Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '09

 
Kategori
Felsefe
 

Yoksulluk Sorunu

Yoksulluk Sorunu
 

www.fotosearch.com


Günümüzde her ne kadar, gelir ve refah düzeyi artıyor gibi görünse de, insan nüfusunun büyük bir çoğunluğu yoksulluk ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadırlar. Dünya Bankasının yoksulluk sınırını günlük 2 dolar gibi bir rakamla belirlediğini düşünürsek ve yaklaşık iki milyar sekiz yüz bin insanın bu gelirle yaşadığı da göz önüne alındığında, yoksulluk gerçeğinin ne kadar da ciddi bir sorun olduğu ortadadır. Dünya nüfusunun %44’ünü oluşturan bu grup tüm dünyadaki üretimin ve gelirin ancak 1.3’ünden yararlanabilmekte, yaklaşık 1 milyar insan ise küresel gelirin % 80’ini kullanmaktadır. Dünya nüfusunun geri kalan kısmı ise geriye kalan % 19’u paylaşmaktadır. Bu noktada, Oruka’nın da dediği gibi insan varoluşuna en büyük tehlikelerden biri yoksulluk problemidir. Oruka’nın belirlediği önemli iki tehdit olan nükleer ve kitlesel açlık tehditleri günümüzde dünyayı geleceği belirsiz bir kaosa ve bilinmezliğe doğru sürüklemektedir. Oruka’ya göre yoksulluk ve yoksulluktan kaynaklanan nedenlerden dolayı kitlesel açlık ve ölümlerin olması kaçınılmaz bir son gibi görünmektedir. Üstelik bu durum, yeni bölgesel ve küresel savaşlara da yol açabilir. Oruka zengin ülkelerin fakir ülkelere karşılıksız olarak hiç bir şey vermeyeceklerini, verdikleri yüksek faizli borçların ise, fakir ülkelerin daha da fakir olmalarına, dolayısıyla da refah musluklarının tersine işlediğini söylemektedir.

Oruka bu tehditten kurtulmanın da ancak “asgari derecede insanca yaşama hakkı” ile, başka bir deyişle “kendini bilen her insana ödev yükleyen bir hak” ile gerçekleşebileceğini ileri sürmektedir. Ona göre yoksul olan devletlere yardım etmek bir bakıma ahlaksal bir ödevdir. Bu ödevimizi yerine getirmediğimizde fakir ülkelerin başına geleceklerden biz de sorumlu oluruz.

Aslında Oruka’nın yoksulluk tehdidine bakışı, Thomas Pogge ile büyük benzerlikler göstermektedir. John Rawls ise daha farklı bir noktada durmaktadır. Pogge <ı>Assisting the Global Poor başlıklı makalesinde Rawls’a eleştiriler getirmektedir.

Eleştirisinin temel noktası da, Rawls’un sonradan eklediği bir ilkeyle başlar. Rawls şöyle söylemektedir: “Halkların, adil ya da düzgün siyasal ve toplumsal rejime sahip olmalarını engelleyen olumsuz koşullar altında yaşayan diğer halklara yardım etme yükümlülüğü vardır.” Pogge’ye göre son eklenen bu görev dünyadaki yoksulluk problemine çözüm getirmekten uzaktır. Rawls <ı>Halkların Yasası adlı kitabının ilkelerle ilgili bir dipnotunda bu ilkenin özellikle tartışmalı olduğunu söylemekte ve üçüncü bölümde incelenmektedir.

Pogge’nin getirdiği eleştirilere, daha sonra dönmek üzere burada ara verelim. Rawls’un yoksulluk problemine bakışı nedir? Rawls’a göre, zorluk içinde toplumlar vardır. Bu toplumlar iyi düzenlenmiş toplum olmadıkları için çeşitli olanaklardan yoksundurlar. Rawls’a göre bu toplumlar öncelikle iyi düzenlenmiş toplum haline getirilmelidirler. Yoksulluk açısından ele alındığında, Rawls’a göre her iyi düzenlenmiş bir toplumun zengin olmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Bu bağlamda, kendisi zengin olmayan iyi düzenlenmiş bir toplum, yoksul bir ülkeye yardım etme (maddi) yükümlülüğü taşımaz. Rawls’a göre toplumlar arasındaki zenginlik ve refah seviyelerinin farklı olması normaldir. İyi düzenlenmiş her toplum aynı ölçüde zengin olmak durumunda değildir. Her ikisi de iyi düzenlenmiş bir toplumun bir tanesi kaynaklarını daha dikkatli kullanıp, tasarruf yaparak, gerekli ve doğru yatırımlarla refah seviyesini yükseltirken, diğeri aynı doğru adımları atamadığı için aynı ölçüde zenginleşemeyebilir.

