Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

11 Mayıs '09

 
Kategori
Futbol
 

Yaşasın Futbol!

Yaşasın Futbol!
 

Sayın çok bilmiş futbol yazarları, bilin bakalım bu ayaklar kime ait?:))


Benim gibi futboldan nefret eden biri bu başlığı atar mı sizce? Atmaz. Atmamalı!

Futbolla ilgili ilk ve son yazım olması dileğimle, sebeplerimi açıklıyorum. (Mikrofonlar hazır sanırım.)

Efendim, bu civarlarda herkesler futboldan anlıyor. Bir tek ben süzme yoğurt kıvamında bel bel bakıyorum. Hani cahil cesaretiyle bir katkımız olsun futbol camiasına diye yazayım bari dedim. Şaka şaka. Nedenini birazdan açıklayacağım.

İlkin, "Nasıl Galatasaraylı oldum" oradan başlayayım anlatmaya.

İlkokul beşinci sınıftaydım.

Bizim köyü, köy olmaktan çıkarıp kasaba yapmaya karar vermişti birileri ve kasabamıza bir jandarma ast subayı atamışlardı. İşte yeni atanan bu ailenin bir de kızları vardı, Sibel. O da beşinci sınıf olunca, bizim sınıfın çiçeği oluverdi bir anda. Amanın ne güzel elleri vardı. Hiç toprak yüzü görmemiş, çamurla tanışmamış, çatlamamış, pamuk gibi bembeyaz. Ne zaman Cahit Külebi’nin “senin ellerin beyaz, dudakların pembe” şiirini okusam Sibel aklıma gelir, işte o kadar beyazdı.

Tabii şehirden gelmişlerdi. Dili güzel, anlatımı akıcıydı ayrıca çok da sevimli ve sempatikti. Sevdik onu. Zaten köy çocuğu dışlamak nedir bilmez ki.

Bir gün yakan top oynarken, Sibel;

“Emine, sen hangi takımı tutuyorsun?” diye sordu.

“O ne?”

Zavallı ben(!) Ne bileyim, hiç duymamıştım ki!

Kızcağız şöyle bir düşündü, ama ne olduğunu açıklayamadı. Sanırım, böyle bir soruyu hiç beklemiyordu. Sonra;

“Ben Galatasaraylıyım” dedi gururla. Düşündüm, herhalde iyi bir şey olsa gerek dedim.

“Tamam, bundan böyle ben de Galatasaraylıyım” dedim. Kanka olmuştuk artık, ama henüz “kanka” sözcüğü icat edilmemişti o yıllarda. (Yaşlanmış mıyım ne?)

O akşam eve geldim. Babam köyümüze (pardon kasabamıza) yeni gelmiş ama bir türlü rayına oturamadığı için ha bire kesilip duran elektriklerin patlattığı ampulü değiştirmekle meşguldü.

Bu takım işini, bilse bilse babam bilir diye ona sormaya karar verdim:

“Baba, sen hangi takımı tutuyorsun?”

“Ben anlamam öyle şeylerden!”

‘Vay be!’ dedim kendi kendime. Babam bile anlamıyorsa, muhakkak mühim bir şey bu iş. Sonra Sibel’in bana, kendisinin Galatasaraylı olduğunu söylerken takındığı o mağrur tavrı takınıp;

“Ben Galatasaraylıyım” dedim. Babamın cevabı;

“İyi” oldu. Çünkü hala ampulle uğraşıyordu.

Ve ben artık bir Galatasaraylıydım. Ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmesem de Galatasaraylı olmak bir farklılıktı(!) Ne de olsa Sibel’in takımıydı ve Sibel benim canım arkadaşımdı. İleride onula, sivrisinek sokmalarından kaşınmayla oluşan yara kabuklarını kaldırıp kan kardeş bilem olduk(!)

(Nasıl gidiyor okuma işi, sıkılmaya başladınız mı? "Canlı futbol anlatımı" diye bir şey var ya, bu da onun gibi işte, "canlı okurla sohbet" (!) )

Sonradan öğrendim tabii, hakikaten Galatasaraylı olmanın akıllılık olduğunu!

Her ne kadar asla takım oyuncularını bilemesem de, şampiyonluklarında ben de sevindim, coştum. Hele işin içine Avrupa şampiyonlukları filan girince değmeyin keyfime oldu.

Bununla birlikte hayatım boyunca doksan dakika futbol maçı izlemişliğim ya ikidir ya da üç. Asla dört değil. Onlar da zorlamadır. “Öf”, “Puf” ederek ve “yahu sonucu öğrensek olmaz mıydı” diye mızıldanarak.

Sıra geldi, son futbol macerama:

Şu son derbi maçını biliyorsunuz. Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanıp; sonucu fos olan maç! İşte bir futbol yazısı yazacağım diye ben onu izlemeye karar verdim. Çünkü Murat Hacıoğlu’na yaptığım yorumda öyle demiştim. Maç sonrasında yaptığım yoruma çok gülen Alphher de bu macerayı blog halinde yazmamı rica eden bir mesaj yazmıştı. (Bakınız, mesaj kutusu.) İşte bu yazının var olma sebebi bundan ibarettir(!)

Nereden bileyim ben derbiyi izlemenin o kadar zor olacağını? Keşke hiç 'izleyeceğim' demeseymişim.

Televizyon vermiyormuş. Lig TV denilen bir icattan olması gerekiyormuş. Derbiden bir gün önce bizim Mizah Yaşar’a sordum:

“Yarın ben derbiyi izleyeceğim, nerede izlesem ki?”

“Sen mi? Sen futboldan nefret etmez miydin?”

