Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '10

 
Kategori
Blog
 

Yazı uğraşında mastürbasyonun önemi (24 yaşından küçükler okumasın lütfen.)

Yazı uğraşında mastürbasyonun önemi (24 yaşından küçükler okumasın lütfen.)
 

Nemrut suratlı… Belki elinde değil ama insana “kanlısına” bakarmış gibi bakıyor, ruhundaki “karanlık” yüzüne de yansıdığından çevresine dağıttığı negatif elektrik insanı rahatsız ediyordu. Karşı cinsle ilişkileri pek rayında olmadığından kadınlar hakkında “bastırırım parayı” gibi “aşağılayıcı” sözcükler kullanıyor ve bu da onu daha da itici kılıyordu.

Heyheyli zamanıma denk gelince dayanamayıp sormuştum bir gün; “Yahu senin mastürbasyonla aran nasıl?” diye… Allak bullak olmuştu yüzü. “Ben o işi hayatım boyunca hiç yapmadım” diye yanıtlamıştı beni ama istese de yapamazdı işte. Böyle bir yetenekten yoksun olduğu suratının nemrutluğundan anlaşılıyordu zaten.

Ne alaka Sayın Culduz?

Ne alakası var mı, canım? Muayyen zamanlarda otuz bir çekse yüzüne nur gelecek keratanın; rahatlayacak ve bakışları anlam kazanacak; yüz hatları medenileşecek işte.

Nasıl olacak o iş?

Hani yani mastürbasyona niyetlense; o iş için fanteziye ihtiyacı olacak ve o fantezi için de pek kullanmadığı “beyni” devreye girecek. Hayal edecek, eskilerin dediği gibi “tahayyül” edecek. Düşünmek beyni aydınlatır ve dinç tutar! Beyni ışıldayan insanın sadece suratı değil, her bir yeri de ışıldar yahu!

Neyse; yazının başlığını attınız ama henüz konuya girmiş değiliz Sayın Culduz!

Yazı uğraşı da pek farklı değil aslında… Bir şekilde “mastürbasyon” işte… Düşünün ki yayımlanmış milyonlarca roman, öykü ve piyes varlığını bu mastürbasyona borçlu. Şimdi tek tek örnekleyemem ama yazılmış eserlerin tümüne yakını “hayal” ürünü.

Yani uyduruk, öyle mi?

E, tabir-i caizse uyduruk tabii! Uyduramazsanız, yani efendim “tahayyül” edemezseniz yazamazsınız ki! Ünlü Rus yazarı Tolstoy’un ölümsüz eseri ve bir dünya klasiği olan “Savaş ve Barış” mesela… Sözüm ona “somut” bir olaydan, yani Napolyon’un Rusya Seferi’nden esinlenerek kaleme alınmış ama uyduruk işte.

Nereden biliyorsunuz?

Hem o dört ciltlik eseri defalarca okudum, hem de yazarın kitapla ilgili bir açıklaması var giriş bölümünde. Tolstoy, tarihi bir olaydan yola çıkarak roman yazmış ama başta Bolkonski, Drubetskoy, Bilibin, ve Kuragin olmak üzere pek çok kahramanı hayali... Diyaloglar da öyle. Birebir yazsaydı eğer biz Tolstoy’u “yazar” olarak değil, “tarihçi” olarak bilirdik.

Sizin "1. Beynelmilel Blog Yazarları toplantısı İstanbul'da gerçekleşti" başlıklı yazınız da uyduruktu tabii... İşin içinde yalan var işte. Bir şekilde okurlarınızı kandırmış olmuyor musunuz?

Hayır, efendim; kandırmış olmuyorum. Usulca tutup ellerinden, pencere kenarına götürüyorum ve “Gel; bir de bu açıdan bak” diyorum sadece. İnsanın “ yaşamak istediği halde yaşayamadıklarını yaşamış gibi” yazmasında “özlem” vardır, “hasret” vardır ama “yalan” yoktur! Bu tür yazıları “yazı” olarak kabul etmek, işin keyfini çıkarıp “bilmem ne” tarafını kurcalama çiğliğine düşmemek gerekir.