Rawls yoksulluk probleminin ülkelerin kendi içişlerinden kaynaklanan sorunlardan - dini, felsefi ve yönetim biçimi gibi- meydana geldiğini iddia etmektedir. Bu bağlamda nüfus politikaları oldukça önemlidir. Ülkenin kaynaklarının besleyebileceğinden daha fazla bir nüfus, bu kaynakların (yeraltı zenginlikleri gibi) zamanından önce tükenmesine yol açabilir. Rawls’un ısrarla üzerinde durduğu şey “ dünyanın hiçbir yerinde, kaynakları ne kadar makul ve akılcı biçimde örgütlenip yönetilse de iyi düzenlenmiş olamayacak kadar yoksul bir toplum olduğunu da düşünmüyorum” şeklindedir ve Amartya Sen’in yaptığı ampirik incelemesini de bu görüşünü desteklemek için verir: Bengal (1943), Etyopya (1972-1974), Sahel (1972-1973) ve Bangladeş (1974) yiyecek azlığı açlığın temel nedeni değildi. Daha çok bu ülkelerin yönetimindeki hükümetlerin beceriksiz uygulamaları sonucunda, eldeki yiyeceğin dağıtılamamasıdır. Rawls iyi düzenlenmiş bir toplumda böyle bir şeyin olamayacağını savunmaktadır ve insan haklarına saygı göstererek ekonominin besleyebileceği bir nüfus ile yoksul bir ülkenin sorunlarına çözüm getirebileceğine inanır. Rawls kadınların eğitiminin, özellikle de nüfus politikaları açısından, son derece önemli olduğunu düşünmektedir. Eğitilmiş kadınlara sahip bir toplumda nüfus artışı bir müddet sonra sıfıra kadar inebilir.

Rawls’a göre yardımın bir hedefi olmalıdır. Bu hedef de o toplumun, düzgün bir toplum haline getirilmesidir, çünkü bir toplum bir kere iyi düzenlenmiş bir toplum haline geldikten sonra, yoksul da olsa başka yardıma ihtiyaç yoktur. Rawls’a göre bir ülke sırf zengin ve yüksek bir refah düzeyine sahip diye vergi vb. kaynaklarla yoksul ülkelere yardım etmek zorunda değildir.

Kısaca özetlersek, Rawls’a göre ülkelerin yoksulluklarının temel nedeni kendi içişlerinden kaynaklanan bir sorundur. Dünya üstünde eğer bir toplum, iyi düzenlenmiş bir toplum ise yeterli kaynaklara sahip olmasa bile yoksul olmaz. Örneğin Japonya yeterli kaynaklara sahip olmamasına rağmen refah düzeyi gelişmiş bir toplumdur. Arjantin ise zengin kaynaklarına rağmen sorunlarla boğuşan bir ülkedir. Rawls insan haklarına saygı göstererek bir toplumun iyi düzenlenmiş bir toplum haline getirilmesi noktasında tüm iyi düzenlenmiş toplumların sorumluluğu olduğunu söyler ve bunun dışında bir yardımın da gereksiz olduğunu belirler.

Pogge’nin eleştirisi işte bu noktada başlar. Çünkü ona göre Rawls’un çizdiği dünya düzeninde liberal ya da düzgün olmayan toplumlar hesaba katılmamaktadır. Öyleyse bir şekilde hiçbir zaman liberal ya da düzgün yapıya sahip olamayan ülkelerin yoksulluk problemleri nasıl çözülecektir? Gerçi Rawls tüm toplumların iyi düzenlenmiş bir toplum haline gelmesini hayal etmektedir. Kitabında da belirtildiği gibi, aslında bu biraz realistik bir ütopyadır. Yani hem hayaldir, hem de hiçbir zaman gerçekleşemez de denemez.

Tekrar Pogge’ye dönersek, Pogge Rawls’un tek gerçek bir hedefinin iyi düzenlenmiş bir toplum olduğunu, ama bir ülke bu duruma gelse de yoksulluk sorunundan kaçamayacağı gerçeğinin gözden kaçtığını söyler. Pogge, Rawls’un yoksulluk sorununun sadece fakir ülkelerin kendi sorunlarından kaynaklandığını ve dış etkenlerin böyle bir soruna yol açmadığı düşüncesinin, onun zengin ülkeleri sadece potansiyel yardım kuruluşları gibi düşünmesinden kaynaklandığını da söylemektedir.

