Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

13 Ekim '15

 
Kategori
Sinema
 

Zeki Demirkubuz'un "Bulantı"sı biraz Camus, biraz Sartr

Duyarsız, korkak, pasif, pişkin, acımasız...Çağımızın insan modeli. Ruhu apartman asansörlerine sıkışmış, vicdanı yaşadığı dairelerde kör olmuş gerçek anlamıyla bir dairenin içinde dönüp duran, varoluşsal acılar çeken, yaşamaktan sıkıntı duyan, hayatın saçmalığı karşısında bocalayan, savunma mekanizması olarak ruhunu duyarsızlaştırıp tam tersine bedenini duyarlılaştırıp şehvetin içine düşen ama sevişme sonrası yine hiçlik duygusuyla çırpınan, varlığını yalnızca edebiyat derslerinde kısmen ve heyecansız gösteren edebiyat profösürü Ahmet'in hikayesi "Bulantı"

Albert Camus'ün "Yabancı" adlı eserindeki Meursault, Kafka'nın "Dönüşüm"deki hamam böceğine dönüşen Gregor ve Jean Paul Sartr'ın "Bulantı"sındaki Antoine'dır Ahmet. Kahramanımız karısına ihanet ettiği için (olacak) ayrılırlar ve ertesi gün karısı ve çocuğu muhtemelen anneanne ve dedenin yanına gitmek için otobüsle yola çıkarlar. Onlar daha yoldayken Ahmet sevgilisi(Aslı) ile çoktan yatağa girmiştir bile. Karısının ve çocuğunun kaza geçirip öldüğünü sevişme sonrası öğrenir; çünkü sevişme anında çalan telefonuna cevap vermemiştir. Bu ölümlere duyarsız kalır ve hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam eder. Öyle ki bu duyarsızlığından Aslı bile rahatsız olur ve ondan ayrılıp Amerika'ya giderken" sen nasıl bir insansın, korkak, pişkin ve acımasızsın karısı ve çocuğu ölen sanki benim" der. Ahmet yalnızca karısı, sevgilisi ile ilişkilerinde böyle değil anne, baba ve kardeşleriyle olan ilişkisinde de yabancıdır. Evine gelen kardeşine bile "o kadar yolu bu trafikte niye geldin" diyerek kovmaktan beter edip bir an önce başından savmaya bakmıştır... Aslı'dan sonra eski öğrencisi ile yaşadığı ilişki de diğerlerinden farksızdır; bir gün sevgilisinin evindeyken, o evi basan kızın eski sevgilisi zorla içeri girip kızı hastenelik edene kadar dövdüğünde bile saklandığı odadan çıkıp kızı bu canavarın elinden kurtarmaya yeltenmemiştir bile... Sonuç "yalnızlığa mahkumiyet" 

Filmde mekan olarak öne çıkan yerler; kapı aralıkları, asansör, ev ve yoldur. Asansör, yalnızlaştığımız, bir fare gibi kapana kısıldığımız mekan, kapı aralıkları hayatımıza girip çıkan insanlar vasıtasıyla biraz olsun nefes aldığımız yer, evi hem yalnızlığımızı, hem çokluğumuzu; hem iyiliğimizi hem kötülüğümüzü yaşadığımız yer olarak  düşünebiliriz. "Yol"a gelince çok şey çağrıştıran ama hiçlik psikolojisi nedeniyle hiç bir şey hatırlatmayan hayat çizgimizdir. "..yola baktıkça hep bir şey hatırlayacakmış gibi olurum"  repliği bana "kendimizi aradığımız  ve bir türlü bulamadığız o meşum yolculuğumuzu" hatırlattı nedense.

Filmde öne çıkan sorular; "sıkıldın mı?", "iyi misin?" Hayat sıkıcı, saçma, boş ve anlamsız'ın cevabıdır "sıkıldın mı" sorusu. "İyi misin"e verilen karşılık  genellikle "iyiyim"olur.  Bu  sözü tersinden okumak gerek. "Aslında iyi değilim" Bu soruyu kendime de sorulmuş kabul edip doğru cevabı vermek istiyorum. "İyi değilim, iyi olmayın, hiç kimse iyi olmasın!..."

Profösör Ahmet'in en insancıl ilişki kurduğu insan ise tıpkı "Yeraltı"nda olduğu gibi ev işlerini yapmaya gelen kapıcı kadın ve oğludur. Kadının beş altı yaşındaki oğluyla ilgilenir; hatta ona Beşiktaş forması bile alır. Kadınla ilişkisi de iyidir, kadın onu anlar, bazen bir anne gibi davranır. Bu kendini beğenmiş adam sonunda kadının kapıcı dairesine giderek kucağına kapanıp gözyaşı döker ve bu gözyaşları ile film sona erer. 

İnsanı boğan dar ve gri alanlardan seyrek de olsa sıyrıldığınız görüntülere de şahit oluyorsunuz. Gecenin sona erip sabah alacalığının güne bulaştığı gökyüzü görüntüsü çok güzeldi. Bunun dışında gölge görüntüleri de çekiciydi.

Filmi izlerken yönetmen Zeki Demirkubuz'u da tanıyorsunuz; Radikal gazetesi okuduğunu, gazetenin eki olan "Kitap" dergisini incelediğini, Beşiktaşlı olduğunu, Dosteyevski ve Octavia Paz okuduğunu(ne tesadüf ki benim elimde de Octavio Paz'ın "Yalnızlık Dolambacı" var) görüyorsunuz. Zaten kahraman Ahmet bu yalnızlık dolambacında dönüp durmaktadır. Paz 'ın deyimiyle insanoğlunun öncesiz ve sonrasız yalnızlığıdır içindeki gurbet. Filmdeki bir replikte de "insanı korkutan, endişelendiren şey tek başına yaşamasıdır" demiyor muydu?

Ne diyorduk çağımızın insan modeli; duyarsız, yabancı, korkak, pasif, pişkin, acımasız... Aslında Camüs, Sartr, Kafka gibi yazarlar bu insan modelini anlatırken işaret ettikleri tek bir şey var, insanları bu hale getiren kapitalist sistemin ta kendisidir. Uzağa gitmeyelim Ankara Garı'ndaki oluk oluk akan kana milyonlarca kişi duyarsız kalmadı mı, olay sanki kendinin dışındaymış gibi yabancılaşmadı  mı, pişkin davrananlar olmadı mı, hepimiz biraz korkak değil miyiz, acımasızlığın sonucu değil mi zaten kanlı eylem, yerimizi makineler aldığından beri pasiflik ruhumuzu kemirip bitiren hamam böceği olmadı mı? 

 Evet evet yer gece, gök gündüz.....

 
Toplam blog
: 71
: 1292
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Hacettepe Fransız Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Öğretmenim, şu anda yurt dışında görev yapıyorum. ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara