Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

16 Ekim '16

 
Kategori
Öykü
 

Yaşanmış iki namus hikâyesi

Yaşanmış iki namus hikâyesi
 

Adamlardan biri "heeey, utanmıyor musun? Bayanı niye sıkıştırıyorsun?" diye bağırdı.


ARIZALI RADAR

Beş – altı yıl öncesiydi. O şehirde, bugün için toplu taşımayı biraz olsun rahatlatan, hareket saatleri belli olan ve belediye eliyle resmi olarak işletilen otobüslerin henüz devreye girmemişti.

İnsanlar şimdi de çoğu vakit olduğu gibi tıklım tıklım gidip gelen özel halk otobüsleriyle ve minibüslerle taşınıyordu bir yerden diğerine.

Eski minibüslerin bir kısmının içine ayakta duranların tutunmaları için aracın orijinalinde olmayan tutunma yerleri eklenmişti. Kimilerine o da yapılmamıştı. Ayakta seyahat eden yolcular karşılarındaki yolcu koltuğunun üst tarafına ya da kenarına tutunmak zorunda kalıyorlardı.

Özellikle sabah ve akşam saatlerinde ciddi yoğunluklar yaşandığı için üniversiteye gitmek de,  oradan şehir merkezine dönmek de sıkıntılıydı. Taşıma işini yüklenmiş olan özel halk otobüsleri ve minibüsler özellikle belli saatlerde yetersiz kalıyorlardı. Araçlar genellikle her iki son duraktan bütün koltukları doldurduktan sonra hareket ediyorlardı, ya da bir iki durak sonra koltuklar doluyordu. Öyle olunca yol boyunca bekleyenler için ayakta yolculuktan başka seçenek kalmıyordu.

Yılda bir iki kez göstermelik yapılan ve hiç biri bir ayı geçmeyen cezalı trafik denetim zamanları dışında yolcu sayısında bir sınırlama yoktu. Bazen araçlar nefes alınamayacak kadar dolu oluyordu.

Öğrenci okula yetişme, araç sahibi daha çok kazanma derdindeydi.

O günlerin birinde ağzına kadar dolu bir minibüs şehirdeki son durağına yaklaşırken içindeki adamlardan biri “heeey, utanmıyor musun? Bayanı niye sıkıştırıyorsun?” diye bağırdı.

Bir anda araçtaki herkes önce bağıran kişiye, sonra da onun bağırmakta olduğu tarafa baktı.

Kapının ağzına yakın bir yerde duran yaşını başını almış bir başka yolcu önce bir sağına soluna bakıp bağıran yolcunun muhatabını aradı. Ancak o kişinin bizzat  kendisi olduğunu anlaması da çok sürmedi.

Durumu tam olarak kavradıktan sonra bağıran şahsa dönüp “bana mı diyorsun” diye sordu.

Aldığı yanıt kesin ve nettir. “Evet, sana diyorum başka kime diyeceğim, neden kızcağızı sıkıştırıp duruyorsun?”

Adam çileden çıkmıştır; “sen ne diyorsun ulan terbiyesiz, nereden çıkartıyorsun durup dururken böyle bir şey” diye bağırdı.

“Ben gördüm” dedi beriki yüksek ses tonunu koruyarak ve yüksek bir özgüvenle; “bayanı sıkıştırıp duruyorsun.”

Bu kez itham edilen adam şaşkın bir halde karşısındaki kızın omuzuna dokunarak “kızım bakar mısın bu adam seni taciz ettiğimi söylüyor; araçtaki bu insanlar da haklı olarak durumu öğrenmek istiyor, bu işi en iyi sen bilirsin, konuşsana” diye uyardı.

Kız da şaşkın bir halde kem küm etti. Belli ki beklenmedik bir anda gelen bu itham onu da şaşkına çevirmişti.

Adam ithamcıya dönüp yüksek sesle “kız burada işte adi herif, kıza sorsana, işin aslını öğrensene önce” diyerek üzerine atılı suçun gerçek olmadığını ifade etmeye çalıştı. Ardından yeniden kıza dönüp konuşmasını istedi. Biraz da sertleşerek adamın iddia ettiği gibi bir durumun olup olmadığını açıklamasını söyledi. Başörtülü öğrenci kız bu ciddi uyarı üzerine sesini biraz daha yükselterek itham sahibi adama dönüp “öyle bir şey yok beyefendi, nereden uyduruyorsunuz” dedi.

İthamcı kızın o sözü üzerine başını önüne eğip sustu. Diğer yolcuların bir kısmı kızın dediğine inanıp yüzünü çevirmişti ama hala inanmayanlar da belli ki vardı.

O esnada minibüs de durağa yanaşmıştı. Kapıdan kendini dışarı atabilenler sırayla çıkıp kalabalığa karışıyorlardı. Tacizle suçlanan adam indiğinde, ithamcının hızlı adımlarla çoktan inip uzaklaşmış olduğunu gördü.