Yazılacak yüzlerce konu varken niye uydurup uydurup yazmaya çalışıyorsunuz?

Yazarlığa benim de hevesim var ve pek beceremesem de uydurup uydurup yazmaya çalışıyorum işte. Doğru! Yazılacak yüzlerce değil binlerce konu var. Magazin, güncel ve siyasi haberleri takip ederek günde sayısız yazı yazmak pek âlâ mümkün ama “herkesten daha farklı” bir şeyler yazmak ise oldukça zor. Kırk yılda bir konunun “ henüz değinilmemiş” bir ucunu yakalasanız bile arada kaynar gider ve “papağanlıktan” kurtulamazsınız. Hem sonra “güncel ve siyasi” konularda “uydurma” şansınız ( yani şahsi katkınız) hiç yok! Yani efendim kendinizi istediğiniz kadar yırtın; aslı varken faslı pek göze batmaz! Size “hazırlop” sunulan haberi dünya görüşünüz doğrultusunda ele alıp yorumluyor ve kendinizi bir şekilde “tatmin” ediyorsunuz. (Ki, bu işi yeterince yapan var piyasada.) Bu da bir şekilde “mastürbasyon” tabii ama ne oranda “doyum” sağlıyor pek bilemiyorum.

Ne tür sakıncaları olabilir ki?

“Çakma Emin Çölaşan” derler… “Çakma Ahmet Altan”, Çakma Hasan Pulur” veya “Çakma Ayşe Arman” derler ve diyorlar da zaten? Aradan sıyrılıp çıkabilmek için biraz” özgün” olmak gerekiyor.

Uzun yazılara da karşısınız siz; neden?

Ben sadece gereğinden fazla uzun yazılmış yazılara değil; “mors alfabesi” gibi (her satıra iki sözcük)yazılmış kısa saçmalıklara da karşıyım. Ölçüsü var bu işin. Bakmayın siz; MB’de bu konuda bir kısıtlama yok ama bu tür yazılar ağzınla kuş tutsa ne gazetelerde yer bulur, ne de gazetelerin bünyesindeki internet sayfalarında. Zamane okuru maymun iştahlı! Öyle dört, beş sayfalık destanları, dört, beş parmak kalınlığındaki paragrafları pek kaldıramıyor. Dikkat ederseniz gazetelerdeki profesyonel köşe yazarları bile belirli bir sınırı aşmadan yazıyorlar. Ayrıca yazdığı sayfada payına düşen parsel sınırını (yani kutuyu) aşarsa sayfaya alınan “reklam” düzeni bozulur. Ya yazı budanır, ya da okurun pek hoşuna gitmeyen boyuttaki yazı(küçük) karakterleriyle yayına alınır.

Üyeler neden uzun yazma ihtiyacı içindeler?

Yazıya ayıracak zamanları olmadığı için. O kalın paragrafları özünü, anlamını ve vurgusunu yitirtmeden inceltmek; ince paragrafları ise satır haline getirmek hem beceri, hem de zaman işi. Roman yazarken sıkça başvurulan “sentaks” cambazlıkları (ki roman ve öyküde gereklidir bence)köşe yazıları için pek uygun değildir. Bir de “Bakın ben neler de biliyorum, ne kadar uzun yazabiliyorum” havalarında olanlar var ama onlar konumuzun dışında tabii.

Son günlerde bazı blog üyeleri Milliyet İnternet bünyesinde köşe yazarı oluyorlar. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Biraz gecikmiş olsa da yerinde ve güzel bir uygulama bence. Siteye ivme kazandırmak, üyeleri biraz hareketlendirmek için düşünülmüş sanırım. Milliyet com tr’nin ana sayfasına yansımış bir şey yok henüz; sizin de belirttiğiniz gibi “yan sayfalara” seçim yapılıyor. Zamanla ana sayfada da bazı uygulamalar olabilir tabii.

