Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '09

 
Kategori
Kitap
 

Zamanın elinden tutmak

Zamanın elinden tutmak
 

"Bu zamanda" da "elimi tutuyorsunuz", hocam!


Bugün kendi bloglarımda gezinirken, bloğumun birinde “kitap” sözcüğünün hem mavi renkte hem de altı çizili olduğunu fark ettim. Daha yeni yeni “blog düzenine” alışmaya uğraştığım için, blog sayfamı her açışımda, sayfamın değişik bir özelliğini keşfediyorum. Bu keşif, hem eğlenceli hem de öğretici geliyor bana. Anlaşılan o ki;”İnternet kitabını” yeni yeni tanıyorum. Öğrenmiştim: Yazılan bir bloğun içinden bir sözcüğün ön plana çıkarılmasının ne demek olduğunu çözmem iki hafta öncesine rastlar. Önce “düşünün”, sonra da “ben”i bulmuştum aramalarımda. Diğer “ben”leri ve diğer “düşünün”leri ilk tanışmamda okumuştum da üstelik. Ama o buluşlarımda, yazdığım konu ile altı çizili sözcük örtüşüyordu.Ve ben, doğru bir sınıflama içinde yerimi alıyordum.”Kitap” blogları içine dahil olmak için, her ne kadar “kitap okumak ve kitap okutabilmek” üzerine bir yazıya sahipsem de, bir kitap tanıtımını yapmadığımdan “kitap” sınıfına doğru yerleştirilmediğim düşüncesine kapıldım, nedense…

Sonrasında, kitap tanıtımı ya da kitap eleştirisi yapma ve kitap üzerine beğenileri bildirme meselesi, kafama fena halde takıldı… Evet, bir anne olarak, La Fonten masallarını çocuklarımla beraber defalarca “canlandırmış” ve her canlandırmamızda, masallara yeni yorumlar getirerek, masallarda beğenmediğimiz diyalogları ya da durumları, şöyle çatır çatır değiştirmiştik. Öğrencilerime, öğrenilen konuyla örtüşen yazar ya da eserleri tanıtmış, bu eserlerin en can alıcı noktalarını onlarla paylaşmıştım. Yıllar öncesinden, elime geçen eserlerin kafasını gözünü yararak, içini deşerek onlardan “alıntılar” yapma hastalığım ve de bu alıntılara kendi yorumlarımı –hiç acımadan- ekleme sevdam da vardı…Son iki yıldır da, her ne kadar şu bilgisayarın beni esir ettiğini düşünsem de, okuduğum kitaplardan önüne geçilmez bir hızla “alıntı” yapmaya devam ediyorum. “Alıntı yapma sınırı”nı bile oldukça ihlal ettim aslında. Resmen, kitabın yarısına yakınını önce fişlere (fişleme tekniği) yazıyorum, sonra onları bilgisayarda yeniden düzenliyorum. Bu işlem de beni kesmezse, alıntı ve yorumlarımdan sentezlere ulaşıp yeni “yazı”lar yazıyorum bir yerlere veya kitlelere ulaştırmasam da çevremdeki sevdiklerimle paylaşıyorum, yeni yorumlarımı… Alıntıları, ne kadar yorumlayıp süslesem de “yazı parçacığını” aldığım kitabı, kitabın yazarını, sayfa numarasını “yazımla ya da okurumla” samimiyet ölçümle derecelendirerek -bir bölümüyle dahi olsa- vurguluyorum… Laf aramızda, kitap okuma sırasında alıntı yapma ve alıntılar arasında dakikalarca düşünüp de yorumlar çıkarma eylemlerim yüzünden “hızlı okuma teknikleri” ile sırtımdan terler akıtarak kazandıklarımı kaybetmek üzere olduğumu da görüyorum. Sözün özü, “ele aldığım” kitapları “iyi tanıdığımı” biliyorum.

Fakat, baştan sona ya da ne derler “dört başı mağmur” bir edayla, “tek kitaba” yoğunlaşarak alenî bir kitap tanıtımına girişmedim; ne uzun soluklu yazılarımda, ne de hararetli sohbetlerimde… Kitap tanıtımlarımı galiba, tasvirlerimin ve kitaplardan topladığım bal özleriyle oluşturduğum “benliğimin” içine gizledim. Bu “gizem”i de çok sevdim.

İşte, hayatımın “bal özü” olan kitaplarımı düşündüm, bugün yeniden. Ve onlardan bazılarını sizlere anlatayım dedim… Ama, görüyorum ki, kitapları; içinde “şu” anlatılıyor, yazarı “bu”nu düşünerek yazmış, ana fikri buymuş, ”şu kadar” sayfası varmış, kapağındaki resim çok güzelmiş, kitabın “eleştirileri şunlar” tarzında; “tanıtamıyorum” ben hâlâ. Belki de, içimde, beni böylesi tanıtmadan alı koyan bir şeyler var. İçimi çözmek ve kitap tanıtımı deyince; “kitaba bakış”ta bize yeni açılımlar kazandıran bir hocam ve onun bir kitabını sizlerle paylaşmamın doğru olacağını ve bu kitabı sizlerle paylaşırken “tanıtımı” gerçekleştirebileceğimi anladım.

