Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '07

 
Kategori
Kültürler
 

Yusuf ile Züleyha'nın aşkı üzerinedir.

Yusuf ile Züleyha'nın aşkı üzerinedir.
 

Kuran-ı Kerim Hz. Muhammed'e Arap Yarımadası'nda indirildiğinden Arapçadır. İslâmiyet, Hıristiyanlık gibi evrensel bir dindir. Musa'nın dini olan Musevilik, evrensel olmayıp yalnız İsrailoğulları'na seslenmekte ve onları kucaklamaktadır. Tüm bunlara rağmen, Tevrat, İncil ve Kuran hemen hemen dünyanın bütün dillerine çevrilmiştir. Çünkü bütün dinlerde misyonerlik çalışmaları vardır.

Dünyanın neresinde bir din kabul edilirse, orada konuşulan dil ile ibadet yapılır. Bu, hem dinin yayılmasını sağlar, hem de ne öğretmek istediği anlaşılır. Ancak, bir tek İslâmiyetin kutsal kitabı Kuran-ı Kerim çok değişik dillere çevrildiği halde, ibadetin Kuran diliyle yapılıp yapılmayacağı tartışması sürdürülegelmiştir. Belki de bu tartışma yalnız Türkiye halkı için söz konusudur.

Bugün Türkiye'de çocuk yaşta denecek hafızlardan, en yaşlılarına kadar birçoğu Kuran okumayı bilir ama anlamını bilmez. Yani ne okuduklarını bilmemektedirler. Hafızların büyük çoğunluğu da okudukları Kuran'ın makamına uygun ezber yapmaktadırlar. Yani, her hangi bir hafızdan makamsız değil de düz yazı olarak Kuran-ı ezbere okumalarını isteseniz okuyamaz. Aynı, hafızasında binlerce şarkıyı makamlarıyla bilen şarkıcılar gibidirler. Şarkıcalara da ezberledikleri şarkıları, makamsız yalnızca söz olarak, şiir gibi oku deseniz, büyük çoğunluğu okuyamaz. Ayrıca, Kuran-ı Kerim'i de ezbere okuyan hafızlar, bir başka hat eseri gördüklerinde okuyamadıklarını söylemektedirler.

Böyle olunca da asıl amacı eğitmek ve öğretmek olan Kuran-ı Kerim'den hiç kimse yararlanamamaktadır. Kutsal kitabımızda yalnız Allah korkusu işlenmemiştir. Yalnız ibadetten söz edilmemiştir. Orada en güzel hikâyelerden dersler vardır. Hukuk vardır. Vergi sistemi anlatılmaktadır. Mirasın paylaşılmasından söz edilmektedir.

"Biz onu sana, aklınızı çalıştırasınız diye, Arapça bir Kur'an olarak indirdik" denmektedir Yûsuf Suresinin II. Ayetinde. Amaç ne? Amaç, okuyup, anlamak ve aklınızı çalıştırmak. O halde okuyup anlamadığınız bir kutsal kitaptan ne anlıyorsunuz ki, karşınızdaki insanlara da anladığınızı veresiniz. Demek ki Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki kendi dilimizde ibadet ne kadar doğru ve yerindeyse, karşı devrimcilerin geri getirdiği Arapça ibadet de o kadar yanlıştır ve insanların dini dygularının sömürülmesi amacıyla uygulanmıştır. Çünkü, nasılsa halk anlamamaktadır. Dilediğin gibi yorumla ve kutsal kitabı sömürü silahına dönüştür, halkı soy. Amaç budur.

Eğer kendi dilimizden kutsal kitabımızı okuyup anlayabilseydik, onda ne güzellikler olduğunu da keşfedebilecektik. İşte onlardan biri:

Yakup'un on bir oğlu vardır. Fakat, Yakup, Yusuf'u sevmektedir. Her derdini onunla paylaşmaktadır. Bunu gören diğer oğulları Yusuf'u kıskanırlar. Onu babalarından ayırmayı düşünürler. Ava gideceklerini ve yanlarına Yusuf'u da almak istediklerini babalarına söylediklerinde, babalarının içine bir kuşku düşer. Göndermek istemez Yusuf'u. Fakat kardeşler allem eder kallem ederler babalarını iknâ ederler. Yusuf'u alır götürürler ve bir kuyunun içine atarlar. Babalarını inandırmak için de Yusuf'un gömleğini bir hayvanın kanına bularlar ve babalarına "Yusuf'u kurt parçaladı" derler.

Bir zaman sonra kuyunun yakınından geçmekte olan kervancı kuyuyu görünce su almak umuduyla tası kuyuya atar. Fakat, kuyuda su yerine bir erkek çocuğu vardır. Bu, kervancıyı daha da sevindirmiştir. Çünkü, o zamanlar köle satışı Mısır'da çok geçerli bir meslektir. Kervancı, Yusuf'u kuyudan çıkartıp yanına almış ve köle pazarına götürmüştür. Burada Yusuf'u Mısır'ın azizine satmıştır. Aziz, Yusuf'u alıp sarayına getirmiş, yıkatmış, giydirmiş ve çeşitli işlerinde kullanılmak üzere saray yöneticilerine vermiştir.

Yusuf'u alan Mısırlı aziz sık sık dışarıya gittiğinden sarayında bulanmamaktadır. Ancak, azizin genç ve güzel karısı bu yalnızlıktan sıkılmışken, Yusuf'la karşılaşır. Daha ilk görüşte Yusuf'un güzelliği, nezaketi ve çekingenliği dikkatini çekmiştir. Bir zaman sonra da Yusuf'a aşık olduğunu anlamış ve artık onsuz duramamaya başlamıştır. Ne zaman yalnız kalsa Yusuf'u yanına çağırmaya başlamış, onunla gizli gizli konuşmalarını sürdürmüştür.

Fakat, bu davranışlar kısa zamanda sarayın dışına taşmış ve Yusuf ile Züleyha'nın aşkı dedikodularla bütün çevreyi sarmıştır. Dedikodular Züleyha'nın da kulağına gelince, bu dedikoduların kocasının kulağına gidip, Yusuf'u saraydan attırmak için çıkarıldığını sanmıştır. Oysa ki o artık Yusuf'suz yapamayacak kadar Yusuf'a aşık olmuştur.

Züleyha, dedikoduyu çıkaran kadınlara bir çağrı göndererek onları saraya davet etmiştir. Onlara bol şaraplı bir sofra hazırlamıştır. Gelen kadınlar eğlence içinde yemeklerini yiyip, şaraplarını içtikten sonra, sıra meyveye gelmiştir. Züleyha, her kadının eline birer elma ve bir de bıçak vermiştir. "Dostlarım" demiştir Züleyha, "Hepinizin beni ne kadar sevdiğinizi bilmekteyim. Ancak, şimdi hepiniz benim için birer elma sorayak bunu kanıtlamış olacaksınız". Davetli kadınlar bunun bir eğlence olduğunu sanmışlar ve başlamışlar elmalarını soymaya. Biraz sonra Züleyha bir işaret vererek Yusuf'un içeriye girmesini sağlamıştır. Yusuf içeriye girer girmez, bütün davetli kadınlar böyle bir yakışıklılığın, böyle bir güzelliğin karşısında donakalmışlardır. Hepsi büyük bir şaşkınlıkla Yusuf'a bakarlarken, Züleyha da onları izlemektedir.

Züleyha bir işaret daha vererek Yusuf'un dışarıya çıkmasını istemiştir. Yusuf dışarıya çıktığında, Züleyha, davetli kadınlara ellerine bakmalarını istemiştir. Davetli kadınlar kan içinde kalmışlardır. Çünkü, hepsi Yusuf'un güzelliği karşısında elma yerine ellerini kesmişlerdir. Ve bu olaydan sonra da bütün kadınlar Züleyha'ya hak vermişler ve böylesine güzel bir erkekle aynı çatı altında masumca yaşamak mümkün olamayacağına karar vermişler, hepsi de Züleyha gibi Yusuf'la bir gecelik kaçamak düşlemişlerdir. Davetten ayrılan kadınlar bir daha dedikodu yapmayacaklarına dair söz vermişlerdir.

Bu olaylardan sonra Züleyha'nın aşkı daha da artmıştır. Yusuf'a neler önerdiyse hiç birinden cevap alamamış ve bu da onu deliye çevirmiştir. Ne yapmaya çalıştıysa aşkına karşılık alamamıştır. Artık, bu aşkın umutsuz olduğunu ve Yusuf'u unutması gerektiğini düşünmüş ve kendisine bir başka oda, Yusuf'tan uzak ve onu bir daha göremeyeceği bir oda yaptırmıştır.

Ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın Yusuf'u daha da özlediğini bu yaptırmış olduğu odadaki yalnızlığından sonra anlamıştır. Her gece rüyalarına giren Yusuf, gündüzleri de hayallerinden çıkmaz olmuştu. Sonunda kararını vermiştir. Görevlilere Yusuf'u odasına çağırmalarını emretti. Yusuf gelene kadar da, en açık giysilerini üzerine giydi. Yusuf odaya girdiğinde Züleyha neredeyse yarı çıplaktı. Oda kapısında duran Yusuf'un yanına gitti. Kapıyı kilitledi ve Yusuf'u elinden tutup yatağına kadar getirdi. Önce kendi üzerindeki giysileri çıkardı. Yusuf olanları dikkatle izlerken, nefsine nereye kadar hâkim olacağını bilemiyordu. Züleyha, Yusuf'un gömleğini çıkartmaya çalışırken, Yusuf geriye doğru kaçtı. Züleyha ona doğru yürüdü. Yusuf arkasını dönüp kaçacakken, Züleyha onun gömleğini tuttu ve çekti. Ama gömlek yırtıldı. Tam bu sırada Züleyha'nın kocası Mısırlı aziz kapıyı anahtarla açıp içeriye girdi. Gördüğü durum karşısında şaşkına dündü. Daha ne olduğunu anlayamadan, Züleyha gözyaşları içinde "Bu kölen bana saldırdı" diye anlatmaya başladı. Yusuf, Züleyha'nın bu sözlerine karşılık vermedi. Fakat, Mısırlı azizin yanında bulunan arkadaşı: "Eğer erkek saldırsaydı gömleği önden yırtılırdı, fakat kadın saldırırsa gömlek arkadan yırtılırdı" dedi. Aziz, Yusuf'un arkadan yırtılmış gömleğine baktı. Yine arkadışının sözünü dinleyen Mısırlı aziz Yusuf önce göz hapsine aldı. Sonra da onu diğer mahkûmlarla birlikte kalacağı zindana attırdı.

Züleyha, deliler gibi sevdiği Yusuf'a attığı iftiranın gerçeğini ve doğrusunu kocasına anlatmıştı. Ama, yine de kocası Yusuf'u affetmemiş ve onu zindana yollamıştı. Züleyha ne zaman zindana gidip Yusuf'u görmek istese bunu kocası engelliyordu. Fakat, Züleyha da günden güne eriyip bitiyordu.

Bu öykünün sonu değişik biçimlerde bitmektedir. Şimdi ben sizlere birkaçını yazayım. Siz hangisini beğenirseniz onu son olarak seçin.

Öykünün birinci sonu: Züleyha, Yusufsuz kaldığı günlerde yemeden içmeden kesilmiştir. Aklını ve şuurunu yitirmiş olarak sarayının boş avlusunda "Yusuf'um Yusuf'um" diye ağlaya ağlaya çok sıkıntılı günler geçirerek ve ışık gibi sönerek kaybolmuştur.

Öykünün ikinci sonu: Züleyha, Yusuf'u bir kez daha görebilmek için çok mücadele etmiştir. Onu görmeden yaşamanın ne kadar acı olduğunu gün geçtikçe anlamıştır. Herkesten ama herkesten Yusuf hakkında haber beklemiştir. Bu sıra o güzelim yüzü solmuş, gülücükler eksik olmayan yüzü hep ağlamaklı kalmıştır. Kuşlardan bile medet ummuş ve onlara "Yusuf'u arayıp bulun ne olur kuşlar" diye dilekte bulunmuştur. Bunu duyan kumru kuşları Züleyha'ya o kadar acımışlardır ki, "Yusufcuk! Yusufcuk!" diye Yusuf'u aramaya koyulmuşlardır. O günden bugüne bu kumru kuşları hâlâ "Yusufcuk! Yusufcuk" diye bizim en yakınlarımıza sokulup, Züleyha için Yusuf'u sorarlarmış. Fakat derler ki, Züleyha bir güneş batımında Yusuf'una kavuşamamanın verdiği umutsuzlukla canına kıymıştır.

Öykünün üçüncü sonu: Züleyha'nın kocası bu olaylardan kısa bir süre sonra ölmüştür. Mısır Firavunu, görmüş olduğu bir rüyayı yorumlaması için zindanda bulunan Yusuf'u yanına getirtir. Rüyasını Yusuf'a anlatır. Yusuf da rüyayı şöyle yorumlar: "Efendimiz, Mısır ülkenizde yedi yıllık bolluk, yedi yıl da kuraklık, açlık ve yokluk egemen olacak". Firavun şaşırır: "E pekiyi ne yapacağız?" diye sorar. Bunun üzerine Yusuf, bu işi kendisinin çözebileceğini söyler. Firavun da onu prens yapar ve yönetimi eline verir. Yusuf önce bolluk günlerini değerlendirir ve herkesten tasarruf ister. Bu sırada da Mısır ülkeisnde bir tek yoksul, aç, açık bırakmaz. Herkesin ihtiyacını karşılar. Mısır'da aç, sefil kimse kalmadığını anlamak için meydanları, sokakları gezmeye başlar. Hiç ummadığı bir sokak başında hiç ummadığı bir kadınla karşılaşır. Üstü, başı perişan, zayıf, iki büklüm olmuş bu kadının yanına gider.

"Benim adamların senin yanına gelip, senin ihtiyaçlarını karşılamadı kadıncağız?" diye sorar. Kadın zayıf, ürkek. Başını kaldırmadan yanıtlar:

"Benim yokluğum bir başkadır efendimiz. Karşılanamaz"

Yusuf şaşırır:" Nedir senin derdin ki koskoca Mısır Firavunu bile karşılayamaz dersin. Söyle bakalım"

Kadın başını kadırmadan, ağlayarak mırıldanır: "Bana Yusufumu bulabilir misiniz?"

Yusuf, şaşırır. Elleri titremeye başlar: "Kim bu Yusuf" diye kadına sorar. Kadın yanıt vermez. İki büklüm olmuş bedeninden başını kaldırmaz. Gözyaşları toprağa düşer. Yusuf, yere çömelir. Kadının yüzüne bakar:

"Allah'tan neyi istedik de vermedi Züleyha neyi istedik de" der. "İşte Yusufun karşında"

Züleyha, gözlerini Yusuf'un gözlerine kenetler. Dermansız gövdesi toprağa düşer. Yusuf, Züleyha'yı alır ve sarayına götürür. Bir zaman sonra da evlenirler.

"Yemin olsun ki, Yusuf ve kardeşlerinde istek ve arayış içinde olanlar ibretler vardır" der Yusuf Suresi'nin VII. Ayeti.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..