Tepkiler de var ama...

O tepkiler biraz da son seçilen arkadaşımızın tavrından kaynaklanıyor. Yoksa kim seçilirse seçilsin mukayeseler yapılacak, uygun olup olmadığı (pek açığa vurulmasa da) tartışılacak işte.

Sizce seçimler isabetli mi yapılıyor?

İşin içinde olmadığımız için kıstasları bilemeyiz. Arz/talep meselesidir bu. Bir yanlışımız da “Milliyet Gazetesini”, “Milliyet com tr’yi” ve “Milliyet Blog’u” aynı teknede görüyor oluşumuz. İlke bütünlüğü olsa da birbirinden “ayrı” birimler bunlar. Yöneticileri ayrı, sorumluları ayrı... Görüldüğü kadarıyla Milliyet com tr yöneticileri bir” Bloggeri” bünyelerine katmak istemişler ve dengeleri de gözeterek bunu gerçekleştirmişler.

"Dengeler" derken?

Yani efendim ileride “kulağı” geçmeyecek, mevcut profesyonel kadroyu pek “tedirgin” etmeyecek ve fazla “sivri” olmayacak bir seçimde bulunmuşlar işte. Blogger/ köşe yazarı çekişmesi malumunuz. Her gazetenin bir yayın politikası var. Bu politikayla ters düşmeyecek üslupta ve “sınırlı ve kontollü” konularda yazan bir bloggeri seçmeleri doğal tabii. Tutup da “tombaladan “çıkaracak halleri yok.

Bu tür seçimlerin siteye ivme kazandıracağına inanıyor musunuz?

Elbette inanıyorum ama öte yandan açığa vurulmasa da bazı kırgınlıklara ve küskünlüklere neden olacağı da ortada yani.(Ki bunları aşmalıyız artık.) Ben siteyi iyi takip eden kıdemli bir üyeyim. Birçok arkadaşımız “profesyonel” bir beklentiyle veya benzeri “taltif” beklentisiyle senelerce yazdılar bu sitede ve şimdi yoklar. “Yaz yaz nereye kadar” deyip üyeliklerini sonlandırdılar. Demek istediğim kırgınlık ve küskünlükler ezelden beri vardı bu sitede.

Seçilenler bir nevi Milliyet Blog Sitesini temsil ediyorlar tabii?

Hayır, efendim, o kadar da uzun boylu değil yani… Temsil söz konusuysa kim veya hangi birim tarafından seçilmişlerse onları temsil ederler. O köşeler tek kişiye ait. En başta da kendilerini temsil ederler.

Sizin Milliyet com tr sayfalarında görmek istediğiniz isimleri öğrenebilir miyiz?

Onlar kendilerini bilirler zaten. Ne var ki onların da iyi bir editöre ihtiyaçları var. Yönlendirilmeleri gerekir. Buna rağmen kuşkularım da var tabii!

Başarılı olamazlar diye mi?

Yoo! Tam tersi! Başarılı olup ses getirirler diye. Mevcut profesyonel kadrodan daha fazla “tık” aldıkları zaman (ki alırlar) işin seyri değişir. Yukarıda da belirttiğim gibi bazı tedirginliklere yol açar bu durum. Köşe yazarı/ blogger çekişmesini hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir.

Sizden son olarak değişik bir "yazar" tanımlaması istesek?

Sıradan kişilerin (çeşitli nedenlerle ve beklentilerle) dile getirmekten imtina ettiği konuları kaleme alanlara yazar denir, efendim.

Peki, Sayın Culduz. Bu söyleşi biraz fazla uzadı sanırım, teşekkürler..

Söyleşiler uzadıkça güzelleşir zaten, Ferhunde Hanım; ben teşekkür ederim.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..