Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '10

 
Kategori
Mizah
 

Yörünge 2 / Kehribar

Yörünge 2 / Kehribar
 

Karikatür: Ramize Erer


Mevsim yaz da olsa, kış da olsa her gece yatmadan evvel gökyüzüne bakıp hava tahlilinde bulunmak âdetim üzeredir. Havada bulutlar varsa ertesi gün kapalı veya yağışlı, yok yıldızlar varsa mutlaka güneşli olacak demektir. Tamam, TV kanallarında da her akşam hava raporu veriliyor ama ben yine de işimi sağlama alayım isterim, neme lazım.

Her gece havayı koklamam, ertesi günkü işlerimin programını belirler. Eğer hava güzel olacaksa ertesi sabah ilk iş camlar silinecek demektir. Hayır yani en sinir olduğum şey; Ağustos sıcağına bile denk gelse, ben ne vakit cam silsem o gün mutlaka bir iki damlanın gökten zembille düşüp, şıkır şıkır parlattığım güzelim camlarıma leke yapmasıdır ki beni resmen zıvanadan çıkarır!

Bu arada hayatım cam silmekle geçmiyor tabii ki. Cam silmediğim günler pencere pervazlarınla kapıları ovarım. E günlük yapılan, yer silmeydi, halı silmeydi, efendime söyleyeyim yemekti, ütüydü, bulaşıktı onları saymıyorum.

Aman, buna da şükür canım. Hatırlıyorum da oğlum bebekken her şey daha zordu. Gün yetmiyordu ki. Mamasını yap, altını değiştir, yıka, pakla, üstünü değiştir, uyut, ikinci öğün vakti, yoğurduna meyve karıştır, uyut ondan sonra işine bak. Ne zorluk çektim büyütene kadar. Evin işi kalır ağlarım, ocakta yemek yanar ağlarım. Hele de misafir gelecekse, tamam, ben panik! Kıvrım kıvrım dönenir dururum orta yerde! E bir de o zamanlar daha tecrübesizim tabii ki, şimdi eskidik de, layıkıyla hanım olduk.

Öyle vallahi evlat kolay büyümüyormuş, analarımız hep derdi de, yavan gelirdi bize. Kendi çocuğun olunca anlıyorsun asıl. Sonra sonra alışıyorsun hayatına giren bu yeni adamcıkla yaşamaya. Aman öyle demiyim şimdi, Allah'ın gücüne gider, onu bulasıya kadar neler çektim ben. Az mı doktorlara koştuk beyimle, perişanları oynadık. Ne ağlardım çocuğum olmayacak diye. Benim herifin başının etini yerdim. Şimdi hiç şikâyetçi değilim, Allahıma şükürler olsun. Ayol insan evladından şikâyet eder mi hiç? Bir de akıllı, bir de uslu yavrum. İyi ki de doğurmuşum oğulcuğumu, hiç kıyamaz annesi oğluşuna.

Önümüzdeki yaz anlı şanlı sünnetini yapacağız Allah nasip ederse. Babasına kalsa dört yaşında bebeyken daha kestirecekti çocuğumu! Kıyametleri kopardım vallahi. O yaşta yavrucak sünnet ettirilir miymiş hiç? Üzerime iyilik sağlık! Ettirmedim tabii ki! Fakat ondan sonra her sene yaz ayları geldiğinde bizim evde bir pandomino koptu. Ha bu yaz, ha sonraki yaz derken, nihayet benim dediğime geldi bizim bey. Annesinin biricik paşası on üçünden gün aldığı gün, tam da doğum gününde sünnet olacak inşallah. Şöyle zerdeli pilavlı mevlüdünü, sonrasında da çalgılı sözlü yemekli düğünümüzü de yaptık mıydı? İş kalıyor askerliğine. Ay bak gözlerim doldu şimdiden.

Sünnette kayın valideme nispet, düşmanlara inat gelinlik giymezsem bana da Kehribar demesinler! Hadi bakalım! Bak nasıl sinirlendim yine! Hayır yani millete ne oluyorsa, geçenlerde altın gününde bir arkadaşta laf açıldı, ben de gelinlik giyeceğim dediydim; yememişler, içmemişler dedikodumu yapmışlar, arkamdan alay etmişler. Siz kim oluyorsunuz be! Kadının üç tane kızı var, aslanlar gibi doğuramamış bir erkek evlat, işkembeden konuşuyor işte! Terbiyesiz şey! Yok, ben ona haddini bildiririm, bildiririm de, zamanını bekliyorum. Onunla nasılsa karşılaşacağız başka bir ortamda, ben illa ki ima edeceğim söylediklerinin kulağıma geldiğini, laf nasıl gediğine oturtuluyormuş görecek o hanımefendi!

Aaa! Düşünceye daldım, çorba taşacaktı az kalsın! Paşam az önce okuldan geldi. Beş dakika gecikmez anacığının kuzusu. Geldiği gibi güzellik uykusuna yatırırım. Ona her gün taze kemik suyuna sebze çorbası pişiririm. Mevsimine göre kereviziydi, pırasasıydı içine katar bir güzel kaynatırım. Sonra kemiklerin içinden iliklerini ayıklar onu da çorbaya katarım. Aman, aman nasıl lezzetli olur. Bayılır benim oğlum, bebekliğinden beri pek sever. Sabah kahvaltısında da; her sabah kayısı kıvamı rafadan yumurtası, koyun peyniri, efendime söyleyeyim tereyağı yağlanmış iki dilim ekmeği ve bir koca bardak polenli sütünü içirmeden katiyen okula göndermem tosun paşamı. Öyle, annelik kolay olmuyor. Biz öyle doğur sokağa at çocuk büyütmüyoruz başkaları gibi.

Ha tabii ki bir de kocam var. O çalışır. Akşamdan akşama gelir, yemeğimizi yeriz, sonra ya televizyon karşısında sızar kalır, ya da kahveye pişpirik oynamaya çıkar. Ben de akşam bulaşığını yıkadıktan sonra oğlumun meyvesini soyar, koca bir tabak hazırlarım. Artık çok şükür çiğnemeyi öğrendi oğluşum. Zavallı yavrum beş-altı yaşına kadar ağzındaki bütün dişleri tam olmasına rağmen bir türlü çiğnemeyi beceremiyordu. Nasıl üzüldük, kahrolduk. Bizim beyle en büyük kavgamız da hep bu yüzden çıkmıştır "sen alıştırdın bu çocuğu böyle" derdi. "Ben niye alıştırayım ayol! Çocuk yutamıyor, öğürüyor ağzına parça bir şey girince görmüyor musun?" Ay çocuğumun doktoru da beyimle aynı şeyi demez mi? "Her yediğini robottan geçirip püre halinde yedirirsen bu çocuk çiğnemeyi nasıl öğrensin hanım?" diye çıkışmaz mı bir de bana! Beyimi çimdikledim "hep senin yüzünden herif!" diyerek. Tutuştuk mu doktorun yanında kavgaya! Ay ne rezil gündü! Ben beyime, doktor bana, ben doktora herkes birbirine bağırdıydı o gün.

Hayır, insanlar benden ne istiyor anlamıyorum! Benim beyim tek çocuk. Kaynanamla kocası yıllar evvel boşanmışlar. Kaynanam bana diyor ki "bir tane daha doğurmadın, çocuk kardeşsiz kaldı babası gibi." Ne münasebet, niye doğuracakmışım efendim! Biz oğlumla böyle gayet mutluyuz. Ben bölemem sevgimi başka bir evlat için. Oğlum bana yetiyor. Canım kuzum kıskanırdı hem sonra ikinci bir kardeşi. Hem hiç gerek yok! Ne kadar çok çocuk, o kadar çok dert! Ama ne!

Şimdi benim bu çok bilen kayın validemin bir kuzeni var, o kuzenin de sümsük, evde kalmış kız kurusu bir kızı. Bir de ukala, patavatsız bir şey! Geçenlerde bana oturmaya geldilerdi. Kız durdu durdu, konu nereden açıldıysa "Sen hâlâ oğlunla mı yatıyorsun Kehribar?" diye sordu. "Evet! Ne olmuş?" dedim terslenerek. "Kızım sen yörüngeni kaybetmişsin" dedi. Bu kız erkeksizlikten kendini kitaplara vermiş anacım. Çok okur. Sürekli okur. Her şeyi kitaplardır. Susar susar, bir laf eder kırk yıl ne demek istedi diye düşünürsün. O gün de sordum "ne demek istiyorsun sen şekerim, anlamam ben öyle alengirli laflardan" dedim. Oturduğu koltuktan hafif doğruldu "bak güzelim, eski antik çağlarda tanrıçalar vardı ve böyle senin gibi doğurdukları çocuklara taparlardı, hatta çocuk delikanlı çağına geldiğinde daha da ileri giderdi aralarındaki ilişki. Dikkat et demek istiyorum, oğlanı hım hım yapacaksın..." Daha bir ağız dolusu antik bilmem nelerden anlattı da anlattı, ben bir tek 'hım hım' kısmını iyice belledim. Ayol deli mi ne! Kalktı gül gibi paşa oğlumu hım hım, beni de entari mi, entest mi, ensest mi ne, tövbe tövbe, kadın tanrıya benzetti. O kızı yakında kapatırlar tımarhaneye, aha buraya yazıyorum!

Yani şimdi benim anlayamadığım yörünge neyin nesi oluyor? Benim beyimle aram normalde gayet iyi. Arada her evde kavgalar çıkar ufak tefek, olacak o kadar canım. Ha bir de geri zekalı kız müsveddesi demez mi "kocan sana boynuzları çifter çifter takmıştır" diye! Ay o kızın o gün kendi evimde olmasa saçını başını yoluverecektim vallahi! Kocam niye beni boynuzlasın be! Yörünge ne, ben niye kaybediyorum?

O günden beri fena taktım ben bu aşüfteyi kafama. Yörüngesi batasıca! Aman bana ne yahu!

"Oğluum, anneciğim, uyandın mı, üstünü soydun mu çocuğum? Küveti doldurdum, suyunu ılıttım, gel bir güzel bıcı bıcımızı yapalım, hanimmiş annesinin tosun paşası..."

Şubat' 08

 
Toplam blog
: 19
: 658
Kayıt tarihi
: 16.03.10
 
 

Oyun yazarı. Son oyunu "Yedi Peçeli" Devlet Tiyatroları tarafından incelenmekte. Diğer bütün yazı..