Üniversiteye yeni başlamış, edebiyat denizine âşık ama daha deniz kıyısına bile ancak varabilmiş bir avuç hararetli gençtik. Metin Tahlili dersimize Sadık Kemal Tural hocamız giriyordu. Derste ana konu, “metin” ve “metnin tahlili” olunca, başın tacı malzeme de “kitap” oluyordu kuşkusuz. Hocamdan ilk öğrendiğim şey; kitap denen kavramın yalnızca, onlarca yüzlerce sayfanın bir ciltte toparlanmış yazı istifi olmadığı, bununla birlikte; bu kavramın hayat(lar), insan, diğer canlılar, dünya(lar) ve evren için de kullanıldığı gerçeğiydi. Sadık Kemal Hocamı dinlediğim ilk derste “Oku!” emriyle hangi kitapları açıp okuyacağımı iyi anladım. Ve sanırım, hocamızın konuşmaya başladığı o ilk dakikalarda, hocamız “kendi kitabının sayfalarını” bize açmıştı. İkinci derste, elinde kendi yazdığı bir kitapla girdi sınıfa: ”Zamanın Elinden Tutmak”. Kitabını, kendine has üslubuyla bize tanıttı. Fakülteye başladığım o ilk yılda, alabildiğim ilk kitap grubu içinde, hocamın bu kitabı da vardı. Yanılmıyorsam, hocamın tanıtımının üç beş saat sonrasında kitabı elimdeydi. Kitabın ön ve arka kapağındaki yazıları bir solukta okudum. Arka kapaktaki yazıyı o an, hemencecik okudum ama “o an” dan sonra, yıllar içinde, kitabı her elime alışımda hep önce “arka kapağı” okudum. Hatta, bundan birkaç yıl evvel “ders notları” oluşturduğum akıl defterimin “ilk sayfasına” bu kapaktaki sözleri yazdım. O defterim şimdilerde nerede, bilmiyorum. Bir ezberci olsaydım, kapakta yazanları size satır satır aktarırdım. 80’li yıllarda, şimdiki gibi, öyle kan ter içinde alıntı hastalığım da yoktu. Alıntıya da gerek yoktu zaten; o kitap uzunca yıllar benim “elimden tuttu”. Sizlere, kapakta yazılanları birebir olmasa da, beynimin ve yüreğimin kendilerine nakşettiklerini aktarayım: ”İnsanların kaleme aldığı tüm eserler (kitaplar), kul yapısı olduğu için hep bir yönüyle eksiktir ve bu yüzden daima eleştiriye açıktır.Kusursuz “Tek Kitap” vardır…” O sayfada yazılanlar bu kadarla kalmıyordu kuşkusuz; zamanın elinden tutabilmek için en güzel yolun “kitap” yazmak, ”kitap” okumak (yorumlamak) ve “kitap”ı doğru anlamanın yollarını araştırmak olduğu da vurgulanıyordu, şiirsel bir dille…

Kitabın genel karakteri ya da özel çizgisi “edebiyatın kavramları, yöntemleri, terimleri” üzerinde durmak ve “okuyucuyu” bu noktalarda bilgilendirmekti. ”Edebî eser”in ne olduğundan tutun da “okuyucu çeşitleri”ni aktarmaya kadar edebiyatın birçok boyutu ve meselesi ile karşılaşıyorsunuz eserde. Bütün bunları sıraladım diye, kitabın sıkıcı bir yanı olduğu hissine kapılmayın. Bu genel yapının verilişinde bizzat edebiyat denizi içindeki “edebiyat sanatçılarına” ve onların “eserlerine” de yer verilmiş.

Edebiyat alanının bir “ezber yumağı” olmadığını, bu kitapla öğrenen ben; her ne kadar hayatım boyunca kendimi ve “karşıma çıkanları” ezberden uzaklaştırsam da, bu kitabın içindeki iki şiiri oldukça kısa bir zamanda ezberlediğimi itiraf etmeliyim: Birincisi, Nebî Hazrî’nin “Yuhuda” şiiri; ikincisi, Mehmet Âkif’in “Azimden Sonra Tevekkül” şiiri. Azerî Türkçesine hayranlığa lise yıllarında tutulunca “Edebiyat Bölümünü” seçme kararıma kesinlik kazandırmıştım ama “Nebî Hazrî Kitabı”nın varlığından beni haberdar eden ve sonra da o kitaba da koşup kitabı açmamı sağlayan Sadık Kemal Hocamın bana ezberlettiği “bu şiir” oldu. Mehmet Âkif’i ve Safahat’ı ise (şairi ve eserini bir arada) lise yıllarında tanıyordum. Fakat, hocamın kitabına koyduğu “tevekkül” şiiriyle, Mehmet Âkif kitabının “anlaşılamayan sayfalarını” bambaşka boyutlarıyla açıp okuyabildim. Zamanın elinden çok farklı açılardan tutabildim.