Herkes yoluna gitti ama o adam yaşadığı olayın şokuyla bir süre daha kendisine gelemedi. Aklına her şey gelirdi de birgün böyle bir ithamla karşı karşıya kalacağı gelmezdi. 

Gerçekten öyle bir şey yapmadığı gibi kalabalıkta karşısında duran bu kıza rahatsızlık vermemek için biraz zorlayarak kendini geriye doğru bir yerde tutmuştu.

Bu satırların yazarı da onun canlı tanığıydı.

Görünen o ki, sorunlu, sıkıntılı, yetersiz toplu taşımacılık yapıldığı sürece bu sorunların her yerde ve her zaman var olacak.

Ve neyse ki, artık o şehirde hareket saatleri belli, taşımacılığı biraz olsun rahatlatan belediye tarafından işletilen resmi toplu taşıma otobüsleri de devreye girmiş durumda. Sorun çözülmüş diyemesek de bir nebze rahatlamış demek mümkün.

*     *    *

EMANET

Mehmet Bey dürüst, çalışkan, efendi, sorumluluk sahibi bir eğitimcidir. Dindar ve namus konusunda da oldukça hassas biridir.

Yeni eğitim döneminde okula kayıt yaptıran kızlardan birinin babası memleketten getirdiği bir dost selamıyla kayıt esnasında yanına gelmiş, tanışmış, çayını içmiştir.

Ayrılacakları zaman da “hocam, bundan böyle ben buralarda olmayacağım; kızım önce Allah’a sonra size emanet” deyince de biraz yutkunarak da olsa kendisi için zor sayılabilecek bu görevi kabul etmiştir.

Okul başlar, günler su gibi akar.

Mehmet Bey kız öğrenciyi yanına çağırmakta, bir ihtiyacının bir sıkıntısının olup olmadığını da sormaktadır. Onunla da yetinmeyip duruma göre kızın öğrenci arkadaşları aracılığıyla da verdiği sözü en iyi bir şekilde yerine getirmek için ne gerekiyorsa yapmaktadır.

Günün birinde kızın bir erkek arkadaş edindiğini işitince rahatsız olur.

Kızı yanına çağırıp konuşur. Kız da kabul eder. “Evet, bir erkek arkadaşım var ve biz ciddi düşünüyoruz” der.

Mehmet Bey de bunun doğru bir davranış olmadığını, babasının onu kendisine emanet ettiğini, bu işe son vermesinin iyi olacağını söylese de kız kabul etmez.

Yaşadığı bu olay, kızın kararlı tavrı iki gün boyunca Mehmet Bey’i ciddi şekilde rahatsız eder. Geceleri uykusunu kaçırır. Kendisine yüklenen sorumluluğun gereğini yapamadığı kaygısı yaşamaktadır.

Üçüncü gün tekrar çağırır kızı. Bunun yanlış olduğunu, devam etmemesini; aksi takdirde babasına bilgi vermek zorunda kalacağını söyleyince kız bir iki başını sallar, çıkıp gider.

Mehmet Bey yaşamı boyunca dürüst olmuş, kimseye yanlış ve haksızlık yapmamış, üstlendiği bütün sorumlulukları en iyi bir şekilde yerine getirmiş biri olarak buna üzülür.

Bir sonraki gün, sabah vakti kızın babasına telefon açarken de üstlendiği görevi yapamadığını düşünmekte, mahcubiyet duymaktadır.

Hal hatır faslından sonra kızın babasına “beyefendi, kusura bakmayın. Maalesef bana yüklediğiniz sorumluluk gereği bir şeyi bildirmek durumundayım” der ve kızının bir erkek arkadaşla gezdiğini, tüm çabalarına ve uyarılarına rağmen bunun önüne geçemediğini bildirir.

Karşıdaki baba da biraz sesini yükselterek “Mehmet Bey kardeşim” der. “Sanırım siz beni yanlış anlamışsınız. Ben size kızımın seçtiği erkek arkadaşa karışma yetkisi vermedim. Benim kızım yetişkin bir insan, kendi sorumluluğunu bilir. Kiminle isterse gezer, tozar. Ben sadece bir sorun yaşarsa yardımcı olmanızı rica ettim.”

Mehmet Bey bir anda tüm o yaşadığı huzursuzlukların, gerginliklerin, sorumluluk baskısının anlamsız ve gereksiz olduğunu anlar. Derin bir nefes alır ve “anladım beyefendi, çok teşekkür ederim, beni aydınlattığınız için. Yalnız sizden ricam, bu andan itibaren bana yüklediğiniz kızınızla ilgili hiçbir sorumluluğu kabul etmediğimi bilmenizi isterim. Kızınız aklı başında yetişkin biri, yalnız da değil; yani ortada benim yapabileceğim bir şey de yok zaten.”

Telefonu kapattığında gerçek bir huzur ve mutluluk duygusuyla kendisine bir çay söyler, işine döner.

16.10.2016

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara