeti!!!
Sn. Polat, Atatürk, Volta, Edison, Pastor, Madam Curie gibi dahi ve insanlığa yararlı hizmetler yapanlara da peygamber mi diyelim, diye soruyor. Hz. Muhammed kendisi peygamber olduğunu söylemiş, adı geçen dahilerin böyle bir iddiaları yok ki! Burada insanların yakıştırması söz konusu değil ki!
"Atatürk'ün irticayı önleyen inkılapları nedeniyle ona yalancı mı diyelim" ifadesinin anlamını ve konumuzla ilgisini anlamış değilim!
Hac ibadetinin tamamen ekonomik olarak görülüp, Hz. Muhammed adına bir uyanıklık olarak nitelenmesini gerçeklerle bağdaşmayan, maksadı aşan bir yorum olarak görüyorum.
Kabe'yi Hz. Muhammed değil, Hz. İbrahim inşa etmiştir. O zamandan beri de hac ibadeti yapılmaktadır. Hz. Muhammed'in yaptığı, sonradan Kabe'nin içine yerleştirilen ve tapılan putları yıkıp imha etmek olmuştur. Hz. Muhammed İslamiyet döneminde bir kere hac ibadetini yapmıştır. Mekke'nin fethinden sonra eski yurdu Mekke'de durmamış, Medine'ye dönmüştür. Eğer bir ekonomik gelir düşüncesi olsaydı, bunun için Medine'yi tercih etmesi daha mantıklı olmaz mıydı?
Durumları yeterince iyi olmadığı halde, kendilerini zorlayarak bir kere, ya da durumları çok iyi olduğu halde, çevrelerinde bir sürü eğitim, sağlık, geçim yardımına muhtaç insanlar varken defalarca hacca gidilmesini ben de yadırgamış olmakla beraber, aklına vuran bir yemekle Roma'ya, parfüm veya moda giyim için Paris'e, plaj için Miami'ye uçan insanları yadırgamadan, belirli ve mütevazi bir ücretle, bir insan hakkı olan inançları gereği yapılan hac ziyaretlerine gönderme yapılmasını da iyi niyetten uzak bir çifte standart olarak gördüğümü belirtmeliyim.
2- Sn. Polat, bir taraftan dinin uydurma olduğunu söyleyerek ibadetleri temelsiz bırakmasına rağmen, ibadetlerin insanlar için çok yararlı olduğunu, hatta kendisinin her gün gusül abdesti aldığını söylerken diğer taraftan ezana, namaza, camilere, mesçitlere, hacca göndermeler yaparak, neredeyse bunların kaldırılmasını ima etmektedir. Bu, çelişki üstüne çelişki değil midir? O zamanın şartlarına göre yapılan öğretilerin artık günümüz şartlarına uydurulması gerektiğini söylüyor.
Bir de Sn. Polat, gusül abdesti aldığıma göre inançlı olmayışım kınanmamalıdır, diyor! İnanmak ya da inanmamak kişisel bir tercihtir, neden kınansın ki? Ama inanmadan alınan gusül abdestinin neye yaradığını, inanın anlamış değilim! Gusul abdesti, inananlar için bir anlam ifade eder. Dinen pis olan bir inananın, şartlar sebebiyle gusül abdesti alamadığında yaşadığı huzursuzluğu ve abdest aldığında da manen nasıl rahatladığını ve mutlu olduğunu ancak o duyguları yaşayan inanan insanlar bilebilirler.
İbadetlerin temeli dindir. Dinin uydurma olduğunu söylerseniz ortada ibadet diye bir şey kalmaz ki! İnanç olmadan kim, kesintisiz 30 gün boyunca her gün 18 saat oruç tutar, kim 5 vakit abdest alıp namaz kılar, kim binbir zahmetle kazandığı parasına kıyıp zekat verir, kim mahşeri kalabalıkta, Cehennem sıcağında ölümüne hacca gider? İnançlarımızı çağa uyduralım diyor, Sn. Polat! İnançların ve ibadetlerin değiştirilmesi demek, Sn. Polat'ın, dinlerin uydurma olduğu iddiasını kabul etmek anlamına gelir.
İnançlar ve ibadetler dışındaki muamelatla ilgili hükümlerin çağın şartlarına göre yenilenmesinin mahsurlu olduğu kanaatinde değilim.
3- Bana soru olarak yöneltilen, İslam'ın temel hükümlerinden olmayan, geleneklerle ilgili olan, hatta Ramazan davulu gibi, çok sonraları uygulamaya başlanılan adetlerin, dinle ilgili devletin yanlış uygulamalarının tartıştığımız konuyla ilgisinin olduğu kanatinde değilim. O günün toplum ve aile yapısıyla bugünün toplum ve aile yapısı aynı olmadığına göre, yukarıda da belirttiğim gibi, muamelata ilişkin hükümlerin çağın gereklerine göre düzenlenmesi normaldır diye düşünüyorum.
4- Sn. Polat yazısının sonunda, tartışmalara hazır olduğunu belirtiyor ve beni de inançlılara dahil ederseniz çok mutlu olurum, diyor. Sn Polat'ın hem bu isteğini yerine getirmek, hem de yazısında değindiği inançlarla ve dolayısıyla genel anlamıyla dinlerle ilgili görüşlerine cevap vermeyi ve kendi görüşlerimi açıklamayı isterdim ama yazım çok uzadı. İnşallah, bu konuyla ilgili ayrı bir blog yazacağım.
Saygılarımla...
(*) Ömer Nasuhi Bilmen, Kura'anı Kerim'in Türkçe Mealisi ve Tefsiri, Cilt: 1