Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

11 Ekim '08

 
Kategori
Özel Günler
 

Yom Kippur

Yom Kippur
 

Boş sokaklar... Oh ne rahat...


Herşey çok ani oldu.

Günbatımının ardından, ufuktaki kızıllık henüz yerini alacakaranlığa bırakmadan, denizden esen serin rüzgarla ürperdiler.

Birer ikişer yok oldu insanlar. Otomobilleriyle beraber buharlaştılar. Lokantalar, kuru temizlemeciler, fırınlar, hırdavatçılar, bakkallar, lotocular kapanmış, çalışanları ve müşterileri sırra kadem basmıştı. Evlerden sızan ışıklar altında hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Daha yarım saat önce çılgın bir trafiğin aktığı geniş cadde şimdi bomboştu. Asfaltın ortasında duran bir kedi acı acı miyavladı.

Şehir öylesine sessizdi ki, genç kadın kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. Yanında şaşkın şaşkın sokağa bakan genç adamın koluna dokundu. Göğü işaret edip:

“Uçaklar da kayboldu.” dedi.

Genç adam başını kaldırdı. Lacivert gökyüzü bomboştu. Arkalarına rüzgarı alan beyaz bulutlar tepelerinden kayıp gidiyor, şehrin ışıkları yüzünden yıldızlar görünmüyordu. Bir süre konuşmadan, yanyana öylece durdular. Sessizliği bozan genç kadın oldu:

“Televizyon yayını sahiden durdu mu?” diye sordu genç adama. Soru sorar gibi değil, inanmakta zorlandığı bir gerçeğin teyit edilmesini ister gibiydi ses tonu.
“Hem televizyon, hem de radyo yayını durdu.” dedi genç adam.
“Ne yapacağız?”
“Dışarı çıkalım, belki birilerine rastlarız.”

Karanlık iyice bastırmıştı, sokak lambalarının solgun sarı ışığının altında gölgeler uzamış, gündüz vaktinin masum şekilleri, kuytularda bekleyen tehditkar canavarlara dönüşmüştü. El ele tutuşup yürümeye başladılar. Issız sokağın ıssız caddeyle kesiştiği noktada;

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu genç kadın. Sesinin çatlamasına engel olamamıştı.
“Sahilde mutlaka birileri olmalı.” dedi genç adam.

Kaldırımdan inip, boş yolların ortasından yürüdüler. Belki bir otomobil gelir diye sık sık arkalarına dönüp bakıyor, kimsecikleri göremeyince hayal kırıklığına uğruyorlardı. Kısa sürede sahile vardılar. Her zaman cadı kazanı gibi kaynayan sahilde in cin top oynuyordu. Etraflarını saran boğucu sessizlikte kıyıya vuran dalgaların sesi büyüyor, kulaklarını sağır ediyordu. Paniğe kapılmaya başlamışlardı.

NELER OLUYORDU? HERKES NEREDEYDİ?

Sağa baktılar, sola baktılar, önlerine, arkalarına baktılar.

Kimse yoktu.

Kuzeye baktılar, güneye baktılar, doğuya, batıya baktılar.

Dikkatle dinlediler.

Çıt çıkmıyordu.

Kötü bir rüya görüyor olmalıydılar. Gözlerini sımsıkı yumup, herşeyin normale dönmesini dilediler.

Değişen birşey olmadı.

Koskoca şehirde, belki de evrende yapayalnız kaldıklarını anladıklarında, tarifsiz bir korkuyla birbirlerine sarılıp, hançerelerini yırtarcasına bir çığlık attılar. Ciğerleri patlayıncaya, güçleri tükenip, sesleri çıkmaz oluncaya, zihinleri bulanıncaya kadar bağırdılar.

En sonunda sahilde yığılıp kaldılar.

Kendilerine geldiklerinde yine evlerinin balkonundaydılar.

Daha yarım saat önce çılgın bir trafiğin aktığı geniş caddede şimdi bisiklete binen, kaykay ve patenle kayan, neşeyle bağırışan çocuklar vardı. Asfaltın ortasında duran bir kedi, üstüne gelen bisikletlilerden son anda kurtulup, en yakın çöp tenekesine daldı ve acı acı miyavladı.

Şehir öylesine sessizdi ve bu öylesine alışılmadık bir durumdu ki, genç kadın neredeyse kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. Yanında şaşkın şaşkın sokağa bakan genç adamın koluna dokundu. Göğü işaret edip:

“Uçaklar da kayboldu.” dedi.
“Şu andan itibaren gökyüzünde birşey görürsek saklanmamız lazım.” dedi genç adam.