Kitapları “eleştirel okuyucu” gözlükleriyle “açıp” “okuyabilmek”, “yorumlayabilmek”, “yeni sentezlere ulaşabilmek” ve gelinen her basamakta birer birer ulaştığınız noktaları “objektif”; ya da “şaşmaz ölçülerle” bir araya getirip de sentezleyerek “subjektif” olarak “insanlara aktarabilmek” sorumluluklarının büyük olduğunu yine o kitapta öğrendim ben.

Yıllardır öğrencilerim hep şöyle sorar: ”Hangi kitabı (ya da yazarı) tavsiye edersiniz?” Bu soruyu soran öğrencim “kitaba aç” yeni bir okuyucu adayıysa “tek adrese” götürmemeye çalışırım. ”Her çiçekten bal almak misali” yelpazeyi geniş tutarak onlarca yazar ya da eser tavsiye etmeye çalışırım. Ve her tavsiyeme şunu eklerim: ”Ben seviyorum/öneriyorum diye sevmek zorunda değilsin, ben sevmiyorum diye sevmemek zorunda da değilsin. İstediğin kitabın kapağını korkmadan aç ve oku; ya ”kitabı bitirmişsindir” ya da “kitabı yarısında bırakmışsındır”. Karar senin. Ama unutma, okurken yazarla, kendinle ve diğer okuyanlarla sürekli “tartış”.

Zamanın Elinden Tutmak kitabıyla, ön yargıları kırmayı öğrendim (tamamıyla başardım mı, acaba?); Mehmet Âkif’e bize ezberletilenler dışında da bakabildim. Azimden Sonra Tevekkül şiiri, Safahat’ı lise öğrencisiyken okuduğumda, dikkatimi çekmemişti. Ama “Zaman Elimden Tuttu” ve o şiiri başka bir boyutta “açtım, okudum”:

“Allah’a dayanmak mı asırlarca dayandık

Düştükse bu hüsrâna onun nârına yandık

Yetmez mi çocukluktaki efsaneye hürmet

Hâlâ mı reşîd olmadı hâlâ mı bu ümmet

Dersen ki ufuklarda bir aydınlık uyansın

Mâziye ateş vermeli baştanbaşa yansın

Şaşkınlık olur köhne telâkkîleri ihyâ

Şeydâ-yı terakkî koşuyor baksana dünya

……

Hocamın kitabıyla, bu şiiri ezberledim. Safahat’a yüzlerce kez döndüm, şiiri bir daha bir daha okudum. Sonra, Mehmet Âkif kitabını daha iyi gördüm. O’nun Fransız edebiyatını çok iyi bildiğini, “La Martine” ile “Fuzûlî” yi karşılaştıran makalesinin varlığını yıllar içinde okuyunca; şaşmadım, artık.

İkinci ezberlediğim şiir; “Yuhuda” şiiri demiştim. Hayatın “bir rüya olduğunu” ya da “bir rüya olmadığını” Nebî Hazrî ile anlamama vesile olan Hocama, sizlerin huzurunda çok teşekkür ederim. Bu şiiri sizinle paylaşmaya istekliyim.”Uyumadım”… Bir gün o şiiri de “tanıtırım”…

Evet, sözünü ettiğim kitap beni çok etkiledi ve hâlâ da aynı etki bende devam ediyor. Adı geçen kitap yıllarca benim elimden tuttu(84-2000)… 2000 yılında, Türkçe Öğretmenliğini kazanan bir öğrencime “yüreğimden bölerek” kitabı armağan ettim. Hani bazı anlar vardır; “bir yanınız mutluluk bir yanınız hüzün”… İşte öylesi bir anda, “kitabı” öğrencime böldüm. Bu yazıyı yazarken, bu anım da aklıma geldi. Sonra kitabı düşündüm, yaşıyor mu diye… İnternette gezindim. ”Kitabıma” ulaştım: ”Zamanın Elinden Tutmak”, Sadık Tural, Yüce Erek Yayınevi, İnceleme Dizisi, Haziran 2006

Hiç şüphe yok ki, 2006 baskısına yeni sayfalar eklemiştir, hocam…

En kısa zamanda, kitabıma tekrar kavuşacağım ve zamanın elinden yeniden tutacağım. Görüyor musunuz? Tek bir kitabı tanıtmayı yine beceremedim. Bana öyle geliyor ki, bir kitabı açtığınızda sonsuz kitap karşınıza çıkıyor ve “o an”da siz “eleştiremiyorsunuz”…

Ama, “kitapları tanımak” için bloglarda hep gezineceğiz, bir mavi çizgiye ulaşmak ümidiyle… Zamanın elinden tutabilene aşk olsun…
 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..