- Kategori
- Genel Sağlık
Yaşanmış bir kalp krizinin hikayesi... (IV.BÖLÜM)

Yoğun bir hareketlilik, koşuşturma, yüksek sesli ve kısa talimatlar, al, ver, getir, çek, yap, götür, bastır, yavaş, yeter, acele et, döndür, şimdi vs. vs. vs...
Ağzımdaki cihazın yerini oksijen maskesi alıyor, üç, beş, on derken homurtuyla soluk alan zayıf fakat yaşama isteği ile dolu soğuk bir vücut, vücut içinde hapis kalmış bir ruh son olduğunu bildiği şansını kullanıyor, dönüş yolunu bulmuş ve rehper ieşliğinde ilk adımları atmış olmanın verdiği özgüven ile şimdi daha güçlü, daha hırslı ve daha kararlı…
İlkin soğuma çekiliyor boynumdan aşağı, omuzlarım, kollarım, belim, dizlerim derken ayak parmak uçlarıma kadar, sanki üzerimden buz gibi bir örtü alınmışçasına… Sonra yerini karıncalanma alıyor yaşaş yavaş, vücudumun her miliminde. Sanki soğuktan donmuş da tekrar ısınıyor gibi… Ama sorun değil benim için, her yerimde karıncalar dans etse de artık benim bir vücudum var, bıraktığım yerde beni bekliyor…
Gözlerimi her yöne çevirebiliyorum ve istediğim yere bakabiliyorum, odaklanabiliyorum, odadakilerin bana bakışlarını görüyorum. Onları gördüğümü gördüklerini ve bana kaçamak gülücüklerle tebessüm ettiklerini görüyorum…
Sonra karıncalanma yok oluyor boynumdan aşağı doğru. Omuzlarım, kollarım derken bir örtü daha alınıyor üzerimden yavaş yavaş. Karıncalı örtünün alınması, soğuk örtünün alınmasından daha uzun sürüyor. Artık kalbimdeki titremeyi, göğsümdeki sızlamayı hissetmiyorum, rahat nefes alıyorum, ciğerlerimi hava ile doldurmanın dayanılmaz tadına varıyorum.
Odanın genç hemşirelerinden biri gamzeli yanağının üzerinden bir göz kırpması atıyor bana, başucumda birbaşka hemşire terimi siliyor, gözlerimin içine gülen gözlerle bakarken kafasını iki yana sallıyor ve kısık sesle neşeli bir şarkı mırıldanıyor, duyduğum en güzel şarkı bu…
Sağ yanımda duran Dr.Ignatof üzerime eğiliyor. Terli, esmer ve yıpranmamış yüzündeki keskin bakışlı koyu yeşil gözlerini kısarak tebessüm edercesine bakıyor, gözgöze geliyoruz. Baş parmağı anlıma gelecek şekilde sol elini başıma koyuyor ve durumu iki kelime ile özetliyor ; “Hoşgeldiniz Bayım”.
Tarif edilemez bir yorgunluk var üzerimde, sadece gözlerimi ve çok biraz da el parmaklarımı kımıldatabiliyorum. Yoğun bakım ünitesine taşımak üzere tekerlekli bir yatağa aktarıyorlar beni, kısa süre sonra yatağımı yoğun bakıma park ediyorlar. Orada artan bir tempo ile tekrar bir çarpıntı daha başlıyor, yine küçük bir kargaşa fakat kısa sürüyor, her şey normale dönüyor….
Doktorun talimatı üzerine elinde yatıştırıcı iğne ile gelen hemşireyi geri çevirmemiş olan Dostum Maksimov, kuytu bir köşede ayakta duruyor. Yüzünde yorgun bir ifade ile omuzları düşmüş, ifadesiz bakışlarla bana bakıyor. Sanki biraz yaşlanmış gibi…
Baş hemşire herkezi teker teker odadan çıkartıyor, son birkaç kontrol, nabız, ardından yatağımın başucunda asılı duran birkaç serum torbasına bakarken uyuya kalıyorum.
24 saat sonra gözlerimi açtığımda eski bir binanın yüksek tavanlı bir odasındayım. Tam karşımdaki pencere sonuna kadar açık, içeriye çam kokusu, çiçek kokusu ve bülbül sesleri akıyor. Gözle görülebilir çevrede kimse yok, önce gözüm yattığım karyolanın ayak ucunda duran İsa’nın çarmıha gerilmiş heykeline takılıyor. Sonra heykelin iki yanında kafaları öne eğilmiş iki yaşlı kadın olduğunu fark ediyorum, tedirgin oluyorum. Görebildiğim kadarı ile ikisinin de yaşı seksenlerin çok üzerinde. İkisi de birer kollarını karyolamın ayak ucuna koymuş ve kafalarını da uyurcasına kollarına yaslamış yere bakıyorlar mırıl mırıl mırıldanıyorlar. Uğuşmuş kalçalarımı ve sırtımı hafifçe hareket ettirmeye çalışırken bir tanesi hızla kafasını kaldırıyor, göz yuvalarının içlerine gömülmüş iri mavi gözleri ile bana bakıyor!..
Dördüncü bölümün sonu…