Lacivert gökyüzü bomboştu. Arkalarına rüzgarı alan beyaz bulutlar tepelerinden kayıp gidiyor, şehrin ışıkları yüzünden yıldızlar görünmüyordu. Tam 35 sene önce yine böyle bir günde gafil avlanmış, çok zayiat vermişlerdi. Olası yeni bir saldırının havadan geleceğini tahmin etmek zor değildi. Bu kez düşmanın adı başka, ama düşmanlığın sebebi aynıydı. Birer kahkaha attılar. Kaderden kaçılmazdı.

Bir süre konuşmadan, yanyana öylece durdular. Sessizliği bozan genç kadın oldu:

“Televizyon yayını sahiden durdu mu?” diye sordu genç adama. Soru sorar gibi değil, inanmakta zorlandığı bir gerçeğin teyit edilmesini ister gibiydi ses tonu.
“Hem televizyon, hem de radyo yayını durdu, sınır kapıları kapandı.” dedi genç adam.
“İnanılmaz. Ne yapacağız?”
“Dışarı çıkalım, bu fırsat kaçmaz.”

Karanlık iyice bastırmıştı, sokak lambalarının solgun sarı ışığının altında gölgeler uzamış, bisikletli trafiği iyice yoğunlaşmıştı. El ele tutuşup yürümeye başladılar. Sokağın caddeyle kesiştiği noktada;

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu genç kadın. Çocukların neşeli çığlıklarını bastırmak için bağırmak zorunda kalmıştı.
“Sahile gidelim.” dedi genç adam.

Kaldırımdan inip, boş yolların ortasından yürüdüler. Belki bir otomobil gelir diye sık sık arkalarına dönüp bakıyor, kimsecikleri göremeyince sevinip, otomobillerin, motosikletlerin, kamyonların, kornaların, eksoz gazlarının, gürültünün, kavga dövüşün olmadığı bu eşsiz gecenin tadını çıkara çıkara, boş caddelerde dans edercesine ilerliyorlardı. Sanki büyük bir fabrikada paydos düdüğü çalınmış, makineler durmuş, ışıklar sönmüş, insanlar gitmiş gibiydi. Bu geceyi ve ardından gelecek günü oruç tutarak ve bağışlanmak için Tanrı’dan af dileyerek geçirecek olanlar, ya evlerinde, ya da sinagoglardaydılar. Kalanlar da, genç adam ve genç kadın gibi sokaklara dökülmüşlerdi. Yol boyunca yürüyen, fırsat bu fırsat çocuklarına bisiklete binmeyi öğreten, gülümseyen insanlarla karşılaştılar. Bebek arabalarında uyuyan bebekler, caddenin ortasında birbirlerini kovalayan köpekler, kadınlar, erkekler, huzurlu ve mutlu görünüyorlardı. Kısa sürede sahile vardılar. Her zaman cadı kazanı gibi kaynayan sahil sakindi.

“Susadım ben.” dedi genç adam. “Sence açık bir yer bulma ihtimalimiz var mı?”
“Yok.” diye cevap verdi genç kadın. “Bugün en büyük bayram, Şabat’ta bile kapalı olan dükkanlar bugün hiç açmaz.”
“Eve dönelim mi?”
“Olur.”

Eve vardıklarında, o özel gecenin şerefine birer kadeh kaldırıp, yılın geri kalan günlerinin de böyle olmasını dilediler. Ardından erkenden yatıp, uzun zamandır ilk kez, tam 12 saat deliksiz uyudular.

Herşey çok ani oldu.

Günbatımının ardından, ufuktaki kızıllık henüz yerini alacakaranlığa bırakmadan, denizden esen serin rüzgarla ürperdiler.

Vakit gelmişti işte.

İlk motosiklet köşeyi dönüp, korkunç sesler çıkara çıkara önlerinden geçti. Onu, kulakları sağır eden motorlarıyla, inişe geçen bir uçak izledi. Gürültü canavarı bir günlük uykusundan uyanmış, açlığını bastırmak için kemirecek ruh aramaya başlamıştı.

Kaçamadılar.

Saklanamadılar.

Canavar üstlerine yürürken, ne kadar savunmasız olduklarını anladıklarında, tarifsiz bir korkuyla birbirlerine sarılıp, hançerelerini yırtarcasına bir çığlık attılar. Ciğerleri patlayıncaya, güçleri tükenip, sesleri çıkmaz oluncaya, zihinleri bulanıncaya kadar bağırdılar.

Sesleri, gürültüde yitip gitti.

Yom Kippur sona ermişti.
 

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara