Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '08

 
Kategori
Kitap
 

Yeşil Gece

Yeşil Gece
 

Başöğretmen Atatürk


Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Şube Müdürü'nün odasına giren ince sakallı öğretmen, redingotunun gevşemiş düğmelerini ilikler ve fesini düzeltir. Böyle bir öğretmen? Şaşırdınız değil mi? Ben de şaşırdım. Ama benim şaşkınlığım öğretmenin fesi ve sakalı olmasından değil, çünkü okuduğum, Reşat Nuri Güntekin’in Yeşil Gece adlı romanındaki olayların, Cumhuriyet'in ilanından önce başlayıp, hemen sonrasındaki yılları da kapsayan bir zaman dilimine ait olduğunu biliyordum. Benim şaşkınlığım, okula ilk başladığım günden bu yana, eğitimimizdeki “çağdaş” duruşun, eğitimimizde bize son derece doğal gelen uygulamaların, aslında hiç de doğal bir şekilde elde edilmediğini yeniden algılamamdan kaynaklanıyor. Benim şaşkınlığım; eğitimimizdeki gelişimin “görkemini” tekrar fark etmemden kaynaklanıyor.

Şahin Hoca; Şahin Bey'dir şube müdürünün odasına giren ve bu öğretmen, karşısında durduğu yetkili kişi tarafından, çektiği kurada çıkan görev yerinin değiştirilmesini istediği için, uzun uzun nasihat dinlemektedir. Oysa Şahin öğretmen, alışılmışın aksine, kendisine kurada çıkan İstanbul yerine, Anadolu'da bir kasabada görev almak istemektedir. Ve bu isteğiyle oradakileri de şaşırtır.

Şahin Öğretmenin bir ideali vardır; öğrencilerini, bir zamanlar kendi başının da derdi olan "sarık"tan kurtarmak. Sadece sarıktan mı? Değildir tabi ki; sarığın temsil ettiği zihniyet yerine bilimin ışığında, dogmalardan uzak bir nesil yetiştirme derdindedir. Ama bu fikrini kimseyle paylaşmaz. Paylaşırsa neler olacağını, nasıl engelleneceğini bilecek kadar "medrese eğitimi" almıştır.

Ali Şahin, Şahin Hoca, babasının onu hayırlı bir evlat ve bir gün bütün dünyayı gölgesine alacak yeşil bayrağın bir gönüllüsü olarak yetiştirmek isteği nedeniyle, uzak akrabalardan bir softanın peşine takılarak, İstanbul’a gelmiştir. Sırtında yeşil ve yırtık bir cübbe, başında sarıkla.

Somuncuoğlu Medresesinde geçirdiği yıllar ve aldığı eğitim, Şahin Öğretmen’in “hayatı” sorgulamasına neden olmuş ve itikadını kaybetmiş, medreseyi bitirmesine bir yıl kala, “İcazetini al da git.” diyenleri dinlemeden, medreseden ayrılarak, öğretmen okuluna gitmeye karar vermiştir. Meşrutiyetin ikinci senesidir ve sadece idare değiştirmekle bir memleketin kurtarılamayacağı anlaşılmış; öğretmen ordusu yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Şahin Öğretmen de cumhuriyetperver çocuklar yetiştirmek isteğiyle öğretmen okuluna gitmeye karar verir ve girdiği sınavı ikincilikle kazanır. Öğretmen okulunda hem sarıklılar hem fesliler vardır ve aralarında anlaşamamaktadırlar. Şahin öğretmen babasının hatırasına hürmeten ve sarığını çıkarırsa, üzerindeki hırpalanmış giysilerle dilenciye benzeyeceği düşüncesiyle iki yıl daha sarıklı gezer. Okulu biter ve sonunda tayini, takriben on iki haneye bir cami, mescit veya medresenin isabet ettiği, geceleri sokaklarında fener yerine evliya kandillerinin yakıldığı Sarıova’ya; İzmir’in bir kasabasına çıkar. İstanbul’dan ayrılıp, tayin olduğu yere gitmeden önce uğradığı Medresede rastlaştığı bir arkadaşı kendisini; “Hepsi tamam bir şapkan eksik.” diye küçümsediğinde, bir zamanlar Ramazan aylarında cerre* çıkan Şahin Bey;“Anadolu’dan sarıkla geldim fesle gidiyorum bir zaman belki şapkayla dönerim.” diyerek yanıtlar onu.

Tayin olduğu kasabaya vardığında, tahmin ettiği gibi kasabaya softalığın hakim olduğunu görür. Ahalinin yarıdan fazlası sarıklıdır. Kasabayı idare eden kişi müderris** Zühtü Efendi’dir ve kasabadaki en etkili yobaz; Hafız Eyüp’ün kuklasıdır. Hafız Eyüp ise; Örfi Dede’ye bile, zaman zaman bütün kasabayı titreten rüyalar gördürebilecek kadar etkili bir adamdır.

