- Kategori
- Gündelik Yaşam
Yiddiş

Macera dolu Tel Aviv...
Önümüzdeki ay, Tel Aviv’e geleli tam 3 sene olacak.
Ne zaman “Alıştık artık, bizi hiçbir şey şaşırtmaz.” desek, bu macera dolu şehir ve onun ilginç insanları kol kola girip, ezberimizi bozuveriyorlar.
Geçen gece yaşadıklarımızı anlatmazsam çatlarım.
Kocamın bir iş arkadaşıyla beraber, (ismi Hans olsun) bir kafe/barın sokağa taşan kısmında oturuyorduk. Gece iyice ilerlediğinden, ilk geldiğimizde tıklım tıklım dolu olan masaların çoğu boşalmıştı. Kocam, bir sigara içmek için dışarı çıkan ve Almanca konuştuğumuzu fark edince masamıza gelen barmenle çene çalıyordu.
“İşte, ben Berlin’deyken şöyleydi de böyleydi...”
“Berlin, Almanya, Almanca, Berlince...”
Kısa bir süre sonra masamızdaki muhabbet ikiye bölündü. Hans ve ben, kocamla barmeni açıldıkları Germanistik denizlerinde bırakıp, başka konulara daldık.
“Ham hum şorolop...”
“Al benden de o kadar...”
Yârenliğe ara verdiğimiz bir anda, masamızın yanında duran ve kocamla konuşan birine gözüm takıldı. 50-55 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim adamın dış görünüşünün, bulunduğumuz ortamla pek uyumlu olmadığı dikkatimi çekti. Adamın üzerinde siyah bir pantolonla beyaz bir gömlek, başında da bir dua takkesi (*) vardı. Uzun, kıvırcık sakalların çerçevelediği yüzündeki, içleri gülen iki pırıl pırıl göz, o anda benimkilere kilitlendi. Hiç düşünmeden ben de gülümsedim. Bütün bunlar birkaç saniyede oldu.
Gecenin bu saatinde, dindar görünüşlü bu adamın, barda ne işi vardı?
Hans, uzun ve gürültülü bir esnemenin ardından kocama “Hesabı istemiş miydik?” diye sorunca dikkatim dağıldı. Tekrar baktığımda, adamın artık orada olmadığını fark ettim. Kocam, başıyla “Evet” diyerek, sigarasından son bir nefes aldı. Masa üzerindeki yayıntılarımızı toplayarak, yavaş yavaş kalkmaya hazırlandık.
Tam o sırada kahramanımız bardan dışarı çıktı, bize Almanca “İyi geceler” dedi, yolun karşısına geçti ve bir taksiye binip, gözden kayboldu. Akabinde kocamın;
“Nasıl yani? Şaka mı bu? Ama neden?” dediğini duydum ve ondan yana döndüm. Yüzünde kocaman bir soru işaretiyle, masamızın yanında dikilen ve pişmiş kelle gibi sırıtan garsona bakıyordu.
“N’oluyor yahu?”
“Deminki adam bizim hesabı ödemiş.”
“Nasıl yani? Şaka mı bu? Ama neden?”
“Ben de onu soruyorum ya.”
Kocam bana, ben Hans’a, Hans kocama baktı. Gülmeye başladık.
“İnanılır gibi değil, hiç başıma böyle birşey gelmemişti.” dedi Hans.
“Bizim de bu ilk.” dedi kocam.
“Ne konuştunuz ki siz bu adamla?” diye sordum kocama.
“Barmenle Almanca ve Berlin lehçesi üzerine laflarken, bana Yiddiş bilip bilmediğimi sordu. “Herşeyi değil, ama büyük bir kısmını anlarım” dedim ve tam o sırada bu adam bardan dışarı çıktı. Onu görünce, barmene; “Bak bu Bey kesin Yiddiş konuşuyordur.” dedim. Adam beni duydu, döndü, gülümseyerek “Aeyn bissele” (**) dedi. Bu kadar. “Aeyn bissele.” Başka birşey konuşmadık. Sonra tekrar içeri girdi, gerisini biliyorsunuz zaten.”
