Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '10

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Yumurta atabilmek için üniversiteli olmak gerekmiyor ki...

Yumurta atabilmek için üniversiteli olmak gerekmiyor ki...
 

Yıllar çabuk geçiyor… Çoğumuz zamanın nasıl akıp gittiğinin farkına bile varamıyoruz. Genellikle çocuklar büyüdükçe, zevkleri heyecanları değiştikçe, karşı cinse ilgileri arttıkça, okul seçmeleri gerektikçe, üniversite çağına geldikçe, daha dün şu kadarcık veletlerin bugün nereye geldiklerini görünce, yaşımızın ilerlediğini anlıyoruz. Evlenme yaşı giderek uzuyor ama, şu anda yine de ortalama bir kuşağın hüküm süresi 20-25 yıl civarında… Bu açıdan baktığımızda üzerinden 30 sene geçmiş “12 Eylül” bile, toplumumuzun en dinamik grubu gençlik açısından pek bir anlam ifade etmiyor. Bazı yarışmalarda 70’li 80’li yıllara ait sorular sorulduğunda, bu kadar basit şey bilinmez mi diye içimden geçirdikten sonra, yarışmacıların yanlış cevap vermelerini hayretle izliyorum. Halbuki bunda şaşırılacak bir şey yok. Nereden bilsin çocuk 20-30 sene önce yaşananları? Benim 100 sene, 200 sene önce neler olduğunu bilmememle bunun arasında bir fark mı var? Hiç değilse 100-200 sene önceki olayları iyi-kötü, doğru-yanlış, okullarda “Tarih” diye bize anlatmaya, öğretmeye çalışıyorlar. Oysa yakın geçmişimizde yaşanan olaylar hakkında toplum o kadar az bilgilendiriliyor ki… Bu açıdan müktesebatımız çok fakir. Belki 12 Eylül’den fiilen zarar görenler veya sadece ideolojik olarak buna karşı çıkanlar, kendi çocuklarına bu konuda pek de tarafsız olmayan bilgiler aktarmış olabilirler. Halbuki halen hayatta olan insanların birebir yaşadığı bu olayları toplum çok iyi bilmeli, öğrenmeli, irdelemeli. Çünkü o konuda aklımızın takıldığı yerde birilerinden bilgi edinmemiz mümkün. Bir süre sonra bu imkândan mahrum kalacağız. ***** Bunun en kolay ve en güzel yolu, yazılan romanlar, hikâyeler , çevrilen filmlerle olur. Ne yazık ki edebiyatımızın bu kolu da oldukça zayıf. Son 50-60 yılın Türk toplumunu anlatan, okunduğunda o günün yaşanan sosyal olaylarını birebir gözler önüne seren bir roman, bir film hatırlıyor musunuz? Bir zamanlar neredeyse günde bir film çekecek kadar seri üretim yapan Yeşilçam furyası vardı. İyi kötü epeyce iş yapan bu filmlerde, zengin kız fakir çocuk, ya da fakir kız zengin çocuk tekerlemesinden başka bir hikâye olmazdı. Toplumsal konulara değinen film olarak belki Yılmaz Güney’in filmlerini sayabiliriz. Onlar da biraz ideolojik bazda ele alınmış, daha çok bir sınıfın dertlerini ele alan veya arzularını dile getiren filmlerdi. Toplumun tamamını kapsamıyorlardı ve olayları objektif olarak değerlendirmiyorlardı. Türkiye çok partili demokrasiye geçtiğinin 10. yılında askeri bir ihtilalle sarsıldı. Aradan bir 10 yıl daha geçti geçmedi, 12 Mart’ta yeniden bir ara rejime girdi. İkinci on yılın sonunda, parlamentosu bir kere daha feshedilerek 12 Eylül sendromunu yaşadı. 12 Eylül’ü hazırlayan sebepler, üzerinde çok durulması, incelenmesi, irdelenmesi gereken konulardır. Bugünkü kuşak tarafından önemli bir anlam ifade etmese de, 12 Eylül, bu ülkenin kaderinin değiştiği dönüm noktalarından biridir. 27 Mayıs’tan daha farklı, yerine göre daha feci tarafları vardır. 27 Mayıs, bir başbakanla iki bakanın idamıyla sonuçlanan bir devlet terörüdür, bir demokrasi ayıbıdır. 12 Eylül ise 5000 küsur gencin kanları üzerinde inşa edilmiş kirli bir oyundur. Net olarak anlatılamadığı ve anlaşılamadığı sürece, Türk demokrasisinin üzerindeki kara bulutlar da kolay aşılamayacaktır. ***** Ülkeyi 12 Eylül’e götüren sürecin masum öğrenci hareketleriyle başladığını hepimiz biliyoruz. (Buradaki hepimizin içine yaşları kırkın üstündekiler giriyor tabii). Bu yüzden son günlerde yaşadığımız yumurtalı olaylar beni derinden üzdü ve etkiledi. Daha evvel yaşanmış ve zarardan başka bir şey sağlamamış eylemlerin yeniden ısıtılarak tekrarlanması elbette endişe edilmeyecek gibi değil. En deli zamanlarını yaşayan gençlerin daha çok bir heyecan olarak gördüğü ciddi sorunlar, yaşayanların çok iyi bildiği gibi, sloganlarla çözülmüyor. Bir matematik probleminin basit çözümü, nasıl ki formülleri iyi bilmekten geçiyorsa, sosyal problemlerin çözümü de, o konuyu bilimsel olarak iyi özümlemiş olmaktan geçiyor. Bu yüzden çocuklarımızı üniversiteye gönderiyoruz ya… Her branşta bilinçli, donanımlı elemanlar yetiştirelim, her derdimize çare olacak gençlerimiz olsun, kimseye muhtaç olmadan, başkalarından yardım istemeden, namerde ihtiyaç duymadan, kendi millî, manevî, dinî değerlerine sahip, memleketini, milletini düşünen, ülkesini seven, geri kalmış toplumumuza kol kanat gererek onu daha daha ilerilere götürmeyi hedefleyen bir neslimiz olsun diye dişimizden tırnağımızdan fedakârlık yapıp onları okutmaya çalışmıyor muyuz? Böyle önemli ve ağır bir yükü, görevi, sorumluluğu olan gençlerin, sadece “yumurta atarak” ses getirmelerine ben doğrusu sıcak bakamıyorum. Günlerdir tartışılan bu yumurta atma hikâyesinin ardından, öğrencilerin ne istediklerini, bu eylemi niye yaptıklarını, sonuçta ne kazandıklarını bize anlatabilecek biri var mı? Gençlerin, -sadece gençlerin değil, her vatandaşın- düşüncesini açıklama özgürlüğü başka bir şey, protesto hakkını kullanması başka bir şey, bir bilimsel toplantıda konuşmacılara öğrencilerin yumurta fırlatması başka bir şeydir. Bu ikisi arasındaki ince ya da kalın çizgiyi anlayamadığımız ve anlatamadığımız sürece, gerçekten ülkemize haksızlık etmiş oluruz. Demokrasilerde insanların karşı görüşlerini nasıl ifade edeceklerinin, toplantı, yürüyüş ve protesto gibi eylemleri nasıl yapacaklarının kuralları bellidir. Bu kuralların dışına çıkılarak, “anarşi”yi hatırlatan eylemlerde bulunmak, masumiyetini kaybeden bir planlı harekete dönüşür. Bilmiyorum dikkatinizi çekiyor mu? Ne zaman hükümeti protesto mahiyeti taşıyan bir toplantı, yürüyüş, miting vs. olsa, ön safta flamaları ve pankartlarıyla yürüyen bir grup var. Burada dernek, parti, platform ve benzeri adlarla yer alan kuruluşlar hiç değişmez. Bunların görevi, başta üniversite öğrencileri olmak üzere, liselere kadar giderek gençleri başkaldırıya teşvik etmektir. Delikanlılığın zirvesindeki 15-20 yaş arası gençler, içinde bulundukları biyolojik değişim çerçevesi içinde, böyle adrenalin kokan olaylara bulaşmak için can atmaktadırlar. Kavga gürültü, yürüyüş, slogan atma, cedelleşme onlar için arayıp da bulunmayacak bir nimettir. Araya bir de her dönemde kolayca bulunan ekonomik durumu kötü kimseleri de soktunuz mu, alın size her an patlamaya hazır bir topluluk… Bu söylediklerime bazı arkadaşlar alınacaklar biliyorum. Onlar bu hareketlerin Ak Parti iktidarına karşı yapılmasından zevk aldıkları için, gençlerin heyecanından, onların ülkenin geleceğini temsil etmelerinden, Atatürk’ün memleketi onlara emanet ettiğinden dem vurarak, bu yapılanların doğru olduğunu söyleyeceklerdir. Bir insan, yaptığı bir eylemi, kendi bilgisi, düşüncesi, muhakemesi doğrultusunda ve neticesinde yapıyorsa, ona söyleyecek bir şeyim yok. Sonuç olarak hata da yapmış olsa bu o kişinin kendi düşüncesidir, kendi