Emir Dede başöğretmeni Şahin öğretmen, kasabada ilk iş olarak, dökülmekte olan okul binasını yenilemeye karar verir. Karşı çıkanlarla, büyük bir gayret ve kurnazlıkla savaşır. Ve bu konuda, tahmin ettiği gibi, yardımcı oluyor gibi görünerek en çok Hafız Eyüp engeller çıkarır. En büyük desteği ise belediye mühendisi Deli Necip’ten görür. Yobaz adı diye kendisine “Şahin” demek istemeyen ve ona “Doğan” adını takan Deli Necip atak ve taşkın bir adamdır. Önce yeni yapılacak okul binası “İslam ve Türk mimarisine uymuyor” diyerek itiraz edenlere karşı öyle bir yol bulur ki, istedikleri “planı” onaylatır. Sonra okul binası için verilen arsadaki medresenin yıkımını sağlar; yeni okul binası için gösterilen arsanın yanında harap bir medrese vardır ve yıkılması gerekmektedir. Ancak yobazlar buna karşı çıkar ve bütün kasaba halkını arkalarına alacak bir yol bulurlar; yıkıma itiraz etmez görünürler ancak yıkım günü sakallı cübbeli bir yobaz, elinde kazmayla ileri atılıp tam duvara vuracakken öyle bir çarpılır(!) ki bütün halk dehşet içinde kalır. Ama Deli Necip de az akıllı değildir hani, daha sonraki bir günde öyle bir kaza(!) meydana gelir ki, Komiser Kazım Efendi’nin de yardımlarıyla medreseyi hemen yıkmak zorunda kalırlar.

Öğrencilerini sarıktan kurtarmak için de sezdirmeden gereğini yapar başöğretmen; sarıklı çocuklara güçlük çıkarır, onların en küçük kabahatlerine göz yummaz, giysilerindeki en ufak kirlilikte, “sarık taşıyan temiz olmalıdır” diyerek okuldan evlerine geri gönderir. Ve sarığı taşıyanlar “ağır” olmalıdır diyerek onların çocukluklarını yaşamalarına engel olur; doğalarına uymalarını bekleyerek. Ve sonuçta öyle de olur; sarığı çıkaran, arkadaşlarıyla oynamaya koşar.

Doğan Bey'i saflarına çekmek, aydınlanmaya engel olmak isteyenler, günümüzde de geçerliliğini koruyan yollara başvururlar: makam teklif ederler, mal edindirerek borçlandırmaya ya da imam kızı ile evlendirip yuva kurmasını sağlamaya çalışırlar. Hiç birini başaramayınca, öğrenci velisi gibi bir kadını musallat edip “basmaya” çalışırlar. Ama böyle bir kasabada bile doğrudan yana olan insanlar vardır ve Doğan Bey onların yardımıyla bu tuzaktan kurtulur.

Bir yandan çağdaş eğitim vermenin derdinde bir öğretmen ve ondan yana olanlar, diğer yanda bu öğretmeni ve ondan taraf olanları alt etmek için ellerinden geleni yapan yobazlar. Ve bu yobazlarla açıkça ya da gizliden gizliye, kurnazca savaşarak geçen yıllar. Ve kasabanın, Yunanlılar tarafından işgali. İşgal sırasında kasabayı terk etmeyen öğretmenin ahaliye yaptığı yardımlar. Ve bir gün Yunanlılar tarafından, “propaganda” yaparken yakalanışı, sürgün edilişi. Sonunda Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kazanılması; hilafetin kaldırılması, medreselerin, tekkelerin kapatılması, Sarıova'daki türbe kandilleriyle birlikte yeşil gecenin de ebediyen sönmesi. Ve başöğretmenin kendi eliyle yaptırdığı okulunda görev almak isteğiyle bu kez başında “kasketiyle” kasabaya dönüşü. Yeni Milli Eğitim Müdürü’nün odasında kesilmiş sakalına ve başındaki melon şapkaya rağmen tanıdığı Eyüp Hoca’nın onunla konuşmaktan kaçınarak, bu kez de Milli Eğitim Müdürü’nü etkilemesi ve “Başöğretmenin” yeni Milli Eğitim Müdürü tarafından Yunanlılarla işbirliği yapmakla suçlanarak, “öğretmenliği” hak etmediğinin söylenmesi.

Ve bir akşamüzeri; “Çok doğru söylemişler… İnkilap denilen şey bir günde olmuyor.” diyen başöğretmenin, her şeye rağmen ümidini kaybetmeden Sarıova'dan ayrılışı.

“Sarıova'daki türbe kandilleriyle birlikte yeşil gecenin de ebediyen sönmesi.” Öyle mi dersiniz?

İyi okumalar diliyorum.

*Cer:Eskiden medreselerde okuyan softaların para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağılıp imamlık ya da müezzinlik yapmaları.

**Müderris: Medresede veya camide ders veren.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..