Burada kafası iyice karışanlar için bir parantez açıp, “Yiddiş nedir?” sorusunu yanıtlamam gerek:
Yiddiş, Aşkenaz Yahudileri tarafından konuşulan, Almanca kökenli bir dil. Sefarat Yahudilerinin Ladino’su neyse, Aşkenaz Yahudilerinin Yiddiş’i de o. (***) 10. yüzyıl civarlarında bugünkü Almanya topraklarında ortaya çıkıp, bilahare Doğu Avrupa’ya yayılmış ve zamanla bu bölgede konuşulan dillerle karışmış. (****) Buna rağmen, Almanca bilen biri, birazcık dikkatle konuşulanların çoğunu anlayabilir. Özellikle Berlin lehçesinde Yiddiş’ten gelen pek çok sözcük de var.
Neyse, gelelim zurnanın “zırt” dediği yere...
Bugün Yiddiş, genelde her inanç grubundan belli bir yaşın üzerindeki nüfus, özelde de aşırı dindar Yahudiler tarafından konuşuluyor. Bazı Hasidik gruplar, kutsal lisan İbranice’nin, dua etmek haricinde başka işler için kullanılmasını doğru bulmadıklarından, kendi aralarında Yiddiş konuşuyor, çocuklarına da Yiddiş öğretiyorlar. (****) Yani özetle kocamın, hem yaşı, hem de dış görünüşü itibarıyla kahramanımızın Yiddiş konuştuğunu varsaymasının nedeni bu.
Açtığım parantezi, işe yaradığını umarak kapatıp, devam ediyorum.
Hepimiz, gördüklerimize kocamın anlattıklarını ekleyerek, olan bitene bir anlam vermeye çalıştık. Olmadı. Öte yandan, adama bir teşekkür dahi edemeden çekip gitmiş olması da ayrıca garipti.
Şamatayı duyup, yanımıza gelen barın sahibine, adamı tanıyıp tanımadığını sorduk. Sahip gülerek;
“Arada sırada gelir ama devamlı müşterimiz değil.” dedi.
“Böyle birşeyi neden yapmış olabilir sizce?” diye sordu kocam.
“İnanın hiçbir fikrim yok.”
Neyse, sabaha kadar da konuşsak bir yere varamayacağımızı fark ettiğimizde, ahaliyle vedalaşıp evlerimizin yolunu tuttuk.
Kocamın, bizden yaşça büyük İsrailli bir iş arkadaşı, ertesi gün meseleye kendince şöyle bir açıklama getirdi; efendim, kocamın Yiddiş hakkında, onu dindar Yahudilerle ilişkilendirebilecek kadar bilgi sahibi olması, muhtemelen adamın ona sempati duymasına neden olmuş. Canı kocama bir iyilik yapmak istediği için, o anda elinden gelen tek şeyi yapmış ve hesabımızı ödemiş. Ayrıca bize birşey söylemeden, kaçar gibi gitmesinin de bir sebebi varmış. Yahudilikte en değerli bağış, gizli yapılırmış. Yani bağışı alan kişinin, bağışı yapana teşekkür etmek zorunda kalmaması çok önemliymiş.
Elimizdeki tek açıklama bu. Daha iyisi yapılana dek, mecburen bununla idare edeceğiz. Zira “Dindar adamın barda işi ne?” ya da “İçkiden de bağış olur muymuş?” gibi sorularımızın cevabı yok.
“Hiç tanımadığınız bir erkek barda hesabınızı öderse şaşırmayın. Nedeni Yiddiş olabilir. Ve fakat belki de değildir, kim bilir? Biz bilmiyoruz. Muhtemelen hiç bilemeyeceğiz. Olsun varsın. Bir insanın, inandığı tanrının gözüne girmek için değil, canı birine iyilik yapmak istediği için iyilik yapabileceğini düşünmek bile güzel. ”
Bu da böyle bir anımdır.
(*) Alm. “Kippa” ya da İng. “Kippah”; dilimizde “Kipa” olarak kullanıldığını biliyorum, ama TDK’da bulamadım.
(**) Ya Yiddiş, ya da aksanlı bir Almanca ile “Biraz”.
(***) http://www.turkyahudileri.com/content/view/253/223/lang,tr/
(****) http://de.wikipedia.org/wiki/Jiddisch , http://en.wikipedia.org/wiki/Yiddish_language , http://tr.wikipedia.org/wiki/Yidi%C5%9F