Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaşam, babaevinde küçük pembe bir odadır...

Yaşam, babaevinde küçük pembe bir odadır...
 

Şarkılar söylerken bulduk kendimizi... Sözleri henüz olmayan, belki de hiç olmayacak, o anda bestelediğimiz şarkılar. Yüzlerimizde kimi zaman kahkalara dönüşen gülücükler vardı. Bu gönülden çıkan şarkılar eşliğinde dans ediyor ve gülüyorduk; kardeşim annemin ortaokuldan kalma mandolinini çalıyor, annemle ben de şarkı söylüyor, el ele dans ediyorduk...

Tüm bunların arasında, birbirimizin yüzlerinde uzun zamandır hasret kaldığımız mutluluğu, rahatlığı ve huzuru arıyor; bulduğumuzu görüp daha bir kenetleniyorduk.

Babam ‘erkek adam’, adı üstünde ‘baba’ dans etmiyor, şarkı söylemiyordu; ama sevgi ve ilgi dolu bakışlarıyla, güzel sözleriyle bize eşlik ediyordu. Gözlerini tek tek yüzlerimizdeki sevgi ve mutlulukta gezdirdikten sonra, ‘Ne güzel bir aileyiz biz böyle’ diyor, ‘Ya aynı anda ağlıyoruz, ya da hep beraber gülüyoruz. Ne güzel bir aileyiz’.

Kardeşim de ben de anne-babamızın yanında yaşamıyoruz senelerdir. Kardeşim başka bir şehirde, ben burada ama başka bir evde. Uzun zamandır ilk kez dördümüz bir aradaydık. Belki de herbirimize, ne olursa olsun ayrılmamalıydık, büyümemeliydik dedirten bir zaman tutamıydı bu gece...

Çocukluğumu, ilk gençliğimi geçirdiğim küçük pembe odaya girmek bile kendimi iyi, genç; dolu bir çocukluk ve gençlik geçirmiş biri gibi huzurlu hissettiriyordu. Geçmişim vardı o odada. Şimdilerde görüşmesem bile eskiden çok sevmiş olduğum insanların silinmeyecek izleri vardı; başarılarımın, mutluluklarımın, üzüntülerimin, umutlarımın, sevgilerimin, eski ben’in izleri...

Bir zamanlar pek sıkı fıkı olduğum bir arkadaşımın ilkokulda aldığı küçük bir biblo, çizdiğim bir kuş resmi; kırmızı beyaz-puanlı bir etek girdiğim, yüzüme bir tutam saçın düştüğü kırmızı dudaklı bir çocukluk fotoğrafı... Seneler öncesinde yazılmış ‘Aa, böyle günler de yaşanmış mıydı?’ dedirten bir yığın anıyı canlandıran, eski beni ortaya döken günlükler...

Üzüntüden nefes alamadığım, umutlarımın yitik düştüğü zamanları, neşeyle ve umutla dolduğum isteklerimi yerine getirmekte kararlı olduğum güçlü dönemler izliyordu. Demek ki, Coelho’nun dediği gibi ‘En karanlık an şafak sökmeden önceki andı'. Yani hiçbir şey aynı kalmıyordu bu dünyada ve yaşam yanıtı olmayan bir bilmece gibiydi. Zor zamanlar, iyi zamanlara gebeydi ve biz her seferinde kimi zaman çok zorlansak da ayağa kalkıyor, yürümeye devam ediyorduk.

Küçük pembe bir oda tüm bunları bana göstermeye yetebiliyordu. Kar gibi beyaz perdelerin geniş pencereyi süslediği bu küçük pembe oda gibiydik biz, yaşam böyleydi. Bu pencere bir zamanlar apaçık bir gökyüzüne ve bordo ağaçlara bakardı. Genişti ufku umutları gibi; gözleri açıktı, daha rahat görüyordu eskiden. Yaşlanınca pencere, tam önüne koca bir bina diktiler ve ağaçların, gökyüzünün yerine tüm görebildiği çirkin bir duvar oldu. Bordo ağaçları kestiler. Gökyüzünü görebilmek ise ancak kalın duvarın arkasını görmeye çalışmak gerek ve ancak engellere direnenler, gökyüzüne odaklananlar görebilecek yaşamı. Diğerleri ise, koca çirkin bir duvar görecek bütün bir ömür...

Gözlerini her şeye rağmen gökyüzüne dikmiş olanlara sevgiyle...

Blog illüstrasyon: Colleen af Venable

 
Toplam blog
: 132
: 3374
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Odtü mezunu; edebiyat ve sinema düşkünü biriyim. AFSAD’ta fotoğraf, Sinematek’te film yapımı üzer..