Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '12

 
Kategori
Siyaset
 

Yeni Osmanlı Liberalizmi

Osmanlı Ahrar Fırkası, II. Meşrutiyet devrinin ilk kurulan siyasi partilerinden biridir. Ahrar, İngilizce’de liberal birlik manasına gelen ‘Liberal Union’ kavramını karşılamak için kullanılmış bir kelimedir. Parti Fransa seyahatinden dönen Prens Sabahattin tarafından Âdem-i Merkeziyet Cemiyetinin adeta bir uzantısı olarak kurulmuştur. Prens Sabahattin, bu esnada kendisine önerilen parti başkanlığını kabul etmemiş fakat bu oluşumu oldukça net bir şekilde desteklediğini açıklamıştır. Parti hakkında Cambridge Üniversitesinden çıkan bir yayın olan “History of the Ottoman Empire and Modern Turkey” (Stanford Jay Shaw, Ezel Kural Shaw) de oldukça teferruatlı bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca Hürriyet Vakfı Yayınlarından Tarık Zafer’in ‘Türkiye’de Siyasi Partiler’ kitabında da bu partiye dair bilgilere yer verilmiştir.

Bu yıllarda yayın hayatımızda bulunan özellikle ‘İkdam’, Yeni Gazete,  Sabah, Sadayı Millet ve Servet-i Fünun gibi gazeteler Osmanlı Ahrar Fırkasını desteklemişlerdir. Tarihimizde 31 Mart Vakası olarak bilinen hadise gerçekleştirildikten sonra partinin kurucuları olarak bilinen Ahmet Fazlı Bey ile Prens Sabahattin yargılanmak üzere mahkeme karşısına çıkmış neyse ki suçsuz bulunarak serbest bırakılmıştır. Partinin tüzüğü Nurettin Ferruh Bey tarafından İngiliz siyasi geleneği dikkate alınarak hazırlanmıştır.

Ahrar Fırkası, temelde tüm girişimlerin özgürlüğünü ve âdem-i merkeziyetçiliği (Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi; özellikle belediyelerin idari yapıda daha fazla ağırlık kazanmasını savunmaktadır.) yani insan merkezli bir yapıyı güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Burada aslında tartışılan durum merkezi otoritenin sınırlandırılıp sınırlandırılmamasıdır. Ahrar Fırkası o günlerde Osmanlı cemiyeti tarafından ve özellikle II. Abdülhamid yönetimince pek hoş karşılanmamıştır.

Son iki yüzyıldır bizim idari hayatımız devletin en yetkin kişisi olarak valilerce şekillendirilmekte ve yönetilmektedir. Kontrolün kolay olmasından mıdır nedir kimse bu duruma (özellikle siyasi arenadakiler) ses çıkarmamaktadır. Günümüze kadar gelen merkezi bürokratik yapı ‘İttihat ve Terakki’ kafasınca oluşturulmuş ve son derece otokratiktir. Aslında Ahrar Fırkası mensuplarının ön gördüğü yönetim biçimi gerek İmparatorluk gerekse Modern Türkiye için çok daha insanidir. İllerin seçilmiş olan belediye başkanları yerine atanmış valiler tarafından yönetilmesi hiçte demokratik bir uygulama değildir. Bugün Avrupa’nın neresine giderseniz gidin birkaç istisna dışında yerel yönetimlerin kontrolü tamamen seçilmişlerin elindedir. Halka bu durum bir referandum ile sorulsa öyle tahmin ediyorum ki onlarda seçilmiş iradenin yerel yönetimin başında olmasını isteyeceği yönündedir. Eğer ülkemizde bu gerçekleşirse Başkanlık sistemine de daha kalay bir geçişin olabileceği kanaatindeyim.

Türkiye’de şu an yönetim erkinin tepesinde halkın iradesini temsilen bulunan partilerin hepsi belli farklılıklarını dile getirse bile özünde liberal sisteme bir şekilde eklemlenmişlerdir. Bu partilerin tabanı için de geçerlidir. Müslümanlar hiç rahatsız olmadan kapitalizmi benimsemişlerdir. Milliyetçiler de her daim kuru yerlilik vurgusunu yapsalar bile küresel sistemin nimetlerinden her daim yararlanmaktadırlar. Sol kesimin solluğu mazide tatlı bir fotoğraf gibi kalmıştır. 68 çığırtkanlığı yapan nice kimselerin hangi köşe taşlarını tuttukları ve o çok sevdikleri halkını ne çabuk unuttuklarını anlatmaya gerek yok sanırım. Yani diyebileceğim o ki herkes farklılığına dair bir şeyler söylese de toplumumuzdaki kesimlerin hiçbir ideolojik ayrım gözetmeden nasıl bir tüketim çılgınlığı içinde yaşadığı ortadır. İdris Küçükömer bir tezinde hani bizim ülkede gerçek sağ soldur ve sol kesimde sağcı muhafazakârlardır der ya bana göre ne sağ kalmıştır ne de sol. Düzenin yabancılaşmış partileri taktıkları ufak tefek maskeler dışında pek te farklı değildir aslında.

Bir zamanlar uzaktan takip etmeyi sevdiğim bir siyasetçi vardı. Liberal Demokrat Parti’nin kurucusu Sayın Besim Tibuk bir dönem renkli kişiliği ile Türk siyasi tarihi içinde yer almıştı. Sonra Tibuk, Liberal Parti son derece düşük bir oy alınca aktif siyasi hayatı bırakmıştı. İtiraf etmeliyim ki bazen Sayın Tibuk’un siyasi çizgisini özlüyorum. O hiç değilse günümüz parti başkanları gibi siyasi takiye yapmadan net bir şekilde liberal olduğunu söyleyebiliyordu.

Tibuk, büyük ve hantal bir devletten rahatsızlık duyuyor, özelleştirmeleri savunuyor, verimsizliğin devletin zararlarını arttıracağını ve bunun da daha sonra bize ek vergi olarak döneceğini öngörüyordu. Tibuk, aynı Osmanlı Ahrar’ları gibi devletin görevinin insanların ekonomik ve siyasal özgürlüklerini korumak olduğuna ve bu doğrultuda bir hukuki zeminin hazırlanması gerektiğine inanıyordu. Bir aralar dış işleri bakanı Sayın Davutoğlu Yeni Osmanlıcılık Modelini esas alarak eski Osmanlı topraklarında ülkemizin daha katılımcı bir rol oynamasından bahsetmişti. Ve söyledikleri birçok kimse tarafından tepkiyle karşılanmaktaydı. Osmanlı’ya karşı bir red-i miras vukuatımız olduğuna göre bu pek ala anlaşılabilir bir şeydir. Fakat kendi yaptığım sosyolojik tespite göre; Türkiye’nin gerek ekonomik gerekse sosyal ve siyasi duruşu giderek ‘Yeni Osmanlı Liberalizmi’ diye ifade edebileceğim bir zemine oturmaktadır. Tüm ideolojilerin deli gömleğini giymiş halkıma sesleniyorum: ‘Eh yani ne çıkar siz beni anlamasanız da?’ Başka ‘ne gelir elimizden insan olmaktan başka’... 

 
Toplam blog
: 36
: 615
Kayıt tarihi
: 07.12.12
 
 

Beyaz Arif Akbaş, (d.1979 İstanbul) Türk eleştirmen şair/yazar. 2005 yılında Ahmet Yesevi Ünivers..