Pogge dünyada şu an devam etmekte olan yoksulluk probleminin tarihsel bir arka planı olduğunu düşünmektedir. Çünkü bugün refah düzeyi yüksek bir çok ülke geçmişte, köle ticareti, kolonileştirme hatta soykırım sayesinde bugün yoksul olan ülkeleri sömürmüşler ve kaynaklarının çoğunu tüketmişlerdir. Pogge, bir sınıfta bazı öğrencilerin çalışkan ve diğerlerinden daha iyi bir gelişme gösterebileceklerini, ödev yapmayan, dersi dinlemeyen ve devamsızlık yapanların ise zamanla kendilerinden kaynaklanan bu sorunlar nedeniyle geri kalabileceklerini söyler. Ancak eğer öğretmen yeterince gelişme gösteremeyen öğrenciler için daha ilginç ortamlar düzenler ve onların da derse katılımını sağlarsa, o zaman tüm öğrenciler belli bir noktada buluşacaklardır. Başka bir deyişle, bir ülke yoksul ve iyi düzenlenmiş bir toplum değil diye onları kendi hallerine bırakıp, sırtımızı dönemeyiz.

Pogge yoksul ülkelerin daha da yoksullaşmasında dış etkenlerin önemli bir etken olduğunu söyler. Örneğin geçmiş yıllarda çeşitli ihalelere giren zengin ülkeler, yoksul ülkelerde görev yapan bürokratlara ve siyasilere rüşvet vererek ihaleleri rahatlıkla kazanmaktaydılar. Dolayısıyla verdikleri rüşveti de masraflarına ekleyerek, her şeyi yoksul ülkelerin sırtına yükleyip kendileri zenginliklerine zenginlik katarken, zarara uğrayan yoksul ülkeler daha da yoksullaşıyorlardı. Yine bugün seks turizminin öne çıktığı Tayland gibi ülkelere bir bakıma destek çıkarak toplumun elde edilen gelirden eşit pay almasına engel olmaya devam ediyorlar.

Günümüzden örnek vermek gerekirse Amerika Birleşik Devletleri’nden başlayan ekonomik kriz bütün dünyayı etkiledi. Refah düzeyi yüksek olan ülkelerin bile çok yoğun bir şekilde etkilendikleri bu kriz, yoksul ülkeleri daha da zor duruma soktu. Rawls’un dediği gibi bu yoksul ülkeler iyi düzenlenmiş bir toplum olsalar bile bu krizden kurtulma şansları yoktu. Yani bu durum sadece onların içişleri sorunu değildir. Bir başka örnek ise, yine günümüzde her geçen gün etkisini artıran iklim değişikliği ve buna bağlı olarak zaten kaynakları yetersiz olan ülkelerde kuraklık ve benzeri nedenlerle yoksulluğun hissedilir bir derecede arttığı da bir gerçektir. Ozon deliği ve buna bağlı iklim değişikliklerinin en büyük nedeni gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerin atmosfere saldığı kimyasal gazlardır. Bu da mı yoksul ülkelerin kendi problemidir?

Tekrar Pogge’ye dönelim. Pogge’ye göre zengin ülkelerin yoksul ülkelere uyguladığı ticaret kotaları da bu ülkelere büyük zararlar vermektedir. Pogge global bir bakışla Charles Beitz’in yeniden dağılım adaleti ilkesine benzeyen Eşitlik İlkesi ile dünyada hüküm süren yoksulluk sorununa bir çözüm getirilebileceğine inanmaktadır.

Bence hem Rawls’un hem de Pogge’nin haklı olduğu noktalar vardır. Rawls’un öne sürdüğü gibi tüm ülkelerin dini, felsefi görüşleri ne olursa olsun, insan hakları temele alınarak iyi düzenlenmiş toplumlar haline getirilmesi, diğer yandan hali hazırda gelişmiş olan ülkelerin ise gelirlerinin belli bir bölümünün bir havuzda toplanarak yoksul ülkelerin ihtiyaçları doğrultusunda adaletli bir dağıtımı yapılabilir. Bu noktada en önemli görev Birleşmiş Milletlere düşmektedir. BM’nin öncelikle bazı devletlerin hegemonyasından kurtarılarak, tüm toplumların eşit temsil edildiği gerçek anlamda global bir kurum haline gelmesi, daha sonra ise adına dünya denen bu gezegenin insanlığın yararına olan tüm kaynaklarının eşit ve adil dağıtımı için düzenlemeye gidilmesine ve bunu yaparken de hiçbir din, kültür ya da felsefi görüşün etkisi altında kalmadan Evrensel İnsan Hakları temele alınarak yeni bir dünya düzeninin kurulmasına çok geç olmadan başlamak gerekmektedir.

 
Toplam blog
: 116
: 1883
Kayıt tarihi
: 24.10.06
 
 

Emekli Deniz Öğretmen Subayım. Felsefe ve yabancı dil eğitimi üzerine çalışmaktayım. Yazmak ise b..