kararıdır. Ama bir eylem, başkalarının kışkırtması, doldurması ve yalan yanlış, ya da kasıtlı bilgi vermesiyle oluşuyorsa, bu durumda o eylemi gerçekleştirenler sadece “kullanılıyorlar” demektir. Bu tesbitime de karşı çıkanlar olacaktır. Üniversiteye gelmiş bir gencin sadece kendi iradesiyle hareket edeceği, onun memleketin durumunu görecek kadar bilgi sahibi olduğu, kimsenin dolduruşuna gelmesinin mümkün olmadığı söylenecektir. Doğrusu ben de o yaşlarda kendim için aynı şeyleri düşünüyordum. Beni uyaranları da aynı gerekçelerle reddediyordum. Şimdi bakıyorum da, herkes gibi ben de kullanılmışım. İsterseniz hepimiz şöyle sakin sakin bir düşünelim. - Yumurta atan üniversiteli kardeşlerimizin ortalama yaşı kaçtır? - 18-20… - Bunlar yanlış işler yapan Ak Parti hükümetine karşı çıkıyorlar değil mi? - - Evet… - Peki Ak Parti ne zaman iktidara geldi? - Sekiz sene önce… - Bu arkadaşlar o zaman kaç yaşındalardı? - 10-12… Peki sekiz senelik bir hükümetin yaptıklarını doğru ve yanlış olarak nitelendirebilmek için bir insanın en azından önceki sekiz seneyle son sekiz seneyi mukayese yapması, ikisi arasındaki farkı görerek bir karara varması gerekmez mi? Bu gibi konuları ancak 12-14 yaşında olanların algılayabileceğini kabul edersek, en az (14+8+8 =) 30 yaşındakilerin böyle bir şansının olabileceği açıkça ortaya çıkıyor. Bugün 20’li yaşlarda olanlar, Ak Parti iktidara geldiğinde 12 yaşlarında çocuklardı. Akılları bu işe ya eriyor ya ermiyordu. Sekiz yıldır da sadece bu hükümeti bildiklerine göre, neyle neyi mukayese ediyorlar ki, memleketin kötüye gittiğini anlayabiliyorlar? Belli ki onlara bu bilgiyi aktaran, bu peşin hükmü pompalayan, bu görüşü benimsetmeye çalışan bazı güçler var. Bunlar sayıca gerçekten çok azınlıkta olan, imkânları ve donanımları iyi, ama niyetleri maalesef kötü olan bir avuç azınlık… Bunu neye dayanarak söylüyorum? Hatırlarsanız, bu tür toplantıların ön safında yer alan kurum ve kuruluşlardan bahsetmiştim. Bunların en başında gelenleri, siyasi olarak da örgütlenmiş, seçimlere katılan siyasi partilerdir. Gençleri coşturup heyecanlandırarak gerektiğinde büyük kalabalıklar toplayabilen bu malum güçler, seçim sandığında milletten bir türlü oy alamamaktadırlar. Onların oylarının oranı yüzdelere bile girmez. Binde, on binde diye ölçülür. ***** “Üniversite öğrencilerinin düzenlediği protesto gösterileri ve eylemleri” konusu bana bunları düşündürdü. Bence üniversite öğrencisi, annesinin babasının ve dolaylı olarak ülkesinin kendisine tanıdığı şansı çok iyi kullanmalı, derslerine daha fazla çalışmalı, toplumuna yararlı olabilecek şekilde kendisini geliştirmeli, yetiştirmeli, bir an evvel hizmete başlayarak şikâyetçi olduğu dertleri azaltmak için var gücüyle çalışmalıdır. Yumurta atmak için “üniversiteli” olmaya gerek yoktur ki… Bu sıradan her insanın, bir çocuğun bile yapabileceği kadar basit bir iştir. Daha ileri safhalarda taş atmak, hatta kurşun atmak bile mümkündür. Bütün bunlar için de kültürlü, bilgili, donanımlı, kalifiye elemana ihtiyaç yoktur. En cahil adamların eline de silahı versek o kurşunu atarlar… Ama iş yapmak, hizmet etmek, dertlere çare olmak, sorunları çözmek… O zordur işte… Bunun için sizi birilerinin gaza getirmesi, arkanızdan itmesi yetmez… Kendiniz olmanız lâzım, güçlü olmanız lâzım, etkin olmanız lâzım, donanımlı olmanız lâzım, bilgili olmanız lâzım, adam olmanız lazım, insan olmanız lâzım, gerçek bir üniversiteli = evrensel bilgili, evrensel düşünceli olmanız lâzım…
 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..