“Len o’lum söz verdim bir arkadaşa, futbol hakkında yazacağım, malzeme yani.”

“Valla ben gelmem seninle. Ne halin varsa gör!”

“Ya nerede seyredilir bari onu söyle” dedim.

“Bütün kafelerde vardır, Gözde’ye git bence, hem daha nezihtir” diyerek akıl verdi.

Ertesi gün maçın başlamasına yarım saat kala ben evden çıktım. Vardım Gözde’ye.

Amanın o da ne? Tıklım tıklım! Hatta tıklım tıkış!

Kasada duran kıza;

“Ben maç için gelmiştim ama…” dedim.

“Rezervasyonunuz var mıydı?”

Ahanda!

‘Olması mı gerekiyordu’ şeklinde sorsam aptal durumuna düşecektim. Görünen köy meselesi. Tuhaf bakışlarımdan saflığımı anlamış olmalı, beni elinde bir listeyle masalarda dolaşmakta olan bir garsona yönlendirdi.

“Ona bir sorun, belki gelmeyen olur” dedi.

Gittim, o elinde liste taşıyan garsonun yanına. Aynı bildik cümleyi ona da söyledim:

“Ben maç için gelmiştim ama…”

“Kaç kişisiniz?” diye sordu. “Bir kişicik” deyince acımış olmalı.

“Buluruz bir yer size ya” diyerek beni bir çiftin yanına götürdü. Böyle zamanlarda insanlar nedense çok candan oluyorlar. Çünkü olay toplumsal bir olay ya, hepimiz kardeşiz tavırları filan(!) Sanki Dünyayı uzaylılar basmış, insanlık tek bir sorunla kardeşcesine kenetlenmiş(!) Ulvi bir şey yani(!)
“Buyurun buyurun” dedi masa sahibi çiftin, erkek olanı.

Bana da bir sandalye çekildi, bildik kibar tavırlarla tanışıldı ve ben oturdum. Genç adam bana dönüp;

“Siz hangi takımı tutuyorsunuz?” diye sordu. Lanet soru! Sibel'in takımını diyemezdim ki(!)

“Galatasaraylıyım” dedim. Gözleri parladı;

“Ben de” dedi. ‘Oh’ dedim içimden. Hiç olmazsa problem çıkmayacak. Ama ardından ekledi:

“Fakat eşim Fenerbahçeli”

“Ah, ne güzel” diyerek ortama sıcaklık katmak istedim.

(Bilirim ben hemcinslerimin ne kadar fanatik olabileceğini, bu yüzden; 'O olsun varsın, sen olma da, çıngar çıkarmayalım masada' demedim ama içimden geçirdim)

Sarı saçlarından asla benim mesul olamayacağım kadar güzel olan kadın gülümsedi.

Ve maç başladı!

Rezervasyon yaptırmamışlığım ve bir masaya çakma olarak ilave edilmişliğimin gereği, ekrana yakın değildim. Ekrana uzanan göz hizamdaki duvarda asılı bir de Zeki Müren resmi vardı, dudaklarında mahur bir gülümseme...

Yine ekrana uzanan çizgide, önümüzde oturanlardan , jöleli siyah bir kafa! Kafa sağa doğru meyledince ben sola, sola doğru meyledince ben sağa doğru kendimi kaydıra kaydıra maç izlemeye başladım.

Ve işin ilginç yanı, ne zaman Fenerbahçe kalesine doğru bir akın etsek, bizim masa da akına geçiyordu. Çünkü masa arkadaşımız genç adam, masayla birlikte hareket ediyordu. Bendeki istemsiz bir “eyvah çaylar dökülüyor” paniği, yerini kadının; “sakin ol hayatım, altı üstü futbol bu” deyişiyle son buluyordu. Adam fanatik ki ne fanatik! Denk getirse futbolcuları vuracak! (Bereket, gözünü sevdiğim kadın akılcılığı vardı da idare ediyorduk fanatikliği.)

Önümdeki siyah jöleli kafa ve mahur bakışlarıyla “senin burada ne işin var?” diyen Zeki Müren!

“Ne yapayım yahu, söz çıktı bir kere klavyeden, ben de seninle şarkılar söylemek isterdim şimdi, ama yapacak bir şey yok, izleyelim bakalım” dedim o mütebessim bakışlara.

Yirmi yirmi beş dakika geçti geçmedi ben sıkıldım. Hem oynanan maçın tatsızlığı, hem jöleli kafaya göre hareket etme sıkıntısı, hem de Zeki Müren’in mahur bakışları…

Vazgeçtim maçı izlemekten, milleti izlemeye başladım.

Maçtan çok daha keyifliydi onları izlemek. Tam bir sosyal psikolojinin deneysel ortamı. Bu deneysel ortamı kullanabilirdim, ama kullanmadım. Nem’e lazım!

Erkekler çok bilmiş tavırlarıyla yorumluyor, kadınlarsa ‘ne yapayım ayol, bizimki maç izleyecek ben de mecburen eşlik ediyorum’ ayaklarında, istemsiz ve yapıştırma keyifle duruyorlardı.

Birinci yarı bitti, ben de bittim. Sıkılmak ne kelime! Bunaldım!

Yüklüce bir hesap ödeyip çıktım. Sonucu sonra öğrendim. İyi ki kalmamışım, değmezmiş.

İşte bu kadar!

Yeter bence. Bir daha mı, asla!

“Asla, asla demeyiniz” derler, değil mi?

Neyse, en azından bu yıl için yeterli bir deneyim.

Ben futbolu hala sevmiyorum.

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara