- Kategori
- Oyuncaklar
Yemek yapamadım kocacığım, Can'la oyuna dalmışız
Sallanan At
Yaşım 40'a yaklaşıyor. Ama söylemekten utanmayacağım: “oyuncaklarla oynamaktan hala keyif alıyorum”. Bu nedenle Can’ın doğumu benim çok işime yaradı. Can sayesinde yeniden oyuncaklarla oynayarak, anne kamuflaji altında oyuncak özlemimi gideriyorum.
Aaah Ah! Var mı Çocukluk Gibisi ?
Sizi bilmem ama, ben çocukluğumda oynadığım oyuncaklarımı hala hatırlıyorum. Annemin dediğine göre öyle cadıymışım ki, her akşam yeni bir oyuncak getirmezse babamı kapıdan içeri almazmışım.
Favori oyuncaklarım arasında ilk aklıma gelen, siyah saçlı, mavi gözlü ve bordo elbiseli bebeğimdi. Pilli olan bu bebek, hem yürür, hem de içindeki plağı ile şarkı söylerdi. Çocukluğumda, Türkiye’de albenili oyuncaklar sınırlı olduğu için, babam yurtdışına giden bir arkadaşına sipariş ederek getirtmiş. Babamın bebeği bana verdiği günü hiç unutmam. Kapının çaldığını ve yürüyen bebeğimin yavaş yavaş adım atarak bana yaklaştığını görünce, sevinçten çıldırmıştım.
Sonra kadife gibi tüyleriyle, bordo renkli bir atım vardı. Hani üzerine oturup sallanılan cinsten. Onun üzerinde ileri-geri sallanarak kimbilir hangi diyarlara gitmiş, nereleri keşfetmiştim.
Sonra sarı plastikten, yine üzerine oturulan büyük bir filim vardı. Bu fil ile benden sonra kardeşim de oynadı. Birgün kardeşim ilkokuldayken, annem, kardeşimin artık bu fil için çok büyük olduğunu düşünüp, onu, mahallede ihtiyacı olan başka bir çocuğa vermiş. Çocuk da bahçede fille oynuyormuş. Okuldan gelen kardeşim, kendi filini başka bir çocuğun elinde görünce kıyametleri koparmış. Bu olayı hala gülerek hatırlarız.
Kardeşimle en çok oynadığımız oyuncaklarımız legolar ve tahtadan küplerdi. Dedem de o sıralar iş olarak, okullar için, bir tarafı keçeden ve diğer tarafı da tahtadan olan silgiler yapıyordu. Oyuncakçıdan alınan renkli tahta küplerimizin yanısıra, dedemin tahtalarının bazılarına el koymuştuk. Torun sevgisi yüzünden, sermayesinin bir kısmını elinden almamıza kızmamıştı canım dedem. Oyun oynarken, önce, legolarımızla tahtalarımızı yere döker, birer birer seçerek kardeşimle paylaşırdık. Ardından elimizdeki tahtalarla kaleler inşa eder, içine de lego adamlarını oturturduk. Seçme sırasında, kardeşim kendince en güzel oyuncakları almasına rağmen, ben daha büyük olduğum için, benim kalem hep daha düzenli ve güzel olurdu. Zavallı bebek kardeşim, bir yandan kendi kalesini inşaa ederken, diğer yandan da göz ucuyla ben ne yapıyorum diye bakardı. Sonra da lego adamlarımızla kaleler arası ticaret ve savaş oyunları oynardık. Bu oyunlar, benden 4 yaş küçük olan kardeşimin yorulup, mızıklanıp, bir tekme ile kaleleri darmadağan etmesi ile sona ererdi genellikle.
Bir de “oyuncaklar günü” diye uydurduğumuz bir oyun vardı. Aslında senede bir olmasını düşündüğümüz oyuncaklar gününün ilkinde çok eğlenince, “deliye her gün bayram” misali, sık sık oyuncaklar günü yapmaya başlamıştık. Oyuncaklar gününde evde, köşe-bucak ne kadar oyuncak varsa hepsini halının üzerine döküp, yan yana dizerdik. Sonra robot, polis arabası ve itfaiye arabası gibi gürültülü oyuncakların seslerini/müziklerini aynı anda açar, o curcuna içinde, kendi uydurduğumuz şarkıları söyleyerek, dans edip, eğlenirdik. Ne günlerdi…
Bazıları “Can Çok Şanslı” Diyor
Benim oyuncak ve oyun sevgimi bilen aile üyeleri, “Can çok şanslı, senin gibi oyuncu bir annesi var” diyor. Aslında oğlumla beraber yeni yeni oyun oynamaya başlıyoruz. Henüz oyuncaklarının kendine ait olduğunu keşfetmiş değil. O yüzden ben onun çıngıraklarını sallarken, uslu uslu sırasını bekliyor. Ama biraz büyüyüp de akıllanınca, “anne, biraz ver de ben oynayayım” diyecek belki. O zaman kim şanslıymış göreceğiz :)